Piyon eğer saldırıya açık ve ilerlemek durumunda ise, zayıftır; eğer savunuluyor ve olduğu yerde durabiliyor ise, güçlüdür
“Satranç tarihi boyunca, piyon harcamanın lehine ve aleyhine tartışmalar ortalığı kasıp kavurmuştur. Tartışmalar anlamsız, cevap ise ortadadır. Piyon eğer saldırıya açık ve ilerlemek durumunda ise, zayıftır; eğer savunuluyor ve olduğu yerde durabiliyor ise, güçlüdür.” Yasser Seirawan
İran ile ABD arasındaki nükleer müzakerelerinin yoğunlaştığı 2015 itibariyle IŞİD tehdidi de aynı hızla artarak uluslararası basının odak noktası haline geldi.
Her ikisi üzerinde de çeşitli şüpheler var. Koalisyonun samimiyetinden Türkiye’nin samimiyetine, İran’ın samimiyetinden IŞİD’in gerçekliğinin sorgulanmasına kadar uzanan şüpheler bunlar.
Kesin olan şu ki; bugün III. Dünya savaşı eşiğinde bir dünyanın kaderinin belirleneceği düğüme geldik.
Ortadoğu gündemini değerlendirirken Libya sorunu, IŞİD ve İran nükleer anlaşması, IŞİD’e karşı Koalisyon ve ‘güvenli bölge’, Suriye ve mülteci sorunu, hatta ABD ve Rusya arasındaki Ukrayna krizi artık birbirinden bağımsız değerlendirilemeyecek denli girift. Tıpkı küresel ısınma ve öngörülen etkilerine karşı ilgili ülkelerin petrol, doğalgaz ve nükleer enerji ilişkilerini ayrı değerlendiremeyeceğimiz gibi.
Haliyle bölümler ister istemez birbirine makas yapacak. Yine de akıcı bir sırayla ilerlemeye çalışacağım.
IŞİD bir Frankenstein mı?
“Bir parmaktansa bir piyonum olmasını yeğlerim.” Rueben Fine
IŞİD’in ABD’nin Ortadoğu hedefleri için oluşturulmuş suni bir örgüt olduğu ve ABD tarafından desteklendiği iddiası, alternatif dış mecralarda ‘komplo teorisi’ olarak tartışılıyordu. Basına servis edilen profesyonel bir sette çekilmişçesine temiz IŞİD görselleri ve videoları üzerine yorum yapan uzmanlar da bu savı farklı bir platformda destekliyordu. Hatta geçtiğimiz haftalarda sette çekilmiş bir IŞİD videosunun arka plan üzerine bindirildiğini gösteren bir video “IŞİD videoları ABD stüdyolarında mı çekiliyor?” sorusuna yol açmıştı. (1)
ABD Savunma İstihbarat Dairesi’nin (DIA) bir davaya ilişkin paylaştığı ve 12 Ağustos’ta “gizli” dosya olarak rafa kaldırılan raporu, konunun yaygın olarak tartışılmasının yolunu ancak açtı.
DIA eski şefi emekli Korgeneral Michael Flynn, bu hafta El Cezire’ye verdiği röportajda Amerika’nın IŞİD’in büyümesine göz yumduğunu iddia etti. 2012’de yayımladıkları raporda, IŞİD’in hızla ciddi bir tehdit haline geleceğini belirttiklerini söyleyen Flynn, hükümetin buna kulak tıkadığını ve kendilerini kasıtlı olarak görmezden geldiğini düşündüğünü söylüyor.
