Bu metin, yazarlarının gerçek anlamda dayanışma ve özgürlük talep eden bir feminizm siyasetini savundukları Feminists@law dergisinin 4:1 sayılı özel bölümünde yer almıştır: İsrail’deki Filistinli kadın; toplumsal ataerkil baskının yanı sıra, biyopolitik, jeopolitik ve nekropolitik[1] Siyonist yerleşimci sömürgeciliğin karşısında duran ve ona meydan okuyan kadındır. Filistinli kadınların maruz kaldıkları baskılar ve haklarını gasp eden ayrımcı politikalar, […]
Bu metin, yazarlarının gerçek anlamda dayanışma ve özgürlük talep eden bir feminizm siyasetini savundukları Feminists@law dergisinin 4:1 sayılı özel bölümünde yer almıştır:
İsrail’deki Filistinli kadın; toplumsal ataerkil baskının yanı sıra, biyopolitik, jeopolitik ve nekropolitik[1] Siyonist yerleşimci sömürgeciliğin karşısında duran ve ona meydan okuyan kadındır. Filistinli kadınların maruz kaldıkları baskılar ve haklarını gasp eden ayrımcı politikalar, İsrail Devleti’nin yapısal şiddetiyle birlikte son zamanlarda iyice artmıştır (Rouhana, 1997; Rouhana ve Sultani, 2003). Filistin toplumunu darboğazda bırakan ekonomik yaptırımlar, toplumun temeline ve bütünlüğüne yönelik saldırılar ve Siyonist politikaların yeniden üretip semirttiği eril ideolojilerin yükselişi ile birlikte söz konusu baskı biçimleri çok çeşitli boyutlar almıştır. Siyahi feministler ve üçüncü dünya ülkelerinin kadın akademisyen ve aktivistleri tarafından da belirtilmiş olduğu gibi (Smith, 2005), Siyonist yerleşimci sömürge rejimi, tıpkı tüm diğer yerleşimci sömürgeci yapılarda olduğu gibi, sömürge toplumun ataerkil güçlerini manipüle etmektedir; ve bu durum, İsrail Devleti’nin kurulmasıyla sonuçlanan 1948’deki Nakba’dan (Filistinlilerin Arap-İsrail savaşına vermiş olduğu isimle “facia”) bu yana artarak devam etmiştir.
Siyonist güçler, Filistinlilerin yaşadığı travma ve sonrasında gelen korku ve bilinmezlik halinden yararlanarak (Sa’di, 2005) “ileri gelen” dedikleri bir grup temsilci seçerek onları ufak da olsa söz ve güç sahibi haline getirdiler. Mukhtar (muhtar), veya Wajih (ileri gelen) olarak resmi makamlara atanan bu seçili kişiler, böylece, toplumları üzerinde halen etki ve sorumluluk sahibi olabilecekleri hayaliyle bu uygulamayı kabul ettiler (Cohen, 006; Hassan 1999). Eş zamanlı olarak, devlet yine katletmeye, topraklara el koymaya, demografik temelli ırkçı yasalar çıkarmaya; bedenleri, hayatları ve eğitim kurumlarını kontrol altına alarak Filistin kimliğini zayıflatma çabalarını sürdürdü. İsrail Devleti, gaddar yöntemlerle Filistinli entelektüelleri taciz etmeye veya hapsetmeye de aynı şekilde devam etti (Zureik vd., 2011). Bu bağlamda kadınlar yalnızca dünyaya daha çok Filistinli getiren unsurlar olarak görülmeye başlandı. İsrailli nüfus bilimcilere göre, Filistinli kadınların bedenleri ve doğurganlıkları, derhal etkisiz hale getirilmesi gereken birer “demografik tehdit” idi (Shargai, 2010; Sofer ve Shalev, 2004). Kadınların yerleşimci sömürgeci iktidara karşı biyopolitik tehdit olarak addedilmesi onları güvenilmemesi gereken korkutucu bir imgeye dönüştürdü, ve bu düşünce biçimi; kadınların, topraklarının ellerinden alınması yoluyla uzamsal olarak da zapt edilmesi arzusunu beraberinde getirdi (e.g. Kassem, 2011).
Filistin’de doğmuş ve Haifa’da büyümüş bir feminist olarak edindiğim bilgi ve tecrübelere dayanarak, bu makalede, yerleşimci sömürgeci İsrail devletinde Filistinli kadınlar için feminizmin doğasını şu üç temel soruyla irdeleyeceğim:
Yerleşimci sömürgeciliğin karmaşık sosyo-politik gerçekliği İsrail’deki Filistinli kadınların hayatlarını ve konumlarını nasıl etkilemektedir?
İsrail’deki Filistinli feministlerin ne tür bir eleştirel feminist düşünce yöntemine ihtiyaçları vardır?
Pek çok İsrailli feministin, Filistinli kadınların tarih boyunca maruz kaldığı adaletsizlik ve süregelen şiddet karşısındaki ırkçı suskunluklarını hangi açılardan inceleyebilir ve bunun karşısında nasıl durabiliriz?
Yerleşimci sömürgeciliğin karmaşık sosyo-politik gerçekliği İsrail’deki Filistinli kadınların hayatlarını ve konumlarını nasıl etkilemektedir?
