“Şimdi Ankara’daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var.” “AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz Toroslar dolaşacak. Biz buraları faili meçhullere bırakmayacağız. Hiç merak etmeyin seksenli doksanlı yıllara dönmeyeceğiz.” Bu sözler 10 Ekim katliamının ardından Ahmet Davutoğlu tarafından dile getirildi. Katliamdaki suç ortaklığı tüm dünyanın […]
“Şimdi Ankara’daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var.”
“AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz Toroslar dolaşacak. Biz buraları faili meçhullere bırakmayacağız. Hiç merak etmeyin seksenli doksanlı yıllara dönmeyeceğiz.”
Bu sözler 10 Ekim katliamının ardından Ahmet Davutoğlu tarafından dile getirildi. Katliamdaki suç ortaklığı tüm dünyanın gözleri önünde apaçık ortada iken Davutoğlu’nun böylesine pişkince açıklamalarının altında yatan derin düşüncesinde neler aramalı?
Bu sorunun cevabını kendilerince kurguladıkları stratejik hesaplarının içerisinde bulmak mümkün; elbette ki yaklaşan 1 Kasım seçimleri. Nedenini ise yaptığı açıklamalar üzerinden tartışmaya açmaya çalışalım. Öncelikle Davutoğlu’nun “Beyaz Toroslar” açıklamasının altında yatan ve kan kokan karanlık hayallerini geçmiş tarihsel deneyimler ile günümüz arasında bir bağ kurarak karşılaştırmakta fayda görünüyor.
90’lı yıllar hepimizin hafızalarında Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden biri olarak tazeliğini korumakta. Faşizmin kol gezdiği, katliamlarda ve infazlarda sınır tanımayan devletin ceberut ve acımasız yüzünü hemen her gün göstermekte tereddüt etmediği bir sömürü ve ölüm dönemi olarak hatıralarımızda. Kürt halkının faili meçhul cinayetler ile katledildiği; toplu katliamlar ile asit kuyularına atıldığı; aydınlarının, milletvekillerinin sokak ortasında infaz edildiği ya da hapishanelere gönderildiği, Özel Harp Dairesi ve JİTEM eli ile kirli savaşın Kürt halkı üzerinde her türlü hukuksuzluk ve insanlık dışı yöntemlerle uygulandığı yıllar olarak hepimizin bilincinde yer almakta. Diğer yandan ülkenin batısında devrimciler ya yargısız infazlarda ya da gözaltında katledilirken, işçilere ve emekçilere yönelik baskı ve sömürü politikalarının da aynı oranda şiddetlendiği yıllar. 80 öncesi Alevilerin belleklerinden silinmeyen Maraş ve Çorum katliamlarının bir devamı da aynı egemen erkin 90’lı yıllarda Madımak ve Gazi katliamları ile sürdürdüğü dönem olarak zihnimize kazındığı, üniversitelerin faşist ablukalar ile kuşatıldığı, sokaklarda kontrgerillanın halka korku saçtığı yıllar. Bütün bunlar 1980 faşist darbesinin ardından toplumun ezilen kesimlerinin tekrardan bir araya geldiği ve mücadeleye atıldığı yıllarda, devletin yukarıdan aşağıya örgütlenen faşist karakterini binlerce faili meçhul cinayet ile bizlere yaşattığı bir devlet hatırasından başka bir şey değil elbette.
Şimdi gelelim AKP’li yıllara.
