Bu ülkede hukuk toplum için değil, devlet için dönüşür. Devlet, hukukun sahibidir. Devletin yanına sığışarak gazabından korunmaya çalışanlar dâhil herkes bunu bilir. Güç kimdeyse, gerçekliği kurgulayan da odur. Bir devleti güçlü kılan, gerçeği kurgulayabilme, daha açık tabirle yalanı gerçek diye yutturabilme maharetindedir. “Türk’ün gücü” naraları atanların yaptığı da bundan ibarettir. Kobane olayları sırasında 51 kişi […]
Bu ülkede hukuk toplum için değil, devlet için dönüşür. Devlet, hukukun sahibidir. Devletin yanına sığışarak gazabından korunmaya çalışanlar dâhil herkes bunu bilir. Güç kimdeyse, gerçekliği kurgulayan da odur. Bir devleti güçlü kılan, gerçeği kurgulayabilme, daha açık tabirle yalanı gerçek diye yutturabilme maharetindedir. “Türk’ün gücü” naraları atanların yaptığı da bundan ibarettir.
Kobane olayları sırasında 51 kişi hayatını kaybetti. Yasin Börü dışındaki hiçbirinin ismini, katlediliş biçimini, hikayesini “bilmiyoruz.” (Hürriyet Gazetesi’nin kapsamlı dökümünü gözardı etmeyelim) AKP, Börü’nün hunharca katledilişi üzerinden diğer 50 cinayeti özellikle görünmez kıldı. Sorumlular açığa çıkarılmadı ve dahası polisin katlettiklerinin suçu da HDP’ye yüklendi. Bu olayların mağdurlarının sesini ne HDP Meclis zemininde etkin bir biçimde duyurabildi ne de biz gazeteciler bu cinayetlerin peşine düştük. Yasin Börü gerçekten de korkunç bir biçimde katledildi ama orada da polisin müdahale etmeyişi, yardım çağrılarını karşılıksız bırakmasının üzerine durulmadı. Özetle, Ekim 2014’teki cinayetleri AKP, bir yıl boyunca hem seçim malzemesi hem de muhalefetin sesini kısma operasyonlarının dayanağı haline getirdi. Katiller yakalanıp yargılanmadı, hesap vermesi gereken iktidar hesap soran pozisyonunu gaspetti.
25 Ekim 2015 günü “timeline”a düşen bir haberin başlığı şöyleydi: “Oğlunun cansız bedenini linçten koruyan babaya dava açıldı.”
Çaycı Ekrem’in hikayesi
Hukukun, devletin savunma silahına dönüştürüldüğü bir ülkede bu tür haberler artık kimsede bir şok etkisi yaratmıyor. “Timeline” sürekli akıyor ve bu tür haberler dakikalar içinde “sayfadan” düşüyor.
Gündemde bir-iki dakikalığına yer alıp tweet seline kapılarak gözden kaybolan bu haberin arkaplanında bir yıl önceki Kobane’nin IŞİD tarafından işgal edilme girişiminin AKP tarafından desteklenmesini protesto gösterileri sırasında vahşice katledilen 38 yaşındaki Ekrem Kaceroğlu’nun hikayesi yatıyordu.
Ekrem Kaceroğlu, 7 Ekim 2014’te İzmir Bornova’daki protestoda oturma eylemi yapanlardan biriydi. Nadire Mater’in aktardığı bilgiye göre Kaceroğlu ailesi 33 yıl önce Muş Bulanık’tan İzmir’e taşınmış. Yani Ekrem henüz 5 yaşındayken. 19 yıl önce akraba kızı Dilşah’la evlenmiş ve biri 8, biri 15, diğeri de 18 yaşında üç kız çocuğu babasıydı Ekrem. Çay ocağı işletiyordu. IŞİD vahşetine Türkiye’den gösterilen müsamahaya dayanamayıp hayatında ilk kez bir protesto gösterisine katıldı ve oturma eylemi sırasında polis tarafından vuruldu.
Ağır yaralı olarak yerde yatarken, polis destekli ırkçı güruh tarafından linç edildi. Hastaneye kaldırıldı. 19 Ekim’de hayatını kaybetti. Kaceroğlu’nun nasıl bir vahşi sürüsünün ortasında kaldığı ve yerde hareketsiz yatan bedeninin nasıl hunharca darbelendiği görüntülerle sabit.