DIA raporunun gündeme düşmesinin ardından, jeopolitik uzmanı Eric Draitser ABD’nin 2011’den bu yana (Arap Baharı) bölgede bir rejim değişikliği istediğini ve IŞİD’in bugüne evirilinceye dek en geç 2012’en beri Suriye’de faal olduğunu söyledi.(2)
Bu noktada bir not düşmek isterim; 2011’de Hamas, Arap Baharı’nın Mısır’da boy göstermesiyle başlayan kaostan faydalanarak Sina’ya girmiş ve cezaevlerinin kapılarını kırmıştı. 2013’te yaptığım röportajda İnsan Hakları Avukatı Emir Selim, Mursi’nin cumhurbaşkanlığı öncesi vatana ihanet suçunu anlatırken, Mısır’daki 33 cezaevinden, yalnızca içlerinde Mursi’nin de olduğu 11’inin kapısının kırıldığını ve bu cezaevlerinde Ortadoğu’nun İslami cihat liderlerinin yattığını vurguluyor ve kaçakların Libya’da konuşlandıklarını iddia ediyordu. (3)
Medium haber portalında Nafeez Ahmed’in detaylıca yazdığı DIA raporuyla ilgili makalede, Irak Savaşı’nın ilk yıllarında ve 2000-2004 Quantico Deniz Piyadeleri Karargah Taburunda görev yapmış Brad Hoff, Pentagon raporunun iddiaları doğrulayan çarpıcı bilgiler içerdiğini söylüyor:
“ABD istihbaratı IŞİD’in yükselişini açıkça öngörüyordu, ancak rapor terör örgütünü düşman olarak tanımlamak yerine ABD’nin stratejik varlığı olarak görüyor.” (4)
Bağımsız haber portalı Antimedia Don Shay’in kaleme aldığı makalede IŞİD’e karşı mücadeleye en büyük zararı veren ve IŞİD’in bölgedeki pozisyonunu güçlendiren asıl unsurun ABD müdahalesi olduğunu yazıyor:
“Eğer IŞİD’i yenmek istiyorsa, ABD’nin yapacağı en iyi şey Ortadoğu’yu terk etmek ve halihazırda IŞİD’e karşı savaşan güçlerin işlerini yapmasına izin vermek olurdu. ABD, yaklaşık üç yıldır ılımlı Suriyeli muhaliflere silah gönderiyor. Şu anda açıkça biliniyor ki bu milisler El Kaide’nin Suriye kolu Nusra ile yakın bağlantı halindeler. ABD’nin bu stratejisi 90MM anti-tank rokeler ve şu anda dünya çapında ordular tarafından en yaygın olarak kullanılan tanksavar füze olan ABD yapımı BGM 71E TOW sistemleri gibi gelişmiş silahların IŞİD’in eline geçmesiyle sonuçlandı.
IŞİD’in muhalefet güçlerini yenmesi ve bulundukları toprakları ele geçirerek askeri hedeflerine ulaşmasına muazzam ölçüde bu silahlar yardımcı oldu.” (5)
Makalede Iraklı Şii milislerin lideri Qais Khazali şöyle söylüyor:
“Gerçek hedef onları yenmekse, IŞİD savaşçılarını silahlandırmanın en korkunç fikir olduğunu anlamak için çatışma konusunda özel olarak bilgi sahibi veya ileri bir görüşe sahip olmak gerekmiyor. ABD, IŞİD savaşçılarını silahlandırmanın yanı sıra, IŞİD mevzilerine doğru ilerleyen Şii militanları da engelledi. ABD IŞİD krizini çözmek istemiyor, aksine Irak planına ulaşmak için mevcudiyetini genişletmek istiyor. ABD’nin planları bölgenin yeniden paylaşılmasını gerektirecektir.”
Bu iddia Kaddafi’nin Libya için yaptığı uyarıyı anımsatıyor.