İsrail’deki Filistinli kadınların konumu Siyonist ideolojinin yapısal şiddetiyle belirlenmiştir. İsrail’e özgü yerleşimci sömürgecilik (kutsal kitaptaki “vaat edilen topraklardaki seçilmişler” inancı; ve yerinden etme, dağıtma ve katletme politikaları ile süregelen tarihsel adaletsizliğe arka çıkan “laiklik” olmak üzere iki özel ideoloji yoluyla) Filistin tarihinde gerek erkeklerin gerekse kadınların marjinalleştirilmesine ve tecrit edilmiş bantustanlara[2] sürülmelerine neden olmuştur. İsrail devleti, Nakba’nın ardından evlerine geri dönmek isteyen Filistinlileri hem ajanlıkla suçlamış, hem de -1966’ya kadar uygulanmış olan askeri rejim sürecinde biraz yavaşlamış olmakla birlikte- Filistinlileri yerlerinden edip sınırlarla çevrilmiş coğrafi alanlara hapseden sömürgeci politikalar uygulamıştır. Filistinliler üzerindeki bu tahakküm, İsrail “güvenlik” rejimi tarafından kontrol edilen, kuzeyde Galilee, merkezde Üçgen bölgesi ve güneyde Naqab’da uygulanmıştır. Bu jeopolitik bölme eylemi, kontrol mekanizmalarının planlanıp düzenlemesi ve bölgelerin devamlı olarak gözetim altında tutulması yoluyla sağlanmıştır; bu da Filistin bölgeleri üzerinde İsrail hâkimiyetiyle ve söz konusu bölgelerin Yahudileştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Bir dizi yasal, kültürel ve politik prosedürlerle Filistin bölgesinin daraltılması başarıyla gerçekleştirilmiştir (Yiftachel, 2006; Rouhana, 1997; Kretzmer, 1990; Yacobi, 2002).
Bu sömürgeci siyasetin ve Filistinlileri yerlerinden edip dağıtma, şiddete maruz bırakma politikalarının etkisi iki temel düzlemde görülmektedir: Öncelikle, Filistin toplumu üzerinde büyük bir korku ve karmaşa hali yaratmıştır ve bu da Filistin toplumunun kendini korumak için ekstra çaba sarf etmesine sebep olmuştur; örneğin, topraklarını kaybetmiş olmaya, yoksulluk ve diğer zorluklara, İsrail’in yaşamlarına ve mahremiyetlerine müdahalelerine karşı doğrudan direnmeleri gerekmiştir. Filistinli kadınların; ailelerini, yuvalarını, güvenli ortamlarını, mahremiyetlerini kaybetmeleri, eğitime erişimlerinin engellenmesi, bedenleri ve yaşamları üzerinde gittikçe artan askeri baskılara uğramaları kısacası daha iyi bir hayata sahip olabilmeleri ihtimali önündeki tüm engeller devlet tarafından gördükleri yapısal şiddetin sonucudur (Shalhoub-Kevorkian, 2009). Filistinli kadın, yerlerinden edilen ve farklı bölgelere dağıtılan ailelerinden gelecek sosyal desteği ve yerel toplumsal kontrollerin yokluğunda; psikolojik, fiziki ve cinsel güvenliklerini kaybettikleri durumlarda, sömürgeci için açıkça zayıf bir kurban haline gelmektedir. Yerleşimci sömürgeci tarafından uygulanan jeopolitik ve biyopolitik siyaset; Filistinli kadını sosyal hizmetlerden coğrafi olarak ayrı düşürmektedir; çünkü devlet köy ve kasabaları “İsrailleştirme”ye tabi tutmakta; kadının toplumsal, ekonomik ve politik gelişiminin, eğitim hayatının ve bireysel kimliğinin önüne taş koymaktadır. Kadınlar, şiddete maruz kaldıklarında resmi kurumlardan buna yönelik herhangi bir destek görememeleri sebebiyle, devletin adalet sistemine güvenlerini kaybetmektedirler (Shalhoub-Kevorkian, 2011). Sistematik devlet şiddeti, (yerleşimci sömürgeciliğin feminist düşünürleri tarafından izlenen süreçlerin ortaya koymuş olduğu gibi) Filistin toplumunun temel dokusunu, toplum içindeki iktidar ilişkilerini, toplumsal cinsiyet ilişkileriyle birlikte değiştirmiştir (Razack, 2002; Smith, 2005). Özellikle yoksullar ve coğrafi olarak uzak bölgelerde yaşayanların durumunda olduğu gibi, Filistinli kadınların sahip olduğu seçenekler içlerinde bulundukları bu gerçeklikle en aza indirgenmiştir.
Filistinlileri Yahudilerden ayıran coğrafi politikalar ve toprak kullanımı ve mülkiyeti ile ilgili özel yasalar, ailelerin yeniden bir araya gelmeleri ihtimaline karşı gözetimler ve Nakba’nın anılmasına karşı uygulanan politikalar (İsrail vatandaşlığı yasasına ve yeni çıkarılan Nakba Yasası’na bakılabilir) İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğinin çeşitli sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır. İsrail’in coğrafi temelde ayrımcı politikaları, Filistinlileri kalabalık yaşam alanlarına sürmüş ve bu yaşam alanlarını, dil, yasalar ve devlet politikalarını Siyonist ideolojiye hizmet etmek üzere şiddet yoluyla dönüştürmüş, Filistin kimliğini yok olmaya maruz bırakmıştır. Bütün bunlar ise karşımıza yeni bir tür toplumsal cinsiyet bağlamı çıkarmaktadır. Bahsedilen dönüşüm; İsrail’in doğal kaynaklar üzerindeki kontrolü, topraklara el koyması ve buradaki insanları yerlerinden etmesi, (İsraillilerin yaşamlarını kolaylaştırıp Filistinliler için her şeyi daha da zorlaştıran yasalar aracılığıyla) siyasetin “siyonistleştirilmesi” ve bütçe dağılımları konularında da görülmektedir. Aslında, Filistinlilerin hayatlarının tahakküm altındaki her alanında aynı dönüşümü görmek mümkündür: yolların ve ulaşım sistemlerinin planlanması, toprak ve diğer mekânların Yahudileştirilmesi, kendi topraklarında ev inşa etmelerinin önüne geçilmesi, evlerin ve köylerin boşaltılması, Siyonist ideolojiyi ve Yahudi ulus devleti fikrinin yasalarla güçlendirilmesi, Arap eğitim sistemi ve müfredatı üzerindeki katı kontroller gibi… (Abu Saad, 2004a, 2004b; Mazawi, 2004; Shalhoub-Kevorkian, 2009).
