Saray’daki zat, sabah akşam, diktatörlüğünü daha rahat tatbik edebilmek için oy istiyor
Saray’daki zat, sabah akşam, diktatörlüğünü daha rahat tatbik edebilmek, kendisinden olmayanları sindirebilmek, yok edebilmek için oy istiyor
“Vadetmek” sözcüğünün iki anlamı var. Birincisi: “Bir işi yerine getireceğine söz vermek.” İkincisi: “Davranışıyla, tutumuyla bir işi yapacağı duygusunu uyandırmak.”
AKP’nin sözlerini dinledik, icraatlarını gördük. İki seçim arasında AKP’nin vaatleri arasında büyük tutarsızlıklar var; davranışlarıysa ifrada vardı. Asıl olarak işe bakıyoruz ama sözlerini de bir kenara kaydediyor, neyin yalan neyin itiraf olduğunu biliyoruz. AKP’nin vadettiği şeyin kriz, ölüm, baskı, adaletsizlik, yolsuzluk, eşitsizlik olduğunu görüyoruz.
‘Söz konusu olan iktidarsa bu ülke bu halk teferruattır’
AKP’nin 5 ay arayla açıklanan iki seçim beyannamesinde değişmeyen temel vaat şu: Tayyip Erdoğan’ı “Başkan” yapmak. Hedefleriyse ne pahasına olursa olsun, gerekirse hukuku ortadan kaldırarak, savaş çıkararak, katliam yaparak, iktidarı kimseyle paylaşmamak. Geri kalan her şey, yani canımız, ülkemiz, emeğimiz, özgürlüğümüz, adalet, halkın geleceği, 7 Haziran’dan beri gördüğümüz gibi teferruat.
AKP 7 Haziran’dan sonra koalisyonu değil tekrar seçimi tercih etti. Çünkü yolsuzluk ve katliam dosyalarının soruşturulmasını, kamu bankalarının ve ihalelerinin denetlenmesini, İç Güvenlik Yasası gibi faşist baskı yasalarının değişmesini, Suriye’deki eli kanlı cihatçılara verilen desteğin kesilmesini, asgari ücretin artırılmasını, kanlı taşeron ve beton düzeninin aksamasını istemedi. 1 Kasım’da da tek başına iktidara gelerek aynı düzeni sürdürmek istiyor.
Yeni beyanname: Acı bir itirafname
Ahmet Davutoğlu’nun 100 maddede özetleyerek okuduğu 350 sayfalık seçim beyannamesinde bolca demokrasi, özgürlük, insan onuru ve eşit yurttaşlık vurgusu var. Demek ki bu kavramların her biri birer kapsamlı soruna işaret ediyor. Davutoğlu 1 Kasım Seçim Beyannamesi’ni açıklarken diyor ki; “Bu beyannamemizin temel özelliği de demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerinin iyileştirmesidir. Toplumun adalet taleplerine yanıt vereceğiz…” Yani ülkede hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik ve demokrasi olmadığını itiraf ediyor. Davutoğlu, “Ekonomide şeffaflık olacak” diyor. Yani, yolsuzluk olduğunu itiraf ediyor. “Yargının en etkin şekilde çalışmasına izin vereceğiz” diyerek bugüne kadar izin vermediklerini itiraf ediyor. O kadar rahat ve pişkin ki sanki 13 yıldır iktidarda olan kendileri değilde başkalarıymış.
Davutoğlu, yeni beyannamede “çözüm süreci”nin temelini oluşturan yasaların gereğinin yapılacağını iddia ediyor. Peşinden de, “Oluşan güvenlik risklerini gidermek, devletin öncelikli görevidir” diyerek “çözüm”le kastettiğinin barış değil savaş olduğunu gösteriyor.
“Türk’e ölüm, Kürt’e ölüm”
AKP Türk’e ve Kürt’e ne vadediyor? Boş sözlere bakmaya gerek yok. Tayyip Erdoğan 16 Ağustos’ta bir asker cenazesinde musalla taşının başında seslendi: “Şehadet makamına ulaşmış olan bu şehidi uğurluyoruz. ne mutlu onun ailesine, ne mutlu onun tüm yakınlarına.” Ailelere “evlat acısı” ile mutlu olun diyor.
