“1 Kasım’da 550 tane yerli, milli, bedeni ve kalbiyle bu ülke için çalışacak milletvekili göndermenizi istiyorum”. Bu cümle pekala, “Tek parti hükümetinden vazgeçildiği, artık Meclis işleyişinin ön planda olduğu bir dönemin tercih edileceği” şeklinde yorumlanabilir. Ya da “ülkeci olmaktır” burada asıl kastedilen deyip tartışmanın uzamasının önü kesilebilir.1 Ancak bu cümleyi sarf eden Tayyip Erdoğan olunca herkes neyin […]
“1 Kasım’da 550 tane yerli, milli, bedeni ve kalbiyle bu ülke için çalışacak milletvekili göndermenizi istiyorum”. Bu cümle pekala, “Tek parti hükümetinden vazgeçildiği, artık Meclis işleyişinin ön planda olduğu bir dönemin tercih edileceği” şeklinde yorumlanabilir. Ya da “ülkeci olmaktır” burada asıl kastedilen deyip tartışmanın uzamasının önü kesilebilir.1 Ancak bu cümleyi sarf eden Tayyip Erdoğan olunca herkes neyin amaçlandığını bilir, başta da emirberi Davutoğlu. Tam da bu yüzden onun konuşmasının hemen ardından “HDP’nin baraj altında bırakılmasını” talep etmiştir.
Erdoğan ve AKP’sinin 1 Kasım’a kadar olan süreci nasıl geçireceği artık tamamen belli oldu. Seçimi kazanmak için tek bir tercih yaptılar; Kürt halkına karşı terör uygula, yıldır, HDP’yi baraj altında bırak. Aslında bu bir tercihten öte Erdoğan için artık bir zorunluluk. Çünkü tek başına iktidar olabilmek için bundan başka bir yolu yok. 13 yıllık iktidarın sonunda her şeyi o kadar açık bir biçimde tüketti ki halka umut diye sunacağı yalanı bile kalmadı. “İleri demokrasi” lafını kullanamaz, AB’yi bir başarı çıtası olarak gösteremez, Ortadoğu’da değil oyun kurucu, oyunu seyretmesine bile izin vermiyorlar, ekonomik göstergelerin rakamlarıyla bile oynasa işlerin iyi gittiğine inandıramaz, büyük projeler fiyaskoyla sonuçlandı (bu arada Kanal İstanbul’un akıbetini bilen var mı, onunla seçimi kazanmıştı ya), dinci kesimlere sunacağı bir vaadi bile kalmadı, açılışı yapılacak AVM de bitti. Elinde bir tek duble otoyollar kaldı.2 O da artık seçim kazandırmaz.
Oy oranını yükseltemeyeceğini yani kendisini destekleyenlerin sayısını arttıramayacağını3 gayet iyi bilen Erdoğan’ın tek kurtuluşu HDP’yi baraj altında bırakıp yüzde 38’lerle tek başına iktidarını devam ettirmek. Bunun için her şeyi yapacak; Kürt halkına karşı sürdürdüğü savaşı büyütecek, yıldırma provokasyonlarına devam edecek, sandık taşıyacak4, seçmen taşıyacak, hile yapacak, yapacak, yapacak…
Ancak oynadığı bu son kozun, insanları katlederek oynadığı bu kumarın başarı şansı yok. Kendi anketlerinde bile HDP’yi baraj altına düşüremiyorlar. HDP’nin aldığı yaklaşık yüzde 2’lik bir sol/sosyal demokrat oyun bir kısmı desteğini çekmiş olsa da Kürt halkının desteği giderek artıyor. Bu durum kuşkusuz Tayyip’i yeni “saray oyunlarına” başvurmaya itecektir. Ancak gerek Kürt siyasi hareketinin gerekse de Batı’daki toplumsal muhalefet hareketlerinin “uyanıklığı” ve etkinliği, seçimlere bir ay kala bu tezgahları boşa çıkarmayı sağlayacak güçtedir.