Belirtmek gerekir ki AKP 13 yıl boyunca ortaya koyduğu politikalar ile 90’lar kontrgerillasının Beyaz Toroslarına meftun değil ama bir o kadar da mecbur. Nedeni ise gayet basit. Çünkü 90’lı yılların egemen devlet anlayışının baş düşman ilan ettiği toplumun ezilen ve ilerici dinamiklerini oluşturan Kürtler, Aleviler, işçiler ve tüm ezilenler bugün de AKP’nin de baş düşmanıdır. AKP iktidarda kaldığı dönem boyunca tüm ezilenlere ve halklara karşı açıktan bir savaş ve sömürü düzeni yaratmış, işlediği katliamlar ve ortaya koyduğu baskıcı politikalarla birlikte 90’ların karanlık anlayışının mirasçısı olduğunu kanıtlamıştır. Nitekim 90’lı yılların savaş politikalarında ortaklığı olan Milli Görüş Hareketinin içerisinde filizlenen sonrasında kabına sığmayıp yeni deryalara yelken açan AKP, ideolojik-politik açından sözüm ona “2000’lerin yeni Türkiye’sinde” eskimeyen ama her zaman kendini güncelleyebilen faşist devlet anlayışının yeni bir ürünü olarak yıllardır karşımızda durmakta. AKP iktidarı döneminde de Kürdistan kana bulanmakta, halkın iradesi ile seçilmiş yöneticiler darbe ile görevlerinden uzaklaştırılmakta ya da zindanlara atılmakta; Aleviler her türlü mezhepçi politikalar ile sınırın içinde baskı altında tutulup sınırın ötesinde cihatçı çeteler ortaklığı ile katledilmekte. AKP 90’ların izinden giderek gazetecileri kaçırıp başına silah dayayıp tehdit etmekte, üniversiteleri baskı altında tutmakta, işçileri ve emekçileri sömürü çarkında ezmekte ve binlercesini işyerlerinde katletmektedir. Kısacası 90’ların karanlık ve korku erki AKP iktidarı boyunca her gün ama her gün devam etmiş; Diyarbakır, Suruç ve son olarak 10 Ekim katliamı ile birlikte kandan ve ölümden beslenen katil bir iktidardan başka bir şey olmadığını gözler önüne sermiştir. Türkiye’de bir devlet gerçeği olan faşizm 90’ların devlet anlayışını günümüzde AKP eli ile sürdürmüş, roller, güç dengeleri ya da sermayenin hakimiyeti dünden bugüne her ne kadar el değiştirse de faşizmin kurumsal mevcudiyeti korunmuş, kontrgerilla aygıtına, bugün AKP’nin desteklediği cihatçı çeteler ve Saray’ın Osmanlı Ocakları’nda örgütlenen kapıkulları gibi yeni unsurlar katılmıştır.
Davutoğlu, Beyaz Toros anımsatması ile 90’ların devlet anlayışının temelde değişmediği, bugüne kadar işledikleri suçların ileride işleyecekleri cinayetlerin ve katliamların garantisi olduğu mesajını verirken, kitleleri uyararak 1 Kasım seçimlerinde bir tercih yapmaya zorlamaktadır. “Ya bize oy vereceksiniz ya da ölmeye devam edeceksiniz” iması 1 Kasım seçimleri öncesi kamuoyunda baskı ve korku üzerinden seçimlerde tek başına iktidar olabilme hesabını yansıtmaktadır.
10 Ekim Ankara Katliamı’nın hemen ardından katıldığı bir televizyon programında sarf ettiği, oylarının yükselişe geçtiği demecinin arkasında da yine bu politik hesap bulunmaktadır. Çünkü Davutoğlu kendince kitlelere AKP’nin güvenin ve barışın istikrarı olduğu, olası bir AKP iktidarında akan kanın ve iç savaşın duracağı, bu akan kanın siyasi istikrasızlıktan kaynaklandığı ve ancak AKP tek başına iktidara geldiğinde tüm bu yaşananların son bulacağına dair küstahça sözler sarf ederken diğer yandan işi garantilemeye çalışarak olası bir seçim yenilgisi durumunda 90’lı yıllara dönüleceği iması ile kitlelere “bana mecbursunuz” demektedir. Yani Davutoğlu tüm dünyanın gözleri önünde halkı tehdit etmekte ve kendilerine biat etmeyi dayatmaktadır.
AKP, şu an sonu gelmiş bir iktidardan başka bir şey değildir. Sarayın tüm çırpınışları nafile, kitlelerin nezdinde çürümüş olan bu kanlı iktidar eninde sonunda yok olacaktır. Bu son için gerektiğinde 7 Haziran’da olduğu gibi sandıkta gerektiğinde de Hopa’da, Gezi’de, Cizre’de, 6-8 Ekim de olduğu gibi sokakta olunacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.