Hukuk devletinde yaşadığımız için tabii ki suçluların kollandığı bir soruşturma açıldı. Paylaştığım linkteki görüntülerde tespit edilen sadece dört kişi göstermelik bir biçimde yargılanıyor. Kaceroğlu’nu vurup linç edilişini seyreden, destekleyen polis soruşturma dışı bırakıldı. Kobane olayları sırasında, Kaceroğlu gibi korkunç bir biçimde katledilen Yasin Börü hakkında cumhurbaşkanından başbakanına kadar tüm yöneticiler bir yıldır meydanlarda hamasi nutuklar atarken Kaceroğlu’nun katilleri, görüntüleri çarşaf çarşaf yayınlandığı halde İzmir sokaklarında gündelik hayatlarını olağan akışı içinde sürdürdüler, sürdürüyorlar.
Kaceroğlu’yu linç edenlerden hakkında dava açılan Suat D., Murat K., Reşit A. ve Kubilay A. “kasten öldürme” suçundan müebbet istemiyle yargılanıyor. Murat K. ve Kubilay A. tutuklandıktan iki ay sonra tahliye edildiler. Sanıklardan Reşit A. ile Suat D.’nin evlerinde yapılan aramada tabancalar, ses fişekleri, av fişeği kovanın ele geçirildiği savcının iddianamesiyle sabit. Uzun lafın kısası sanıklar devletin, yargının müsamahası altında olağan yaşamlarını sürdürüyorlar. “Kaçma şüpheleri” de, delilleri karartma ihtimalleri de yok anlaşılan! Devletine, polisine bir saygısızlıkları olmamış ki! Kürt veya solcu olmadıklarına göre kimse onlara terörist muamelesi de yapamaz.
Devlet ile hukuk
İnsanlık onurunu korumak üzere kurgulanması beklenen hukuk, devlettir bu ülkede. Türkiye’de insanlık durumu da hukuk da, hâl ve gidişe göre eğilip bükülebiliyor. Bugün hukukî olan yarın rahatlıkla suç addedilebiliyor. Çünkü bu ülkede hukuk toplum için değil, devlet için dönüşür. Devlet, hukukun sahibidir. Devletin yanına sığışarak gazabından korunmaya çalışanlar dâhil herkes bunu bilir. Güç kimdeyse, gerçekliği kurgulayan da odur. Bir devleti güçlü kılan, gerçeği kurgulayabilme, daha açık tabirle yalanı gerçek diye yutturabilme maharetindedir. “Türk’ün gücü” naraları atanların yaptığı da bundan ibarettir.
Kaceroğlu’nun eşi Dilşah, Bianet’ten Nadire Mater’e, büyük kızlarının hukuk okuyacağını söylemiş. Bu ülkede kaç çocuk, babalarının katillerinin ceza alması için hukukçu olmak zorunda, hepimiz biliyoruz. Fakat üniversite sınavlarına bu yıl girecek olan Ekrem’in en büyük kızının öncelikle dedesini Türk adaletinin pençesinden kurtarması gerekecek. Zira, yukarıda linkini verdiğim görüntülerde linççi güruhun saldırılarına rağmen oğlunun bedenine kapaklanan, bu esnada kendisi de linç girişimine maruz kalan Bedrettin Kaceroğlu, polis memurları M.T. ile Ö.U’nun şikayeti üzerine başlatılan soruşturma kapsamında sanık yapıldı. Hem de “silahlı terör örgütüne üye olma” ve sıkı durun “görevi yaptırmamak için direnmek” suçundan! Görüntüleri izlediyseniz, hangi “görevi” yaptırmamak için direndiğini görmüşsünüzdür.
Bugün (27 Ekim) Ekrem Kaceroğlu’nun katillerinin yargılandığı davanın duruşması yapılıyor. Bu dava bir onur davasıdır. Bu davanın izini sürersek belki de bir yıldır AKP’nin üzerinde tepinip seçim malzemesi yaptığı ama bizim de hakkıyla izlemediğimiz Kobane olayları sırasında hayatını kaybedenlerin hesabının sorulması için yeni bir defter açabiliriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.