İsrail ekonomisi söz konusu olduğunda ise, en yoksul kadınların büyük bir çoğunluğunun Filistinli olduğu görülmektedir. İsrail’in resmi istatistiklerine göre, İsrailli bir çocuğun eğitimi için ayrılan devlet yatırımı, Filistinli bir çocuğun eğitimine ayrılandan birkaç kat daha fazladır (Abu-Saad, 2004a). İsrail’deki Filistin ve İsrailli eğitimleri arasında 20 yıla yakın (bütçe dağılımları, sınıf ve diğer ekipmanların erişilebilirliği açısından) bir fark bulunmaktadır ve bundan en olumsuz etkilenenler ise Filistinli kız çocuklarıdır (Abu Rabia-Queder, 2004). Nisan 2009’da İnsan Hakları Savunucusu Doktorlar tarafından yayınlanan rapora göre, doğum sırasında ölen oranının en yüksek olduğu yer, Naqab’daki Filistin topluluğudur. Sağlık servislerine ulaşımda en dezavantajlı grupta oldukları gibi, Filistinli kadınlar ülkenin en yüksek hastalık oranına sahip gruptur (Daoud, 2008). Bunun yanı sıra, maruz bırakıldıkları yoksulluk, kadınları devletin Filistinlileri kendi saflarına katma politikalarına karşı da savunmasız bırakmıştır. Örneğin, İsrail “kamu hizmeti,” ötekileştirilmiş, fakir ve ihtiyaç sahibi kadınlara maddi destek sunarken, devletin Filistin kimliğini yok etme girişimini maskelemekte ve marjinalize olmuş kadınlara karşı ilave cezalar uygulamaktadır.
Kültürel, ulusal ve toplumsal varlıkları İsrail’in “böl ve yönet” politikaları tarafından silinmekte olan Filistinli kadınların maruz kaldıkları şiddet ise, oryantalist kültürel analizler yoluyla ataerkil Arap kültürüyle ilişkilendirilmekte ve süregelen Siyonist mülksüzleştirme bağlamının dışında resmedilmektedir (Shalhoub-Kevorkian ve Daher-Nashef, 2013). Kadınlara yönelik şiddetin bu tarz bir kültürel analizle ele alınması ataerkil iktidarın baskısını yeniden üretip güçlendirmekte, daha fazla şiddete yol açmakta, halkın sosyal, politik ve ekonomik gelişiminin önünü tıkamaktadır.
Filistinli kadınların, şiddete uğradıklarında polisten gördükleri tepkiler üzerine yapılan çalışmalar, polisin ve yargı sisteminin Filistinli kadınları baskı altında tutmak adına oryantalist bir tutum benimsedikleri ve maruz kaldıkları durumu manipüle ettiklerini göstermektedir (Shalhoub-Kevorkian, 2004). İsrailli polisler, kadına şiddet vakalarında erkek akrabaların, “ileri gelenlerin” veya tacizcilerin şahitliklerine başvururken, “kültüre duyarlı bir yaklaşım” benimsediklerini iddia etmektedirler. Çalışmalara göre, kadınlar polisten yardım umarken erkeklerin çağrılması, kadınların güvensizlik duygularının artmasına ve kimi durumlarda hayatlarının tehlikeye girmesine neden olmaktadır. (Shalhoub-Kevorkian, 2011). Benim çalışmalarım da, gerek polisin gerekse yargı sisteminin kadınlara gerekli desteği sağlamakta yetersiz olduğunu, bunun da kadına şiddet olaylarının artmasına neden olduğunu; hâkim ataerkil yapıları yeniden üretip daha da güçlendirdiğini göstermiştir (Shalhoub-Kevorkian, 2004, 2011).
İsrail’deki Filistinli feministlerin ne tür bir eleştirel feminist düşünce yöntemine ihtiyaçları vardır?