Khazali ayrıca ABD hükümetini, Şii savaşçıların IŞİD’i Ramadi ve Felluce’den çıkarma operasyonuna katılımını sınırlamaya ikna etmek için, Irak Başbakanı Haydar El- Abadi’yi kandırmak ve Kuzey Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan Kürt gruplara yapılan silah sevkiyatını (gemi ile) engellemekle suçluyor. Bu tutumunun ABD müttefikleri tarafından da eleştirildiğini hatırlatan Şii lider, ABD’nin Kürt savaşçılara giden silahları bloke etme kararının “şu sıralarda Irak ve Suriye’deki Kürt mevzilerini bombalayan Türk Hükümeti’ni üzmemek” arzusundan ileri geldiğini iddia ediyor ve ekliyor:
“Kürtler düşmanlarını silahlandırmaya karar verdiği için ABD’ye biraz öfkelenebilirler.
IŞİD’in sürekli ilerlemesinden büyük ölçüde ABD tarafından alınan önlemler sorumludur. Suriye’de ABD politikasını istismar ederek IŞİD çok ihtiyaç duyduğu silahlar ve onları kullanabilecek güçlü askerler ele geçirmiş oldu.
Şimdi, çatışma sürüyorken, ABD’nin politikası IŞİD’le mücadelede yetkin silahlı grupları önlemeyi amaçlıyor. IŞİD’in tek hayali ABD’nin şu anda ne yapıyorsa onu yapmaya devam etmesi olmalı.
Eğer IŞİD’i durdurma planlarını savunacaksak, bölgedeki karmaşadan tam da ABD sorumluyken, bu planlar ABD’ye bağımlı olmamıza yol açmamalı.”
İddialar ne yeni ne de yalnız muhaliflerin ağzından. Tüm bu iddialar önceki yıllarda ABD Büyükelçisi Cristopher Stevens’ın Libya’da öldürmesinin ardından belirmişti. Hükümet sözcüleri CNN’e, hükümetin yeni Libya rejimine hasarlı, eski veya bulundurulması emniyetsiz silahlarının imhasında yardımcı olduğu açıklamasını yapmış, fakat başka ülkelere transferini yalanlamamıştı. Hükümet sözcüsü diğer taraflar adına konuşamayacağını belirtirken CIA konu üzerine yorum yapmamıştı.
Bu esnada silah transferine dair bir başka doğrulama da Bingazi’deki ABD heyetinin güvenliği için çalışan Libyalı silah dağıtıcısından gelmişti. Reuters’a verdiği demeçte dağıtıcı, Bingazi’den Suriyeli muhaliflere gemiyle silah taşıdıklarını doğruluyordu. Makalenin sonraki bölümünde Libya’ya döneceğiz.
Tüm bu iddialar doğrultusunda kesin olarak yapılabilecek asgari çıkarım IŞİD’in varlığının ABD için bir tehdit değil, Ortadoğu restorasyonunda elini kuvvetlendiren bir gerekçe olduğu. O halde neden desteklemesin?
Konunun diğer bir ilginç yanı da tartışmalarda oldukça sessiz kalan İngiltere’nin, IŞİD’i hedef gösteren ABD gibi, ABD’yi hedef gösteren sesi; İngiliz basını.
Jeopolitik uzmanı Eric Draitser, IŞİD’in son iki yıldaki yükselişinin, ABD’nin Esad rejimini yıkmak için bir bahane olduğunun altını çizerek, örgütün Suriye Hükümeti’ni devirmesinin hiç de sürpriz olmayacağını söylüyor.
Libya’ya dönelim.
Libya düşerken IŞİD yükseliyor
“Piyonlar tüm resmin eskizini oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda her konumun toprağı ve temeli olurlar.” Anatoly Karpov
“Kaddafi 2011’deki NATO hava saldırılarından kısa süre önce, El Kaide ve diğer İslami cihat gruplarının kendisine karşı çıkan ayaklanmadan faydalanarak Libya’yı parçalayabileceği konusunda uyarmıştı. O günden bu yana olanlar ışığında Kaddafi’nin haklı olduğunu söylemek yanlış olmaz” diye bitiriyor Jon Lee Anderson New Yorker’da yayınlanan makalesini. (1)
Libya, Akdeniz kıyılarında, petrol bakımından zengin, az nüfuslu, geniş ve gelişmemiş bir ülke.
