Bilindiği gibi 7 Haziran seçimleri sonucu AKP tek başına iktidar olamadı. Böylece AKP’nin 13 yıllık iktidarı fiilen sona erdi. Türkiye yoluna bir koalisyon hükümeti ile devam etmek durumunda idi. Bundan dolayıdır ki seçim sonuçları ile birlikte koalisyon seçenekleri de tartışılmaya başlandı. AKP’nin iktidar olamamasının yanı sıra, HDP’nin seçim başarısı gündemleşti. HDP başta Kürt coğrafyası olmak […]
Bilindiği gibi 7 Haziran seçimleri sonucu AKP tek başına iktidar olamadı. Böylece AKP’nin 13 yıllık iktidarı fiilen sona erdi. Türkiye yoluna bir koalisyon hükümeti ile devam etmek durumunda idi. Bundan dolayıdır ki seçim sonuçları ile birlikte koalisyon seçenekleri de tartışılmaya başlandı. AKP’nin iktidar olamamasının yanı sıra, HDP’nin seçim başarısı gündemleşti. HDP başta Kürt coğrafyası olmak üzere, İstanbul gibi emek gücü yüksek mega kentlerde oy patlaması yaptı. Seçimden sonra sonuçlara ilişkin birçok şey konuşulup, siyasi ve sosyal analizler yapılırken, despotik devlet anlayışının nasıl bir tavır geliştireceği fazlaca irdelenmedi. AKP, Türkiye’nin batısında devletin diğer partileri ile sistem içi tatlı bir rekabet sürdürürken, Kürt çoğrafyasında devletin tek siyasi temsilcisi konumunda idi. AKP’nin Kürt coğrafyasında kaybetmesi ile birlikte güvenlikçi devlet odaklarının (siyasi, bürokratik, askeri) tutumu ne olacaktı? Halkın demokratik iradesi saygı ile karşılanacak mıydı? Seçim süresince HDP’ye karşı sergilenen faşizan tavır ve saldırılar bugün yaşananların habercisi miydi? Hatırlanırsa o süreçte sözlü saldırıları fiili saldırılar izliyordu. Sadece Yalçın Akdoğan’ın HDP ile ilgili söyledikleri bile barışçıl çözüm seçeneğine sahip olmadıklarını açıkça gösteriyordu. Barışçıl çözümden yana değilseniz, tek seçeneğiniz savaştır. Savaşı ne zaman ve nerede başlatacağınız, siyasi rant odaklı taktiksel bir durumdur.
Seçim sonrası, başta Davutoğlu olmak üzere, parti liderleri seçmenin koalisyondan yana verdiği mesajın iyi okunması ve saygı gösterilmesi gerektiğini söyleyip durdular. Bu tür söylemlerle halkın kararını önemsiyormuş gibi görünseler de, HDP’nin başarısını kabullenemedikleri ve çeşitli siyasi hesapların içinde oldukları her hallerinde belli idi. Cumhurbaşkanı Erdoğan kerhen koalisyon görüşmeleri bir an önce başlamalı dese de, cümle aralarına erken seçim olasılığını yerleştirmeyi ihmal etmedi. Koalisyon görüşmeleri ile ilgili süreç ilerledikçe erken seçimden yana olan tavrını daha da netleştirdi. Şaşaalı balkon konuşmaları yapmaya alışkın olan Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız diyen ve seçimde başarı gösteren HDP’ye fena halde öfkelenmişti. Hangi koşullar altında erken seçim yapılır ise HDP’nin oy oranı düşer/düşürülebilir? Bu sorunun yanıtı istenen koşulların oluşması için düğmeye basılması ile verildi. An itibari ile bu koşulların hizmetinde olan süreç hepimizin canını acıtarak devam etmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi, MHP lideri Bahçeli de HDP’nin seçim barajını aşmasından çok rahatsız oldu. Seçimi takiben HDP’nin meşruiyetini tartışma konusu yapmaya çalışması ve HDP seçmenine hakaret etmesi tahamülsüzlüğünün açık ifadesi idi. Ne garip tesadüftür ki, AKP vekili Hüseyin Kocabıyık da, Bahçeli’nin kullandığı sözcüklerle HDP seçmenine hakaret ediyordu. 7 Haziran seçimlerini takiben Bahçeli’nin HDP’ye yönelik hakaret içeren çatışmacı üslubunu güçlendirmesi, Kürt sorunu konusundaki inkarcı yaklaşımını vurgulamaktan ziyade, HDP için legal siyaset alanının daraltılması ve çatışmalı sürecin yeniden başlaması için ne kadar istekli olduğunu gösteriyordu.