İsrail’de, Filistinli kadınların; tarihi, jeopolitika, biyopolitika ve nekropolitika ve sömürgeci ırkçılık bağlamında konumlarını incelerken, biz Filistinli feministler, Nakba’yı merkez bir vaka ve epistemolojik kopuş noktası olarak ele almalıyız. Filistinlilerin çektiği acıları dikkate alan eleştirel bir analiz geliştirebilmek için, Nakba’nın doğasını, etkisini ve beraberinde getirdiği, sonrasında İsrail’in en baştan itibaren uygulamaya devam ettiği şiddeti incelemek gerektiğini düşünüyorum. Önerdiğim feminist analiz, gelişim aşamasındayken Siyonist oluşuma ABD ve Avrupa başta olmak üzere verilen küresel desteği de içermektedir. Bu tür bir inceleme, hem bu desteğin nasıl görmezden gelindiği ve Filistinlilerin acıları üzerindeki insanlık dışı Siyonist söylemi güçlendirdiği; hem de Filistinlilerin mücadelesinin uluslararası camiada süregelen inkârının bu acıları nasıl görünmez kılıp yerleşimci sömürgeci rejimi ve onun mülksüzleştirme sürecini güçlendirdiğini de dikkate almalıdır. Önerilen feminist teorinin, aynı zamanda, İsrail’deki Filistinlilerin susturulması ve yok sayılması için kullanılan yasaları, bürokrasiyi, strateji ve taktikleri de ifşa etmesi gerekmektedir. Çalışmanın sonucunda, İsrail vatandaşlık yasasında olduğu gibi Filistinlilerin toplumsal ilişkilerini bozan, Nakba yasasında olduğu gibi (Adalah 2011) Filistinlilerin toplumsal hafızasını yasaklı hale getiren ırkçı yasaların (Shalhoub-Kevorkian, 2012) analizi yapılmalıdır. Filistinli kadınların ve feministlerin karşı karşıya olduğu zorlukların temelinde, etnik temizlik ve baskı stratejileri (örneğin, 1966’ya kadar süren askeri rejim) ile Filistinlilerin evleri ve topraklarından arta kalanlar üzerinde İsrail’in kurulması, Filistin kimliğinin ideolojik yollarla hükümsüz hale getirilmesi ve Filistin’in ataerkil düşünce yapısının yeniden üretilip güçlendirmesi bulunmaktadır.
Burada, Nakba’yı tüm bunların temelindeki tetikleyici unsur olarak görüp analiz için çıkış noktası kabul etmekle kastedilen nedir? Ve “iktidarın fiziği” kavramı feminist analiz ve uygulamalarımızı ne ölçüde ileri taşıyabilir?
Nakba’nın son 66 yıldaki izlerinin çözümlemesini yapabilmek için –Geri Gönüş Hakkı’nı savunan seslerin susturulması, mültecilerin dönüş hakkının inkârı, yerli nüfusun sindirilmesi, Batı Şeria, Kudüs ve Gazze Şeridi’nin işgali, devlet şiddeti eliyle yapılan acımasız katliamlar dahil – öncelikli olarak, sürekli hale gelen travmaların ve yapısal adaletsizliğin kolektif benlik ve cinsiyet rolleri ve politikaları üzerindeki etkisini kavramamız gerekmektedir. Devletin “vatandaşı” olan bireyler de dahil olmak üzere, İsrail’e devamlı tehdit oluşturduğu için tahakküm ve esaret altına alınması gereken Filistinli algısı, Filistinli benliğini ve toplumunu yeniden güçlendirmek ve nefes alabilir hale getirmek aciliyetini de beraberinde getirmektedir. Ne var ki, yerleşimci sömürgeci ideolojisi ve uluslararası topluluğun Filistinlilere yardım konusundaki gönülsüzlüğü sömürgeci iktidarı daha da güçlendirip İsrail’in kurulmasında destek oluşturmuş ve aynı zamanda Filistinlilerin omuzlarındaki yükü olduğundan daha da ağır hale getirmiştir.
Sürekli olarak devletin demokratikliğini vurgulayıp İsrailli kadınların erkeklerle tamamiyle aynı derecede eşit olduğunu dile getirirken, bunun karşısına, “geri kalmış” Filistin toplumunun ataerkil toplum yapısı tarafından acımasızca baskılanan Filistin kadını imgesini koymak, sömürge toplumun birlik ve egemenliğini kırmak adına kasıtlı olarak uygulanan klasik stratejilerdir (Thobani, 2012; Perera ve Pugliese, 2012; Razack, 2002; Sarkar, 2009). Bu amaçla, İsrail’in siyasi adaletsizliklerini örtbas eden kültürel analizler üretilmekte ve “Filistinli kadınların Filistinli erkeklerin baskılarından kurtulmaları” için çağrılar yapılmaktadır (bkz: Abu-Lughod, 2002). Filistinli kadınların bulundukları konumlar manipülasyona uğramakta ve bu kadınlar ait oldukları toplumun geri kalmışlığının simgesi olarak sunulmaktadır. Bu tür moral bozma ve şeytanlaştırma politikalarına paralel olarak, Siyonist oluşum, “demokratik bir toplum” olarak, Filistin erkinin baskısı altındaki Filistinli kadınları “özgürleştirme” isteğini beyan etmektedir. Aynı zamanda; devletin, bölgeyi Yahudileştirme ve Filistin kimliğini yok etme planının bir parçası olarak Filistinlilerin elinden evlerini ve topraklarını alma sürecine devam etmektedirler. Filistin’in iç ekonomisinin devlet tarafından daraltılması, Filistinlilere çalışma veya ulaşım hakkı verilmemesi ve Filistin halkının yasalar tarafından bariz biçimde alt seviyede tutulup ezilmesi, Filistin halkının elinden gelişme ve geleceği planlama yetisini topyekûn almaktadır.
