Suriye ile 900 km sınırımız var ve görünen o ki TSK bu sınırı tutmakta zorlanıyor, rejimin tamamen çökmesi durumunda cihatçıların bir sonraki hedefinin Türkiye olacağı çok açık. Sağolsun Rusya attığı son adımlarla Suriye rejimini bir tür güvence altına aldı ve en azından Türkiye’nin bu ülkede bir maceraya atılmasının önünü görünen gelecekte kapattı Rusya, İran ve […]
Suriye ile 900 km sınırımız var ve görünen o ki TSK bu sınırı tutmakta zorlanıyor, rejimin tamamen çökmesi durumunda cihatçıların bir sonraki hedefinin Türkiye olacağı çok açık. Sağolsun Rusya attığı son adımlarla Suriye rejimini bir tür güvence altına aldı ve en azından Türkiye’nin bu ülkede bir maceraya atılmasının önünü görünen gelecekte kapattı
Rusya, İran ve Suriye’ye S-300 hava savunma sistemleri yerleştirmek için harekete geçti. S-300’ler (Ben S-300 diye özetliyorum ama 300’ün arkasına gelen harflerle ayrışan bir çok model var) bilinen en iyi hava savunma sistemlerinden bir tanesi[1]–[2]. Yaklaşık 250 km’lik bir menzilde % 98’lik bir başarı oranıyla, karadan karaya füzeler de dahil olmak üzere, bütün hava hedeflerini vurabiliyor. Kısacası ‘uçuşa yasak bölge’ kavramını % 98 oranında fiiliyata geçiren bir sistem.
Rusya, İran ve Suriye’yle S-300’lerin satışı konusunda çok uzun zamandır görüşüyor. Rusya’nın bu konuyu şimdiye pek dillendirmemiş olmasının bazı nedenleri var. Bunlardan ilki ve en önemlisi İsrail’in itirazıydı. Rusya her mantıklı ülkenin yapacağı gibi, İsrail’in S-300 satışı konusundaki itirazlarını temellendiren gerekçeyi çok da haksız bulmuyordu; “Bu savunma sistemleri benim hava sahamı da tehdit ediyor.” Ancak İsrail bu haklılığını kendi attığı hatalı bir adımla kaybetti. İsrail, Golan’dan atılan ve daha çok Hakan Fidan’ın füzelerine benzeyen (bu bir teknik terim değildir) iki roket nedeniyle Suriye Ordusunun mevzilerine hava saldırıları düzenledi ve üstelik bunu bir alışkanlık haline getireceğine dair ipuçları da verdi. Netanyahu’nun faşist kabinesi kimsenin cesaret edemeyeceği adımı atarak İsrail jetlerini İŞİD’in saldırılarını desteklemek için açıktan kullanmaya başladı. Bu, Netanyahu’nun ABD’yle, en azından Obama’yla olan bağlarını bile zorlayan bir karardı ve bu adımla Netanyahu kendi itirazının bütün haklı gerekçelerini ortadan kaldırarak, S-300’lerin bölgeye sevkiyatını onaylamış oldu.
Bölgede Suriye’ye karşı cihatçılara hava desteği vermek isteyen 2. faşist bildiğiniz gibi bizim Saraylıydı. Saraylı bu talebini ‘uçuşa yasak bölge’ olarak diplomatik dile tercüme ediyordu. Uçuşa yasak bölge teknik olarak Suriye hava kuvvetlerinin uçuşuna yasak olacaktı. Böylece cihatçıların ana ikmal yolları, MİT öncülüğünde bölgede kurulan cephanelikler, komuta kontrol merkezleri ve silah üretim tesisleri hava şemsiyesi altına alınmış olacaktı. Dolayısıyla Sultanımızın talepleri gereğince önce Suriye Hava savunma sistemi ortadan kaldırılacak sonra da İsrail ve Türk jetleri artık kimin canı istiyorsa, İngiltere, Fransa gidip Suriye’yi, Suudilerin Yemen’i, koalisyonun Libya’yı bombaladığı pervasızlıkta bombalayabilecekti.