Birçok konuda olduğu gibi, koalisyon hükümeti kurulması konusunda da Davutoğlu Sarayın ipoteği altında haraket etti. Bu konuda da asıl belirleyici olanın kendisi ve partinin organları yerine, Saray olduğu açıkça belli oldu. Dolayısıyla tavırları, yaklaşımları ve değerlendirmeleri ikircilikli ve güdümlü idi. Koalisyon hükümeti kurmak istiyormuş gibi görüşmeler yapılacak, heyetler kurulacak, ancak, Erdoğan’ın erken seçim talebine bağlı kalınacaktı. Tüm uyarı ve eleştirilere rağmen Davutoğlu bağımlı kalmaya devam etmektedir. Türkiye’nin çatışmalı süreç eşliğinde erken seçime gitmesinde, bu bağımlılığın ciddi etkisi olmuştur.
7 Haziran seçimleri süresince ve seçimden sonra, Türkiye’nin temel sorunları ve koalisyon hükümeti kurulması konularında daha makul sayılabilecek bir tavır izleyen CHP, son savaş tezkeresine evet oyu vererek savaş konseptine karşı durmayı göze alamamıştır. CHP milletvekili İlhan Cihaner bu kararı milliyetçi oylara yönelik bir hamle olarak değerlendirse de, bu tutumun tek nedenle açıklanamayacağı açıktır. İlhan Cihaner, Sezgin Tanrıkulu gibi kimi unsurlara rağmen CHP’nin Kürt sorunu konusundaki ikircilikli tutumu bilinmektedir. Barışın en fazla gündemleştiği son yıllarda dahi kendine ait bir barış projesi geliştiremediğinden, AKP’nin iki yüzlü politikalarına alternatif olamamıştır. Sorunun meclis çatısı altında tartışılması gerektiğini vurgulayan CHP, aynı zamanda “Ana dilde eğitime hayır” demeye devam etmiştir. Bu tutum, en hafif ifade ile CHP’nin samimiyetine gölge düşürmüştür. Kürt sorunu konusunda, CHP devletin tutumunu yansıtmaya ve devletin partisi olmaya devam etmektedir. Hem bu sorun partiler ve siyaset üstü diyeceksiniz, sonra Cihaner’in ifadesi ile milliyetçi oyları almak için savaş tezkeresine onay vereceksiniz. Bu yaklaşım, CHP’nin de tıpkı AKP gibi sorunu siyaset üstü görmediğini açıkça göstermektedir.
7 Haziran seçimlerinden başarı ile çıkan HDP, yeni konumunun ve gücünün farkında değilmiş gibi bir izlenim vermiş, Türkiye’nin batısındaki toplumsal dinamiklerle ilişkilenme ve gerektiğinde harekete geçirme konusunda ağır kalmıştır. Seçimden sonra G.Antep milletvekili Celal Doğan’ın Erdoğan’la görüşmesine onay verilmesi de sorunludur. Erdoğan seçim süresince Anayasayı ihlal etmiş ve HDP’nin seçim barajını aşmaması için her yolu denemiştir. Bu görüşmeyi kabul etmek, bir yönü ile, seçim süresince yapılanlara tölerans göstermek ve Erdoğan’ı siyaseten muhatab almaktır. Yine, Erdoğan’ın organize ettiği teknokrat kabinesine HDP’nin bakan vermesi (yasa gereği de olsa) yeterince gerekçelendirilememiştir. Seçim güvenliğinin sağlanması ve kabine içinden barış sesinin yükseltilmesi hedeflenmiş olabilir. Bu yaklaşım, HDP’ye ve demokratik kamuoyuna karşı geliştirilen savaş konseptini hafife almaktır. Burjuva demokrasisi bir yana, hukukun tamamen rafa kaldırıldığı, tüm yetkilerin tek kişide toplandığı ve seçim güvensizliğinin hedeflendiği bir süreçte bu iki bakanın işlevsiz kalacağı açıktır. Seçim güvenliği teknokrat kabinesine verilen iki bakanla değil, demokratik kamuoyunun duyarlılığı ve direnci ile sağlanabilir.