Ortadoğu’da özellikle Suriye’deki gelişmeler ise AKP iktidarının artık tamamen devre dışı kaldığının kanıtı. Süreçte Rusya’nın inisiyatif almasıyla birlikte, ABD ve önemli Avrupa ülkelerinin de Rusya’nın tercihlerine uyum sağlaması bütün dengeleri Esad’ın lehine çevirmiş durumda. Bu noktada ABD’nin tutumunu değiştiren en önemli faktör Esad muhaliflerine yaptığı yatırımın tamamen iflas etmesi ve sahada Kürtlerin (YPG/YPJ) dışında5 hiçbir dayanaklarının kalmamasıdır. Başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerini daha belirgin söz söylemeye iten önemli bir faktör ise “organize bir şekilde hareket edip” Avrupa sınırlarına dayanan mültecilerdir. Şimdi bir geçiş süreci, iktidarın devredilme süreci üzerine planlar yapılmaktadır. Çünkü Esad iktidarının tamamen çöktüğü bir süreç her iki sorunu da yani ABD’nin inisiyatif ve Avrupa’nın göçmen sorununu katmerleştirerek büyütecektir. Esad ise Rusya’nın hamiliğinde zamana oynamaya ve BM’de Suriye’nin tek resmi temsilcisi olarak oturmaya devam ediyor.
AKP iktidarının ise ipleri tamamen elinden kaçırdığı, Erdoğan ve Davutoğlu’nun birbiriyle çelişen açıklamalarından bile rahatlıkla görülebilir. Putin’in görüşlerini değiştirme iddiasıyla Moskova’ya giden Erdoğan, dönüşte “Geçiş sürecinde belki Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir” diyordu. Ertesi gün Davutoğlu ise “Geçiş yönetiminde Esad’ın işbaşında olmasının geçiş yönetimini geçiş yönetimi olmaktan çıkartacağı kanaatindeyiz” demekle meşguldü. Bu noktada Putin’in Kürtleri dışında tutarak (“IŞİD ile sadece Suriye yönetimi ve Kürtler savaşmaktadır”) bütün muhalif grupları terörist ilan etmesi ise AKP’nin sözde ılımlı muhalefet güçlerini destekleme ve bunlara tampon bölgeler (kentler) oluşturma hayallerini de bitirmiştir. Suriye’de Kürtlerin lehine süren gelişmeler (ister AKP’li ister AKP’siz) Türkiye’yi eninde sonunda Kürt siyasi hareketi ile “yeni bir ilişki tanımlamaya” zorunlu kılacaktır.
Tayyip Erdoğan’ın kişisel çıkara dayalı olarak uluslararası ilişkileri kurma tercihi bir diğer rezaleti Hac’daki katliam sonrası tutumuyla yaşattı; “Bunlara bakarken bardağın dolu tarafından bakmak isabetli olur. Kalkıp da illa Suudi Arabistan’a bir fatura, suçlusu buymuş gibi bir yaklaşımı doğru bulmuyoruz”. Bu yetmezmiş gibi alay edercesine “bir Müslümanın, imam müezzin aramaması lazım. Kendi ölüsünü kendisi yıkayabilecek bilgiye kabiliyete erişmesi lazım” diyerek yeni katliamlara hazırlanın diyor.6 İran’ın açıklamasına göre Mina’da 800 değil, 5000’e yakın insan öldü ve Suudi yönetimi hem suçlu hem de ölenlerin sayısını saklamakta. Emevilerin zihniyetinde ortaklaşan AKP ve Suudi yönetimleri ise bu katliamı “kader” deyip suçu örtbas etmeye girişmiş durumdalar. Biz bu tutumu, madenci katliamlarından sonra yapılan açıklamalardan zaten biliyoruz. Bu arada, son yüz yılda insanlık tarihinin gördüğü en fazla ölümlü 10 izdihamdan 5 tanesi Mina Vadisi’nde yaşanmıştır, bununla sayı 6’ya çıkmış oldu.