Rusya S-300 hava savunma sisteminin kendisini değil cümlesini kurarak Suriye savaşında rejim yanlısı güçleri, Hizbullah ve İran da dahil olmak üzere hava şemsiyesi altına aldı. Uçuşa yasak bölge öyle değil işte böyle kurulurdu; tek bir cümleyle.
S-300’lerin lafı bile yetti. İsrail jetleri uzun bir süredir kendi hava sahalarını kullanıyor. S-300’ler bölgeye, gelir ya da gelmez, henüz orası belli değil, ama şu anda istenen etkiyi sağlamıştır; İşte buna Rus diplomasisi deniliyor.
Yaklaşık bir aydır Rusya’nın Suriye’de tavır değişikliği içinde olduğuna, artık Suriye rejimine doğrudan askeri destek sağlayacağına, hatta Rus deniz piyadelerinin işe dahil olacağına dair bir çok haber ve ‘analiz’ gözümüze çarpmaya başladı. Boğazlardan geçen Rus nakliye gemilerinin güvertelerindeki kamyonların, Lazkiye üssüne inen Rus nakliye uçaklarının battaniye dolu gibi gözüken kargo bölümlerinin fotoğrafları ve bir Rus zırhlı personel taşıyıcının telsiz konuşmalarında Rusça sesler duyulduğuna dair videolar twitterda yayınlanıyor. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise Rusya’nın Suriye politiasında hiç bir değişiklik olmadığını ve Rusya ile Suriye arasında yıllar boyunca varolan ama kimsenin dönüp bakmaya bile tenezzül etmediği savunma anlaşmalarını işaret ederek; “Bu anlaşmaların gereğini yerine getiriyoruz” diyor.
Rusya’nın bu yeni hamlesi ya da PR’ı -şu an için pek de önemli değil bu fark- Batı medyasında da Suriye savaşında yeni bir aşama olarak yorumlanıyor. Guardian’dan New York Times’a kadar birçok kanaat-yapıcı basın organı bu konuyu farklı boyutlarıyla makalelerinde değerlendirdi. Rusya ise zig-zag yapmadan ilerliyor. Barışa dair bütün alternatifler -içi boş olduğu bilinmesine rağmen denendi ve tüketildi. Barış hukuku sonuçsuz kaldı. Bu arada da yaşama tırnaklarıyla tutunmuş olan Suriye rejimi hala savaşma gücü olduğunu ve bu savaşın Esad’ın savaşı değil Suriye halklarının savaşı olduğunu kanıtladı.
Rusya’nın bu ‘yeni tavrı’ Erdoğan’ın Suriye hevesleri için ne kadar ölümcülse Türkiye için o kadar yaşamsal. Belki çok küçük bir azınlık dışında ülke olarak varlığımızı, önce tarihe geçmiş Kobane zaferine, sonra da Esad’ın direniş azmine borçlu olduğumuzu unutuyoruz. Eğer Suriye’de rejim çökerse bundan en çok zarar görecek ülke doğal olarak biziz. Suriye ile 900 km sınırımız var ve görünen o ki TSK bu sınırı tutmakta zorlanıyor, rejimin tamamen çökmesi durumunda cihatçıların bir sonraki hedefinin Türkiye olacağı çok açık. Sağolsun Rusya attığı son adımlarla Suriye rejimini bir tür güvence altına aldı ve en azından Türkiye’nin bu ülkede bir maceraya atılmasının önünü görünen gelecekte kapattı.
Artık, T.C.’nin, TSK’nın ve Erdoğan’ın Suriye’de bir macera araması, eğer ölümüne susamadıysa, olanaksızdır. Uzun bir süredir Rus diplomasisinin zerafetini, Suriye’nin arkasında duran Rusya’yı bir sis bulutu arkasında saklamak için araçsallaştırmış olan Erdoğan ve şürekası artık bu olanağı tamamen yitirmiştir. (Bu aşağılık propaganda nedeniyle Putin’in çileden çıktığı ve Türkiye’nin Rusya elçisini çağırarak nezaketi tamamen bir kenara bıraktığına dair söylentileri siz de takip etmişsinizdir; “Erdoğan cehenneme gidebilir…”) Bu gelişme Erdoğan’ın savaş seçeneklerini teke indirmiştir, artık Erdoğan’ın ve onun elindeki T.C.’nin tek ‘opsiyonu’ iç savaştır. Bunun da gereklerini hiç vakit kaybetmeden yerine getirmektedir.