Bu bertaraf etme mantığı, kadına şiddet vakalarında olduğu gibi bizzat kendi toplumlarında yaşananlar haricinde, Filistinlilerin kendi yurtlarında çektikleri acıların uluslararası camiada yok sayılması ile güç kazanmaktadır. Filistinlinin direnmeye teşebbüs ettiği her durumda (1976’daki Toprak Günü’nde; veya İsrail polisinin, devlet şiddetine karşı duran 13 “devletin vatandaşı” Filistinliyi öldürdüğü Ekim 2000’de olduğu gibi), iktidar, daima, Filistinliyi “demokratik” ve “barış arayan” devlete karşı sürekli bir “güvenlik tehditi” olarak dışlayan bir yerel ve küresel iktidar fiziği oluşturmanın yollarını aramıştır. Filistinlinin, korkulması gereken bir “güvenlik tehditi” olarak tasvir edilmesi, bertaraf edici sömürgeci ideolojinin savunucuları tarafından kullanılan ırkçı bir üretim türüdür. Filistin toprağının ele geçirilmesi, ekonomisinin önünün tıkanması, Galilee ve Naqab’ın Yahudileştirilmesini haklı kılmak adına kullanılan bir yöntemdir. Aynı zamanda, Filistinlilere ait mekânların daraltılması ve kontrol altına alınması, Filistinlilerin İsrail’in kontrolü altındaki coğrafi kafeslere hapsedilmesi, iktidar fiziği ve hareketi üzerinde kontrol kurma amacına hizmet eden bir bahanedir.
“Fizik” kelimesi (Yunanca kökeni: physis) maddenin kendisinin ve zaman ve mekânda hareketinin bilgisi ve bilimidir. Bu makalede sunduğum şekliyle, “iktidarın fiziği;’ hareket, etki ve iktidarın kaynağının görünür ve gizli özelliklerinin (tarihin ve bugünün) incelenmesidir. Filistinli kadınların su yüzüne çıkmakta olan ve değişime tabi olan gerçekliklerinin incelenmesiyle birleştirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, “iktidarın fiziği” kavramının, bu makalede önerildiği gibi, Filistinli feminist incelemelere uygulanması; Filistin toplumundaki kadın ve erkeklerin gündelik yaşamdaki deneyimlerine bağlı olarak bilişsel, analitik ve ampirik bir yaklaşım (tarih, ekonomi, siyasi coğrafya ve cinsiyet alanlarında) benimsemeyi gerektirmektedir. Bu tür bir yaklaşım; Siyonist devletinde Filistin feminist düşüncesine hâkim olan ve/veya onu etkileyen zorluklar, engeller, ikilemler ve kanunlara karşı Filistin mücadelesini anlamamızı ve yorumlamamızı mümkün kılacaktır (Smith, 2007). Ayrıca, tarihte ve günümüzde sermayenin mülksüzleştirme yoluyla birikimini anlamayı da gerekli kılacaktır (Wolfe, 2012).
İktidar fiziği kavramının kullanılması; feministlerin, gündelik hayat düzleminde, Filistin feminist hareketinin arkasındaki kanunları ve itici gücü anlamalarına yardımcı olacaktır. Bunu anlamak ise; ev, aile, eğitim kurumları gibi daha gündelik alanlarda, ve ayrıca iş ve siyaset alanlarındaki oluşumların yorumlanmasını mümkün kılacaktır. Ve bu oluşumlar, feminist direnişin çeşitli biçimlerinin odağı ve dağılımını ortaya koymak üzere, ortak kimlikler ve çıkarlar üzerine inşa edilmiş ittifakların çözümlenmesi ve incelenmesi yoluyla, gerek yerel halkla gerekse daha genel olarak jeopolitik bağlamla ilişkilendirilebilecektir. Örneğin, Filistinli kadınların İsrail iş pazarına düşük katılım oranını anlamak için; iş bulma, ürün geliştirme, ya da işyeri açma gibi imkânlarını engelleyen veya sınırlandıran yapısal faktörleri çözümlememiz gerekmektedir. Benzer şekilde, eğitimli Filistinli kadın oranının düşüklüğünü veya kadın akademisyenlerin işsizlik oranını anlayabilmek için de; bütçe dağılımları ve kadınların iş dünyasına atılmasını teşvik eden disiplinlerin gelişimi gibi, kültüre ait kılma ve doğululaştırmayı kolaylaştıran ya da eğitim ve istihdam için olanak sağlayan faktörleri derinlemesine incelememiz gerekmektedir. Fakat aynı zamanda, kadın sesini düzene tabi eden ya da susturan ve kadınların öz kimlikleri üzerinden gelişimlerini engelleyen, Filistinlilerin tarih boyunca ve halen maruz kaldıkları adaletsizlikleri inkâr eden yapıları da tanımlamamız önemlidir. Örneğin, genç kızlar arasında evliliğin ne kadar yaygın olduğunu inceleyeceksek, yalnızca ataerkil toplum tarafından empoze edilen engelleri değil, daha geniş bağlamda, mülksüzleştirmenin yerleşimci sömürgeci yapısıyla iç içe geçmiş koşullarının da araştırılması gerekir.