Savaş konsepti ve onun hizmetinde olan tüm aygıtlar (resmi, yarı resmi, sivil), toplumun ateş topuna dönüştürülmesinde oynadıkları rolü gözden kaçırmaya çalışıyorlar. Yalan, iftira ve çarpıtma ile algı yönetiyorlar. İktidar uğruna körükledikleri savaşın faturasını yoksul halk çocuklarına ödetiyorlar. 7 Haziran seçiminde başaramadıklarını, yoksul halk çocuklarının kanını dökerek başarmaya çalışıyorlar. Kürt coğrafyasında, HDP’nin oy aldığı belli merkezler kuşatma altındadır ve sivillere yönelik (çocuk, yaşlı, kadın demeden) katliamlar devam etmektedir. Bu kuşatma ve katliamlarla Kürtleri dize getirmeye çalışmaktadırlar. Bu, siyasal yolla AKP’yi bölgeden tasfiye etmeye yeltenmenin bedelidir. Savaş konseptinin oyun kurucuları, Türkiye’nin batısında da polisin gözetiminde paramiliter güç odaklarını harekete geçirdiler. HDP binalarına, Kürtlere ait iş yerlerine ve Kürt mahallelerine yönlendirilen bu odaklar, tarihe geçecek bir vandalizm örneği sergilediler. Burada hedeflenen, Türkiye’nin batısında HDP’nin tutunmasına katkı sunan ve HDP’ye oy veren kesimlerde panik ve korku yaratarak, partiyi eski sınırlarına çekilmeye zorlamaktır.
Devletin resmi ideolojisini temsilen siyaset yapanlar, değerlerine sahip çıkan ve özgürlük talep eden Kürdü/Kürtleri düşman olarak görmeye devam etmektedirler. Özgürlükçü Kürt yerine değerlerine yabancılaşmış, devletin öngördüğü Sünni İslam anlayışına bağlı, geleceğini güvenlikçi devletin, şeyhlerin ve ağaların insafına terk etmiş Kürt insan tipini baskın kitle olarak görmeyi istemektedirler. Bu arayış Kürt hareketinin ve Kürt halkının siyasal, sosyal ve entelektüel devinimini kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır. Devletin Kürt coğrafyasındaki tek temsilcisi olan AKP’yi tasfiye eden bu devinim ve değişimdir. Bu durum karşısında, telaşla savaş seçeneğine sarılan akıl, 1 Kasım seçimi süresince ve seçimden sonra, özgürlük talep edenlere karşı, faşizan uygulamalarını çeşitlendirmeye devam edecek gibi görünmektedir.
HDP, kimi eleştirilere rağmen, halkların ortak geleceğine açılan kapı konumundadır. HDP’nin binalarına saldırmak, ortak yaşamı red etmektir ve bölücülüktür. Parti tabelası indirmek barışçıl çözüm, demokrasi ve refah getirecekse, biz de yardımcı olalım. Dünya’da bunun tek bir örneği var mıdır? Kendimizi nereye ait ve ne olarak tanımlarsak tanımlayalım, bizden farklı olan ve farklı düşünen birileri ile birlikte yaşamak durumundayız. Ayrıca, farklılıkların bileşkesi olmak katlanılacak bir zorunluluk değil, şeffaf ve denetlenebilir sağlıklı demokrasiler açısından avantajdır. Bu ülkede kimsenin burnu kanamasın diyorsak, ölüm karşısında üzüntü ve öfke duyuyorsak, tek seçeneğimiz barış istemek, barış için mücadele etmektir. Öfkemizi de, demokratik bir tarzda, savaştan medet uman barış karşıtlarına yöneltmektir. Bu anlamda, Türkiye’nin batısındaki demokratik kamuoyu daha aktif olmalıdır. Batı, ablukada tutulan ve katledilen kardeşine (Cizreli, Yüksekovalı, Vartolu) ses vermelidir. Bu ses, ortak geleceğimiz ve demokrasimiz açısından son derece önemlidir. Aksi taktirde, şiddet sarmalının karanlığına yuvarlanıp, geleceğimizi uluslar arası aktörlerin kirli ellerine bırakmak durumunda kalabiliriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.