Sonra devam ediyor: “Şu anda da yüzlerce teröristi askerimiz, polisimiz aslında gömmüştür. Yeterli mi, yeterli değil. Bu mücadele devam edecek.” Erdoğan ve Yalçın Akdoğan gibi iktidar sözcüleri ateşkes çağrılarına ve PKK’nin 10 Ekim’de aldığı tek taraflı çatışmasızlık kararına karşı “Operasyonlar sonuna kadar sürecek” nakaratını tekrarlayarak bu ülke halklarına daha fazla ölüm, kan ve gözyaşı vaat ediyor.
Hani emekçilere kaynak ayrılamazdı!
AKP daha beş ay önce “Gerçekleştirilemez, karşı çıkılması gerekir” dediği şeyleri şimdi bizzat yapmaya söz veriyor; asgari ücreti artırmak, emeklilere ek ödeme yapmak, gençlere hibe ve kredi vermek, kadınlara ek doğum ödemeleri yapmak, yoksullara konut yardımı yapmak gibi… Ama 7 Haziran’dan önce muhalefet partileri bu vaatlerde bulunurken, AKP “kaynak yok, bunlar hayal” diyor, patron örgütlerini sıkıştırıp asgari ücretin artırılmasına itiraz etmelerini istiyordu. 7 Haziran’da halkın tokadını yiyince birden ağız değiştirdi.
Asgari ücretli ve taşeron işçiyle alay ediyorlar
7 Haziran’da asgari ücrete zam yapılamayacağını söyleyen AKP, şimdi asgari ücreti yüzde 30 zamla 1300 TL’ye çıkaracağını söylüyor. Ama bir koşulla: “Yapılan işin tehlike sınıfına göre, asgari ücrette farklılaştırılma sağlayacağız.” Yani herkes 1300 TL alamayacak, AKP kimi uygun görürse ve ne zaman uygun görürse o zaman alacak. Herkes 1300 alsa bile bu patronların bile itiraz etmediği, işçilerin 1800 TL’lik talebinin altında kalacak. Üstelik 5 aylık sürede TL’de yaşanan değer kaybı nedeniyle bu miktarın 2000 TL olarak güncellenmesi gerekiyor.
Buna da aldanmamak gerektiğini “kamuda taşerona son” vaadinden biliyoruz. Kamuda çalışan taşeron işçilerin mahkeme kararları ile kesinleşen kadroya geçme hakkı, AKP tarafından sanki bir lütuf gibi sunulmuş ve 2014’te hileli bir yasal düzenleme yapılmıştı. Bakanlar Kurulu bir düzenleme yapacak kamudaki taşeron işçiler kadroya geçecekti. Bir buçuk yıl geçti Bakanlar Kurulu adım atmadı. Şimdi de Mehmet Şimşek yasanın 2016’da yürürlüğe gireceğini söyledi. AKP böylece değil işçilere ek hak tanımayı değil, işçilerin mahkemelerce kesinleşen hakkını gasp etmeyi vadediyor.
Diktatörlük, kriz ve savaş vadediyor
Saray’daki zat, sabah akşam, diktatörlüğünü daha rahat tatbik edebilmek, kendisinden olmayanları sindirebilmek, yok edebilmek için oy istiyor. “IŞİD’cileri biliyoruz ama patlamadan dokunamayız” diyerek kimi dost bildiklerini itiraf eden muktedirler kendilerinden olmayan herkesi terörist ilan edip ezmeyi vadediyor. Ancak AKP’den olmayanlar ve ona meydan okuyanlar o kadar çok ki, halkın sandıktaki ve sokaktaki seferberliği sürdükçe tek başına iktidar olamayacağı görülen AKP kriz, baskı ve çatışmadan başka bir şey vadetmiyor.
AKP halka bir kavga vadediyor. “Saray Yenilecek Halk Kazanacak” diyenler de bu daveti yanıtsız bırakmıyor: “Kabulümüzdür. Kan ve talan düzeninin son bulması için bu çürümüş diktatörlüğü yıkmak da boynumuzun borcudur.”
Sendika.Org