Öneri olarak sunduğum feminist okuma; mülksüzleştirme, Filistin zaman ve mekânının askerileştirilmesi, İsrail jeopolitikası ve biyopolitikasını öncelikli feminist konular olarak ele almaktadır. Bu nedenle, bu tür bir fizikten ortaya çıkan eleştirel Filistin feminizmi söylemi, baskı yapılarının ve sergiledikleri siyasetin çözümlemesi üzerinden kalıtımsal bir stratejiyi gerekli kılmaktadır. Ayrıca, çeşitli düzlemlerde, iktidar fiziğinin eleştirel-teorik gelişimine de ihtiyaç duyulmaktadır. Şayet küresel güç hareketlerini; Filistinlilerin demografik kontrolü, toprak işgali, sermaye mülkiyeti, sömürgeci çıkarlar gibi konularda etkili gizli güçleri ve iktidar ilişkilerini ve tüm bunların Filistinli kadın ve erkekler üzerindeki etkilerini daha iyi anlamak istiyorsak, iktidar fiziğinin haritasının, stratejilerinin ve tekniklerinin okumasını daha derin yapmamız gerekmektedir. Bu okuma, ayrıca, toplumun ve üyelerinin direniş, baskıyı içselleştirme, kabul ve/veya inkâr etme mekanizmalarını da kapsayacak şekilde genişletilmelidir.
İsrailli feministlerin çoğunluğunun, Filistinli feministlerin tarih boyunca maruz kaldığı adaletsizlik ve mevcut şiddet karşısındaki ırkçı suskunluklarını hangi açılardan inceleyebilir ve bunun karşısında nasıl durabiliriz?
İktidar fiziğini anlamak, iktidar sahibi tarafından kullanılan tahakküm ve kontrol ideoloji ve stratejileri üzerindeki korumayı ifşa etmek adına, jeopolitik ve biyopolitik iktidar matrisini anlamak demektir. Bunun için öncelikle, iktidar fiziğinin nasıl işlediğini ve belirli bir iktidarı koruma altında tutmak için hangi stratejileri uyguladığını anlamak gerekmektedir. Ayrıca, İsrailli feministlerin aldığı ahlak dışı pozisyonu da derinlemesine ve geniş kapsamlı olarak incelemek gerekir; çünkü söz konusu feminizm, genel olarak İsrail’deki Filistinlilerin ve özellikle Filistinli kadınların haklarının ihlali, ve halklarının dünyanın dört bir yanına dağıtmış olan Nakba sırasında, öncesinde ya da sonrasında gerçekleşen Siyonist yerleşimci sömürgeci anlayışı gündemine almamıştır. Bunun aksine, İsrailli feministler, pek çok durumda bu hak ihlallerini desteklemişler, en iyi durumda ise olanlar üzerine sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. İsrailli feministlerin büyük çoğunluğu, ancak 1967’deki ikinci işgalden sonra – Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze Şeridi – Filistinlilerin acıları üzerine duruş alan bir feminist düşünce üretmeye başlamışlardır. Kimi İsrailli feministler, bu askeri işgali dikkate bile almamışlardır. Bu feministler için, Nakba sırasında ve sonrasında yerinden etme, mülksüzleştirme ve dağıtma gibi devletin Filistinlilere yönelik işlediği suçlar basitçe göz ardı edilmektedir (Bar ve Ajzenstadt, 2010; Radai, 2008; Bilsky, 2004; Kamir, 2004).
Feminist bir epistemoloji ve praksis geliştirmek için iktidar fiziğinin bilincinde olmak gerekir. Küresel feminizmin, uluslararası yasaların ve İsrail feminizminin yapamadığının aksine, mülksüzleştirilenlerle dayanışmanın doğasının ve öneminin kavranması elzemdir. Kadınların bedenlerine ve hayatlarına kazınan bu cinsiyet temelli acıların gündelikliğinin incelenmesi küresel adalete meydan okuyabilir, küresel iktidarın kötülüklerinin üzerindeki bu ağır peçeyi kaldırmayı başarabilir. Küresel ve yerel iktidar fiziğine hizmet eden savaş suçları (Deir Yassin, Kafr Qassem, Tantura’daki 1948 katliamlarından 2009 Gazze kuşatması’na kadar; Naqab, Kudüs ve ötesinin sürekli olarak mülksüzleştirilmesi) ve bu suçların toplumsal yapı ve ataerkil iktidar üzerindeki etkisi de söz konusu incelemeye tabi olmalıdır. Bu yüzden, feminist düşüncede “mevcut olup var olmayanlar” olarak görülen Filistinli kadınlar üzerinden böyle bir incelemeyi araştırmamın temeline yerleştiriyorum. Eleştirel feminist araştırma; Filistin davasının haklılığı, direnme görevi ve hakkı açısından, tarihteki bu zor kullanmaların süregelen doğasının anlaşılmasını ve üzerine düşünce geliştirilmesini öncül kılmaktadır. Filistinlilerin yaşamları pahasına, küresel camiada pazarlanan kültürel ideolojilerin çözümlenmesi için de çağrıda bulunmaktadır.
İsrailli feministler Filistinlilerin acılarına ilişkin herhangi somut bir politik müdahalede bulunmadan görece rahat bir yaşam sürmektedirler (Thobani, 2012). Nakba olaylarının yankılarını feminist eylem
ve teori için merkezi bir konu olarak görmemektedirler (veya belki de görmezlikten gelmekteler). Küresel iktidar veya yerel (ve “feminist”) iktidar fiziğinin baskısı altındaki Filistinli kadınların sürekli olarak uğradığı şiddetin/baskının etkilerini ve günlük direniş pratiklerinin varlığını kabul etmemeleri ahlak dışı ve zalimcedir ve feminist bir tutum değildir. Bütün bir ulus var-yok’a[3] dönüştürülürken ve devam eden adalet ve insanlık dışı suçlar söz konusuyken kendilerini “feminist” olarak tanımlayamayacaklarına inanıyorum.