Rusya Suriye sorununda aldığı ‘yeni konumu’ 2016’daki ABD seçimlerinden önce hızla fiiliyata dökecektir. Putin, Obama’nın başkanlığının son yılında artık 3. Dünya Savaşı’nın bir alt maddesi haline gelmiş olan Suriye sorununu yeni ABD başkanına miras bırakacağını çok iyi biliyor. ABD başkanlarının içlerinde kalmış olan ‘iyi niyeti’ özgürce politikalarına yansıtabildikleri yıl başkanlıklarının son yılıdır. Hemen hemen bütün ABD başkanları savaş diyerek gelir, barış diyerek giderler. Obama da İran anlaşmasıyla, başkanlığı bırakmadan önce, 3. Dünya Savaşı’nın önüne güçlü bir takoz koymuştur. Bu takoz ve S-300’ler Netanyahu’nun ve Erdoğan’ın savaşı İran’a yaymasını ve Suriye savaşının aktif katılımcıları olmasını önlemiştir. Oysa Netanyahu ve Erdoğan için bu açılım çok önemliydi. Netanyahu ve onun faşist aygıtı artık Gazze’nin bombalanacak bir tarafı kalmadığının farkındadır. Gazze ve Filistin halkı o kadar çok bombalanmıştır ki Gazze’de yaşam sönmek üzeredir. Köz tutmuş bir yangını tekrar tekrar bombalamak ateşi canlandırmayacaktır. Bu nedenle Netanyahu Mescid-i Aksa gibi sembolik hedeflere, Erdoğan ise Kürtleri bombalamaya yönelmiştir. Faşistler savaş olmadan iktidarlarını koruyamazlar. Eğer ortada savaş olanağı kalmamışsa yaratırlar. Rusya’nın hamlesi her iki faşistin de savaş olanaklarını daraltmıştır.
Ancak Rusya’nın bu karşı hamlesinin Ortadoğu’yu kat be kat aşan başka bir anlamı daha var; Rusya, bu hamleyle, Napolyon ve Hitler’den sonra bir 3. saldırıyı daha, NATO saldırısını, kendi topraklarında, ‘göğsünde yumuşattıktan sonra’ karşılamayacağını da ortaya koymuş oldu. Ukrayna’da çizilen cepheye Suriye’yi de dahil etti. Hiç tartışmasız dünya savaşına giden yolda -bkz 2. Dünya Savaşı öncesi Japonya’ya konulan ambargolar- belirgin bir adım olarak kabul edilmesi gereken ambargoların da kendi üstünde hiçbir yaptırım gücü olmadığını dosta düşmana deklare etmiş oldu.
Birçok Batılı tarihçi Stalin’i, II. Dünya Savaşı öncesi Hitler’le yaptığı saldırmazlık anlaşması nedeniyle eleştirir (Savaştan günler önce Berlin dönüşünde uçaktan elinde Hitler’le yaptığı saldırmazlık anlaşmasını sallayarak inen İngiltere başbakanı Chamberlain’i görmezden gelerek). S.S.C.B. savaşı mümkün olduğunca geciktirmek zorunda olduğunu iyi biliyordu, bu sayede Sovyet ağır sanayiini, savaştan önce Uralların arkasına taşımayı başardı. Şimdi Putin, yine bir dünya savaşından önce, S.S.C.B.’nin dağılmasından sonra gerçekten dağılmış olan silah sanayiini, Rus ordusunu ve yeni Rus milliyetçiliğini (en önemli ideologlarından birisi bence yaşayan en iyi yönetmen olan Mikhalkov’dur, bkz Güneş Yanığı) Kızıl Ordu’nun zaferleriyle soslandırarak, Rus halkını tekrar bir araya getirmeyi başarmış gibi gözüküyor. Bu toparlanma açıkçası dünya gezegeninde yaşayan herkes için bir umut. Batı medyası uzun bir süreden beri Çin ve Rus ekonomisinin çökmekte olduğu temasını yoğun bir biçimde işliyor. Bu öyle aşağılık bir propaganda ki, tek yaratmak istediği algı Çin ve Rusya’nın kolay yenilebilecek düşmanlar olduğu yanılgısı. Bir yönüyle bizdeki şehit edebiyatına benziyor; Savaş! İktidar-Tanrı adına öl! Cennete git. Batı ana akım medyada bu propagandanın karşılığı ise; Orada zayıf bir düşman var, Savaş! Zafer kazan! Ölümsüz ol!