Dünya ve Türkiye halklarının artık bu şahsiyetten ve bu şahsiyette cisimleşen iktidardan kurtulma zamanı gelmiş ve geçmektedir. Kuşkusuz bu tek başına seçimlerle olmayacaktır. Ancak bu seçimlerde 7 Haziran’dan daha büyük bir hezimet yaşaması AKP iktidarının çöküş sürecinde önemli göçük oluşturacaktır. Şimdi ileri alternatiflerin rahatlıkla dillendirilebildiği dönemdeyiz. HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, “CHP, HDP ve parlamento dışındaki barış ve özgürlükten ve demokrasiden yana güç ve çevre, Türkiye toplumuna alternatif bir demokratik iktidar sunabilmeliler” temennisi ortak bir mücadele zemininin tesisi için önemlidir. Bunun hayata geçmesinin çok çeşitli biçimleri rahatlıkla oluşturulabilir. Emek örgütlerinin 10 Ekim’de Ankara’da yapacakları “emek, demokrasi ve barış mitingi” pekala bu “güç ve çevre”nin kendisini dosta ve düşmana göstereceği bir eylem olabilir, olmalıdır. Böyle bir eylem emek/meslek örgütlerinin klasik davranış normlarına terk edilemez elbette, devrimciler gerek mitingin örgütleniş sürecini gerekse de mitingin kendisini Saray’a karşı güçlü bir muhalefet oluşturma amacıyla ele almalıdır. Kuşkusuz bu konuda HDP ve CHP’nin merkez yönetimlerinin de mütevazı ama kararlı bir biçimde sorumluluk almaları da temsil ettikleri kitleleri Saray karşısında ortaklaşmalarında önemli bir adım olacaktır.
Kuşkusuz Saray’ın saltanatını yıkma mücadelesi sadece sandığa bağlı olarak kurgulanmamalı; eğitim alanından doğaya ve kentlere, dış politikadan göçmen sorununa kadar her alan AKP’nin yağmasından ve talanından “nasibi almış” durumda. Saray, sistemin “aşil topuğu” haline dönüştü, Saray düzenine birlikte vurulacak her darbe Saray’ın yenilmesine halkın kazanmasına bir adım daha yaklaşmak demek olacak. Şimdi herkesin “ben” demeden, “biz” deme zamanı.
Artık son bir aya girdik. Saray’ın saltanatını duble yola da duble sandığa da gömmek bizlerin elinde…..
Dipnot:
1Bu yorumu yapan tahmin edilebileceği gibi Akif Beki’dir. Kendisini hala Erdoğan’ın yanlışlarını düzelten, aslında ne demek istediğini gazetecilere dikte eden Basın Sözcülüğü’ne vakfettiği için yorum yeteneğini şöyle kullanıyor; “mesela AK Parti’den aday olan Kürt’ün, Zaza’nın veya Ermeni’nin yerli ve milli olduğuna hükmedilecek de… CHP ya da HDP’den aday olursa aksi bir hüküm mü verilecek? Hayır, Cumhurbaşkanı’nın kastı bu da olamaz.”
2Yeniden göze giren yumurtakolik Burhan Kuzu bile, “o kadar duble yol yaptık, hala ölüyorlar” diyor. Sanki yolları yapmalarının asıl amacı trafik katliamlarını önlemekmiş gibi. Bu arada o kadar duble yola, hava taşımacılığının artmasına rağmen AKP’li yıllarda trafikte ölenlerin sayısı sürekli artıyor. Acaba AKP bu konuda bir şeyleri eksik bırakıp, yanlış yapıyor mu? Mesela hafızlık eğitimi yerine trafik eğitimini önemsemek, sadece asfalt dökmek yerine yol güvenliğini geliştirmek…..
3Saadet Partisi’ni kafalama taktiği de başarısız olduğuna göre.
4Erdoğan’ın bayram sabahı “sandık taşımaları” için “Farklı il ve ilçelerden de gelebilir” sözünden hemen sonra Silvan, Cizre ve Bitlis’teki “sandık taşıma” kararlarına Silopi, Hakkari ve Batman eklendi. Bunların daha da artması kesin.
5Ne kadar güçlenirse güçlensinler Kürtler, Suriye’nin tamamında iktidar kurabilecek bir güç olamayacaklardır.
6İstanbul’da Kadıköy Ahmet Sani Gezici Lisesi’nde 2015-2016 Eğitim-Öğretim Dönemi’ni açma bahanesiyle kullandığı bu vurgu eğitimden ne beklediğini göstermek için yeterli.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.