Geçtiğimiz aylarda IŞİD, Libya’nın Derna yerleşkesinden çıkmaya zorlanmasını takiben, Kaddafi’nin doğduğu şehir Sirte’yi de alarak Libya’nın petrol bakımından “bereketli hilali”ni ele geçirdi. Sonrasında Misrata kentinin sınırları dışına saldırılar düzenlemeye başladı. Bunun üzerine dış basında Libya’nın çökme eşiğine geldiği haberleri boy göstermeye başladı.
IŞİD’in oluşumu bugüne gelişi ve kaynakları üzerine özet bir makale derlemiştim. (2)
Örgütün şiddetinin tırmanışa geçişi ise, aynı dönemde hız kazanan nükleer anlaşmasının müzakere sürecine denk geliyor.
IŞİD’in 2015 eylemlerine hızlı bir özet geçmek gerekirse; örgüt önce Afrikalı Hristiyanları rehin aldı ve infaz etti. Şubat ayında siyah maskeli militanlar turuncu kıyafetler içerisinde 21 Mısırlı rehineyi bir kumsalda diz çömelterek ellerini kesti. Mart ayında Tunus Müzesi’nde 20 turist Libya’da IŞİD ile eğitilen nişancı tarafından öldürüldü. Nisan ayında 29 Etiyopyalı Libya’da infaz edildi. Haziran ayında çoğu İngiliz 38 turist daha Tunus’ta bir tatil köyünde öldürüldü.
Libya ekseninde yoğunlaşan bu saldırılar, bugün Batı’nın dikkatini, Libya’nın da IŞİD halifeliğinin parçası olma tehlikesine çekiyor.
Batı için bir diğer sıkıntı ise militanların Afrika’dan Avrupa’ya Libya üzerinden yapılan yasadışı göç trafiğini yönetiyor olması.
Geçtiğimiz yıl 107.000 kişinin Avrupa’ya bu yolla geçmeye çalıştığı ve içlerinden binlercesinin öldüğü iddia ediliyor. Öngörülemeyen sayıda mültecinin de Libya’daki karmaşadan faydalanarak göçmeye devam ettiği bildiriliyor.
Aynı zaman aralığında, Reuters’ın 2012’de “Libyalı savaş ağası”, bugün “Mr. Haroun” olarak sunduğu kişi, IŞİD’in Avrupa’ya geçişi iddiasını duyurarak Reuters’ın tehlikeyi gündeme taşımasına yardımcı oldu. (3)
Tüm bu gelişmeler Irak sonrasında Ortadoğu’ya yapılacak ikinci büyük dalga operasyon öncesi, Batı kamuoyunun olası itirazlarını bastırmak için yeterince sebep oluşturdu.
Son iddia ürkütücüydü; ABD’nin üst düzey bir istihbarat yetkilisi CNN’e verdiği demeçte IŞİD’in muhtemelen ufak çaplı saldırılar yerine kitlesel eylemler düzenleyebilecek yetiye ulaşmayı hedeflediğini dile getirdi.
İşte bu noktada Libya, sorunun merkezi ve stratejinin aracı durumuna geliyor. NY Times ve Reuters IŞİD ile ilgili makalelerde sıkça endişeye vurgu yapıyor.
Libya üzerine Sputnik’in geçtiğimiz hafta boyunca verdiği haberleri derlersek:
Üst düzey bir hükümet yetkilisi Libya’da IŞİD’e bağlı grupların çok ciddi bir tehdit oluşturduğunu ve kendilerinin de durumu aynı şekilde değerlendirdiklerini söylüyor ve “Tehdidi karşılamak için politik sürecin sonuçlanmasına tamamen bağlı kalmaksızın içeriden ve dışarıdan kiminle çalışabileceğimize bakıyoruz” diyor.
