“Devrilen bir çınar nasıl uzanırsa boylu boyunca öylece düştü kollarına kan-revan içinde dostun donup kaldı soluk bir gülümseyiş çocuksu kıvrımında dudaklarının” Ahmet Telli Hani yüreğinin ağzına gelmesi gibi bir şey… Nerede ve nasıl olursan ol, kaskatı kesilip yaşamla arandaki bağı bir anda yitirmek… Ölmeden ölmek yani… Ankara’daki patlama haberini duyduğun anda, ülkenin içinde bulunduğu […]
“Devrilen bir çınar
nasıl uzanırsa boylu boyunca
öylece düştü kollarına
kan-revan içinde dostun
donup kaldı soluk bir gülümseyiş
çocuksu kıvrımında dudaklarının”
Ahmet Telli
Hani yüreğinin ağzına gelmesi gibi bir şey… Nerede ve nasıl olursan ol, kaskatı kesilip yaşamla arandaki bağı bir anda yitirmek… Ölmeden ölmek yani…
Ankara’daki patlama haberini duyduğun anda, ülkenin içinde bulunduğu vahim tabloları yüzlerce kez okumuş, konuşmuş olsan da, katıldığın her eylemde başına neler gelebileceğini bilsen de, korksan da, korkmasan da ve her ne hissetsen de adı ‘Emek, Barış, Demokrasi Mitingi’ olan bir mitingde, ardı ardına iki bomba patlatılacağını tahmin dahi edemiyorsun. Çünkü senin beynin, senin yüreğin bu denli büyük bir alçaklığı kabullenmiyor.
Biz insanca yaşamı şiar edinmiş, biz insanın insana kulluğunu reddetmiş, biz her manevi değerin en başına insanı koymuş insanlarız. Barış demenin teröristlikle suçlandığı bir ülkede hala inadına barışı haykıranlarız. Aklımız kötülüğe çalışmıyor…
Sarılıyorsun telefona, mitinge giden, gitme ihtimali olan dostlarını, kardeşlerini arıyorsun. O ne zor şeydir. Ne diyeceksin? “İyi misin?”. Utana sıkıla soruyorsun. “Ben ölmedim ama onlarca insan can verdi gözlerimin önünde, kollar bacaklar saçıldı etrafa, kan kokusu, yanık insan kokusu doldu ciğerlerime, nasıl iyi olayım? ” diyor karşıdaki can. Neden onca insan öldü de ben yaşıyorum der gibi, bir şey diyemiyorsun, karşılıklı susuyorsunuz ancak…
Televizyonu açıyorsun. İnternette haber sitelerine bakıyorsun, Twitter’dan, Facebook’tan ve aklına gelen her yerden bilgi almaya çalışıyorsun. Sürekli dönen görüntülere defalarca bakıyor olanı biteni anlamaya, ölenlere, yaralılara, bir can kurtarmak için çığlık çığlığa koşan, kalp masajı yapan, canlı var mı diye çırpınanlara bakıyorsun. Ağlıyorsun, küfrediyorsun, isyan ediyorsun. “Yine öldük, ne çok öldük!” diyorsun…
Sokağa atıyorsun kendini, daha çok bilgi almalıyım diyorsun. Sanki biraz daha hızlı gitmen yaşananı değiştirecekmiş gibi, koşarcasına ilerliyorsun. Herkes alışveriş yapıyor, korkunç bir kalabalık, trafik kilit. Söyleniyorsun. “Ankara’da bombalar patlamış duymuyor musun millet! Haberin mi olmadı? Umurunda mı değil?”
Ortak mekânlarda buluşuyorsun dostlarla. Herkes perişan, bildiğini, duyduğunu anlatıyor. Canımız yanıyor. Elde telefonlar oradan buradan bilgi almaya çalışıyorsun.
Ölenlerin, yaralananların üzerlerine biber gazı sıkmış polis, ambulansların alana girmesine izin verilmiyormuş, miting için hazırlanan pankartları sedye yapmış halk. Çıldırıyorsun. “Bu nasıl bir kabus!” diyorsun, “Sizin de canınız yansın!”
Sonunda toplumsal infiali yatıştırmak için 3 bakan çıkarıyorlar televizyon ekranlarına. “Güvenlik güçlerinin zaafiyeti yoktur” diyorlar. İstifa edecek misiniz?” diye soranlara gülüyor biri. Deliriyorsun! Hani o uğruna binlerce canın öldüğü bu vatanın bakanları yaramızı sıkıyorlar, damarımıza basıyorlar!
Yorumlar düşüyor sosyal medyaya, herkes kızgın, kan ağlıyor vicdan sahipleri. Halay çeken gençlerin arkasında patlayan bomba binlerce kez dikiliyor önüne, gözünün önünden gitmiyor. “Bu halayı çeken ben olabilirdim, en çok söylediğim türküydü bu. Benim kızım da, oğlum da orada olabilirdi, o çocuklar da benim çocuğum, ölenler, barışa sevdalı yüreklerin her biri, biziz” diyorsun.
Barış güvercininin kanatları kırılmış, ak gövdesi kana bulanmış.
Ama akbabalar durur mu?
Yarasalar, çakallar, engerekler durur mu?
Klavye başlarında, sokak aralarında sinsice, haince ve insanlıktan nasiplenmemişçesine patlamanın ardından sevinç yaşıyorlar:
“Kendilerini bombaladı Kürtler”, “Oyları artsın diye kendi insanlarını öldürdüler” ,
“100’den fazlası öldü, 200 kadarı da kafayı yemiştir, sandığa gidemezler”,
“Bu meydan kanlı meydan diye halay çekersiniz. Oh, Geberin it sürüleri. “Ankara merkez, patlıyor herkes” diye alay ediyorlar!
Bu nasıl bir düşmanlıktır? Bu nasıl bir hıyanettir insan olana?
Bu kinin, bu düşmanlığın, sırf Alevi, Ezidi, Kürt doğdular diye kellerini kesen, kurşuna dizen, yakan, kadınlarına tecavüz eden, patlamanın ardından “Ankara’da gerçekleşen mitingde kâfir komünistlerden 40’a yakın ölü ve 100’den fazla yaralı var. Yapanları tebrik ediyoruz” diye açıklama yapan IŞİD canavarlarından ne farkları var?
Bu nasıl bir histir böyle ki insanı insana kırdırır? Sen, ben farkı gözetmeden yaşamaktan men eder? Can alır, kan döker, çocukları öksüz, eşleri yalnız, devrimciyi yoldaşsız bırakan, anayı babayı ağıtlara, gözyaşlarına dost kılan?
“Zulümle abad olanın ahiri berbad olur” demiş Yunus Emre.
Sonunuz yakın. Halkın kardeşlik ve barış özlemi sürdükçe siz yapayalnız kalacaksınız.
Kan bulaştı ellerinize, 40 tas su dökünseniz arınamayacaksınız.
İnancınız da var; vebali büyük!
Sarayınız, saltanatınız, sömürünüz, işkenceniz bitecek.
Biteceksiniz!…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.