Sonuç
Bu bildiride ele alındığı üzere, Filistin feminizmi; eleştirel feminist bakışın iktidarın fiziğinin açıklanmasına odaklanması gerektiğinin altını çizmektedir. Bu tür bir bakış; insanları hakim güçlerin ellerinde metaya çeviren jeopolitik ve ekonomik bağlamın anlaşılmasını da gerekli kılar. Aynı bağlam, “İsrail’in yıkıcı fikir yapısını ve politikalarını desteklemek adına “Batı ve İsrail demokrasisi” ilkelerini de bir tür pazarlanabilir metaya dönüştürmüştür. Bu tür bir feminist oluşum (a) Nakba’yı analitik ve gerçek bir feminist teori kaynağı olarak odak noktasına almayı reddeden feminizmin yapıbozumu (b) İsrail’in nekropolitik kontrol rejimine karşı Filistinlilerin yaşam haklarını görmezden gelen küresel, bölgesel ve yerel oluşumlara meydan okuma (c) küresel ve sömürgeci iktidar fiziğine karşı Filistinlileri “mevcut olup var olmayan” konumuna indirgeyen insanlık suçlarına karşı savaş için çağrıda bulunmaktadır.
Eleştirel Filistin feminist analizinde önerildiği gibi iktidar fiziğini anlamak; kaba kuvvet, toplumsal kıyım ve neopolitik, jeopolitik ve nekropolitik mülksüzleştirme rejimi olmaksızın, İsrail’in devlet olarak var olamayacağının anlaşılmasını vurgulamaktadır. İsrail şimdiye dek gerçekleştirdikleriyle tatmin olmamıştır, çünkü askeri yerleşimci sömürgecilik projesini henüz tamamlayamamıştır. Bunun devamı ise tüm karşı direnişleri yok etmekten geçmektedir. Bu tür bir mülksüzleştirmeyi durdurmak için yeni ve uygulanabilir ve aynı zamanda küresel ve yereldeki inkârların karmaşık gerçekliğine işaret eden bir feminist söylem gereklidir.
Nadera Shalhoub-Kevorkian, Mada el-Carmel’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Programı’nın yöneticisidir ve Kudüs İbrani Üniversitesi’nde Kriminoloji Enstitüsü, Sosyal Hizmetler ve Kamu Refahı Bölümü’nde görev almaktadır ve Hukuk Fakültesi’nde Lawrence D. Biele Kürsüsü’nde çalışmaktadır.
[1] Nekrosiyaset kısaca “yaşamın ölümün iktidarına tabi kılınması” üzerinden yürütülen siyasete verilen isimdir. İlk defa lanetli dönemimiz düşünürlerinden Achille Mbembe tarafından, Michel Foucault’nun biyopolitik ve biyo-iktidar terimlerinin yani bedenin disiplin aygıtlarının içine yedirilerek bir iktidar nesnesi haline getirilmesine yönelik yaklaşımının bir adım ötesine geçebilmek için kullanılmıştır. Mbembe’a göre, beden artık sadece disiplin aygıtlarının dahilinde bir mükemmellik nesnesi ve basit bir nüfus politikası değil, yıkım teknolojilerinin insanları yaşam ve ölüm tercihlerinin
yapılmak zorunda bıraktığı ve sonucunda “ceset dolu bedenler” yarattığı bir araç haline gelmektedir. İsrail’in Filistin’e yönelik ölümcül tahakküm uygulamaları nekrosiyasete gösterilen en temel örneklerdendir (ed.n.).
[2] Bantustan: Güney Afrika Cumhuriyeti ve Güney Batı Afrika’da Bantu kökenli siyahi Afrikalıların yaşam sürdüğü yirmi kabileden oluşan bölgedir. İstenmeyen siyah nüfus burada küçük devletçiklere hapsedilmiştir. Filistin için de benzer bir yapıdan söz etmek mümkündür (ç.n.).
[3] İsraillilerin topraklarına el koydukları Filistinlilere verdikleri “present absentee” sıfatı (ç.n.).
Not: Özgün metinde “Jewish state” olarak geçen Türkçe’ye de “Yahudi devleti” olarak çevirebileceğimiz tabir, Filistinlilerin karşı çıktığı ve İsrail’in meşrulaştırmaya çalıştığı bir kavram ve de bir hedef olduğu için onun yerine çeviride “İsrail” tercih edilmiştir.
Kaynakça
Abu-Lughod, L. (2002). “Do Muslim Women Really Need Saving? Anthropological Reflections on Cultural Relativism and Its Others”. American Anthropologist, 104(3), 783 – 790.
Abu Rabia-Queder, S. (2004). Bedouin Girls Dropout from School: Exclusion, Discrimination and Otherness. Jerusalem: Van-Leer Institute. (Hebrew).
Abu-Saad, I. (2004a). “Control Policies and the Palestinian Arab Minority in Israel: The Bedouin Educational System in the Negev”. State and Society, 4, 911 – 932.
Abu-Saad, I. (2004b). “Separate and Unequal: The Role of the State Educational System in Maintaining the Subordination of Israel’s Palestinian Arab Citizens”. Social Identities, 10, 101– 127.
Adalah, The Legal Center for Arab Minority Rights in Israel. (2011). “Discriminatory Laws Update”. Online at http://adalah.org/upfiles/2011/Discriminatory_Laws_update_April_2011.pdf.
Bar, M. and Ajzenstadt, M. (2010). “Women, Welfare and Civil Society Organizations: Creating an Alternative Women’s Welfare Sphere in Israel”. Social Policy and Administration, 44(6), 673–688.