Bir başka yetkili “ABD ve güneyde Fransa bir şeyler yapmaya çalışıyor, fakat IŞİD’i gerçekten ortadan kaldırmak için bir ‘ulusal birlik hükümeti’ne ihtiyaç var, böylesi bir hükümet uluslararası askeri yardım talep edebilir.” önermesi yapıyor.
Carnegie Endowment’tan Frederic Wehrey ise böylesi bir hükümetin yokluğunda ABD’nin bazı Libya milislerini destekleyerek ‘IŞİD’e karşı savaşan her kim olursa olsun onunla çalışmasını’ umduğunu söylüyor.
Şu anda olan tam da bu, ancak Kürt milisler ‘stratejik sebeplerle’ meydan dışına itiliyor.
Oysa, gündemin bugün yoğunlaştığı Libya, Arap Baharı’nın alevlendiği yer olmasına rağmen, bakılması çok gecikmiş bir nokta.
ABD Büyükelçisi Cristopher Stevens’ın Libya’da öldürülmesini takiben, ABD’li Cumhuriyetçiler temsilciliğindeki bir heyet, dönemin dışişleri bakanı Hillary Clinton’ın e-postalarının yayınlanmasını talep edilmişti. Eski bakanlık yazışmaları gözden geçirerek, Libya’yı ilgilendiren 900 sayfa ve 296 yazışmayı içeren belgeleri bu yıl paylaşıma açmıştı.
Bu belgeler Ortadoğu’daki gelişmelere yön verecek, Türkiye’yi de ilgilendiren kritik bilgiler içeriyor olmalı. Konu ile iddialar yeniden gündeme gelecek gibi.
Geçen Mart ayında New York Times, CIA‘nın 2012’nin başlarından bu yana, Suriye muhaliflerine silah sevkiyatını koordine etmek üzere, muhalif komutanlarla çalıştığını bildirmişti.
Business Insider 2013’te yayınladığı makalede Büyükelçi Stevens’ın öldürülmesi ve Eylül ayında Libya’dan Suriye’ye Türkiye üzerinden yapıldığı rapor edilen SA-7 MANPAD füzeler ve roket güdümlü el bombaları sevkiyatı arasında bağlantı kuruyordu.
Daha sonraları bildirildiği üzere, Suriyeli muhalifler Suriye askeri helikopterini SA-7’lerle düşürmeye başladı.
Makaleye göre Stevens son toplantısını, Bingazi saldırısı gecesinde Türk Başkonsolosu Ali Sait Akın ile yapmıştı. (4)
Fox News’a konuşan bir kaynak, Stevens’ın ‘SA-7 füzelerini Libya merkezli radikallerin elinden almak için bir transfer müzakere etmek üzere’ Bingazi’de olduğunu söylüyordu. (5)
Önümüzdeki günlerde Libya konusu da en az Suriye kadar konuşulacağa benzer.
Tüm bu gelişmeler eşliğinde, 14 Temmuz’da İran ile varılan nükleer anlaşmasını takip eden üç haftada uluslararası diplomasi trafiği çok hareketlendi.
Türkiye, anlaşmanın etkisini IŞİD’e karşı Koalisyona katılarak yaşadı. Şimdi gündemde ‘güvenli bölge’ veya ‘temiz hat’ var.
Bir sonraki bölüm: “Büyük Koalisyon”
[box type=”info” color=”#000000″ bg=”#00CCFF” font=”times” fontsize=”14″]
* Eren Topçu: Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra AÜGSF Çizgi Film Bölümü’nü bitirdi. Dijital platform ve belgeseller için canlandırma sanatçısı olarak çalıştı ve yoga eğitmenliği yaptı. 2013’te Mısır’dan gözlem yazıları yazmaya başladı. İnsan, mitoloji, arkeoloji, inanç sistemleri, Mısır ve Ortadoğu, sanat ve çevre üzerine yazıyor. Canlandırma sanatçısı olarak çalışmaya ve çizmeye devam ediyor.[/box]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.