Kısacası iki yolda, iyice yoksullaştırılmış halklar için tek bir seçenek öneriyor. Savaş ve öl! Dökülen kanın vampirleşmiş sermayeye yaşam pınarı olsun.
ABD-NATO savaş makinası, eski SSCB yeni ABD uydularını (Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Ukrayna) atlama taşı haline getirerek Rus sınırlarına yığınak yapmayı sürdürüyor. Batı ana akım medya açık bir savaş kışkırtıcılığı olan bu savunulamaz durumu Rus saldırganlığının önlenmesi başlığı altında ürettiği haberlerle meşrulaştırmaya çalışıyor. ABD’nin Avrupa’ya dayattığı bu savaş ve onun öncesinde ambargo, gerçekte bütün AB ülkelerinin halklarının çıkarlarıyla çelişiyor. Bu çelişki Merkel ve Hollande tarafından da çeşitli kereler dile getirildi. ABD’nin bu isteksizliğe yanıtı yeni NATO ülkelerini ve onların kukla hükümetlerini işe dahil etmek oldu. ABD’nin AB’ye katılmaları için önayak olduğu bu ülkeler şimdi AB’nin kurucu ülkeleri diyebileceğimiz Almanya, Fransa, İtalya için birer truva atına dönüşmüş durumda. ABD, Japonya ve Vietnam’da olduğu gibi bu ülkelerde de kurduğu kukla hükümetlerle AB’nin güvenlik politikasını rehin almış oldu. Olası bir dünya savaşında kukla hükümetleri -kara koyunlar- aracılığıyla mezbahaya ilk sürülecek halklar da maalesef bunlar olacaktır.
ABD seçimlerine kadar barışın önünde bir koca yıl var. Barışa dair yeni umutlar da var. Bunlardan kanımca en önemlisi İngiltere’de İşçi Partisi’nin yeni lideri Jeremy Corbyn. Tsipras’dan yediğimiz ağır kazıktan sonra artık yoğurdu üfleyerek yiyor olsak da, gerçek görevi neokonların İngiliz büyükelçiliği olan[3], boş zamanlarında da İngiltere’de başbakanlık yapan David Cameron ve ana akım medyanın saldırıları Jeremy Corbyn hakkında umut aşılıyor. [4]
Bir ikinci umutta Demokrat Parti başkan aday adayı olan sosyalist Bernie Sanders. Bernie Sanders’ın adaylık yarışını ya da Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin İngiltere’de seçimi kazanıp kazanmaması önemlidir tabii ama bu seçimler aracılığıyla oluşan siyasi arena ve toplumsal odakta bu iki liderin kamuoyuna söyleyecekleri bile barış için önemli kazanımlar olacaktır. Tıpkı HDP ve Selahattin Demirtaş gibi.
Sosyalistlerin ve ilerici güçlerin önümüzdeki bir yıl içinde yükseltecekleri ‘Barış Mücadelesi’ gezegenimizin geleceği ve tekrar yaşanılabilir bir dünyaya dönüştürülmesi için kritik bir önem taşıyacaktır. Temizliğe kendi kapımızın önünden başlayarak, hep beraber bu mücadeleye destek vermeliyiz.
Dipnotları:
[1] http://www.armyrecognition.com/russia_russian_missile_system_vehicle_uk/s-300vm_antey-2500_sa-23_gladiator_giant_technical_data_sheet_specifications_pictures_video.html
[2] http://www.ausairpower.net/APA-S-300PMU2-Favorit.html#mozTocId891272
[3] https://www.wikileaks.org/plusd/cables/08LONDON930_a.html
[4] http://www.independent.co.uk/news/uk/politics/david-cameron-claims-jeremy-corbyn-is-a-threat-to-national-security-10498651.html
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.