Bilsky, L. (2004). “Feminism and Family in Israel: A New Reading in the Book of Ruth”, in The Love of Mothers and the Fear of Fathers: Rethinking the Israeli Family 194 (Aviad Klienberg ed., Tel Aviv: Tel Aviv University Press), 1 – 38. (Hebrew).
Cohen, H. (2006). Good Arabs: The Israeli Security Services and the Israeli Arabs (Jerusalem: Ivrit –Hebrew Publishing House). (Hebrew).
Daoud, N. (2008). “Challenges Facing Minority Women in Achieving Good Health: Voices of Arab Women in Israel”. Women and Health, 48, 145 – 166.
Hassan, M. (1999). “The Politics of Honor: Patriarchy, the State and the Murder of Women in the Name of the Family Honor”, in Sex, Gender, Politics: Women in Israel (D. Izraeli et al, eds, Tel-Aviv: Hakibbutz Hameuchad), 267 – 306. (Hebrew).
Kamir, O. (2004). Israeli Honor and Dignity: Social Norms, Gender Politics and the Law (Jerusalem: Carmel Publishing House). (Hebrew).
Kassem, F. (2011). Palestinian Women: Narrative Histories and Gendered Memories (London: Zed Books).
Kretzmer, D. (1990). The Legal Status of The Arab in Israel (Boulder,CO: Westview Press).
Mazawi, A. (2004). “Dependence on State Funding, Local Educational Opportunities, and Access to High School Credentials in Israel”.Educational Studies, 30, 145 – 158.
Perera, S.A. and Pugliese J. (2012). “White Law of the Biopolitical”.Journal of the European Association for Studies on Australia, 3(1), 87 – 100.
Radai, F. (2008). “Traditionalist Religious and Cultural Challenges – International and Constitutional Human Rights Responses”. Israel Law Review, 41, 596 – 634. Available on SSRN at: http://ssrn.com/author=628086.
Razack, S. (ed.). (2002). Race, Space, and the Law: Unmapping a White Settler Society (Toronto: Between the Lines).
Rouhana, N. (1997). Palestinian Citizens in an Ethnic Jewish State: Identities in Conflict (New Haven, CT: Yale University Press).
Rouhana, N. and Sultany, N. (2003). “Redrawing the Boundaries of Citizenship: Israel’s New Hegemony”. Journal of Palestine Studies, 33(1), 5 – 22.
Sa’di, A.H. (2005). “The Politics of Collaboration: Israel’s Control of a National Minority and Indigenous Resistance”. Holy Land Studies, 4(2): 7 – 26.
Sarkar, T. (2009). Rebels, Wives, Saints: Designing Selves and Nations in Colonial Times (Chicago: University of Chicago Press).
Shalhoub-Kevorkian, N. (2012). “Casting Out ‘Citizenship’: Israel’s Eviction of Palestinians”. Review of Women’s Studies, 7, 47 – 59.
Shalhoub-Kevorkian, N. (2011). “‘It Is Up to Her’: Rape and the Re-victimization of Palestinian Women in Multiple Legal Systems”. Social Difference, 1, 30 – 45.
Shalhoub-Kevorkian, N. (2009). Militarization and Violence against Women in Conflict Zones: A Palestinian Case-Study(Cambridge: Cambridge University Press).
Shalhoub-Kevorkian, N. (2004). “Militarization and Policing: Police Reactions to Violence
Against Palestinian Women in Israel”. Social Identities, 10(2), 171 – 194.
Shalhoub-Kevorkian, N. and Daher-Nashef, S. (2013). “Femicide and Colonization Between the Politics of Exclusion and the Culture of Control”. Violence against Women, 19(3), 295 – 315.
Shargai, N. (2010). Demography, Geopolitics, and the Future of Israel’s Capital: Jerusalem’s Proposed Master Plan (Jerusalem: Jerusalem Center for Public Affairs).
Smith, A. (2007). “Social Justice Activism in the Academic Industrial Complex: Got Life? Roundtable”. Feminist Studies in Religion, 23(2), 140 – 145.
Smith, A. (2005). “Native American Feminism, Sovereignty and Social Change”. Feminist Studies, 31(1), 116 – 132.
Sofer, A. and Shalev, G. (2004). “The Mere Actualization of the Palestinian ‘Claim to Return’”, in “Ansambel”: The Identification and Examination of Central Themes in National Security (Haifa: Haifa University National Security Studies Centre). (Hebrew).
Thobani, S. (2012). “Empire, Bare Life and the Constitution of Whiteness: Sovereignty in the Age of Terror”. Borderlands, 11(1), 2 – 30.
Wolfe, P. (2012). “Purchase by Other Means: The Palestine Nakba and Zionism’s Conquest of Economics”. Settler Colonial Studies , 2(1), 133 – 171.
Yacobi, H. (2002). “The Architecture of Ethnic Logic: Exploring the Meaning of the Built Environment in the ‘Mixed’ City Of Lod – Israel”.Geografiska Annaler: Series B, Human Geography, 84(3 – 4), 171 – 187.
Yiftachel, O. (2006). Ethnocracy: Land and Identity Politics in Israel/Palestine. (Philadelphia: University of Pennsylvania Press).
Zureik, E., Lyon, D. and Abu-Laban, Y. (2011). Surveillance and Control in Israel/Palestine: Population, Territory and Power (New York: Routledge).
Çeviri: Esen Kara
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.