Barışı nasıl tesis edeceğimizi, memleketin bütün devrimcileri, ezilenleri, yoksulları, mağdurları kafa kafaya verip kararlaştırabilir, bunu özgürlükçü ve demokratik ögelerle beslenmiş bir anti-emperyalizmle dayanaklı hale getirmeyi başarabiliriz. Fıtratımız buna uygundur. Bizleri Kürt düşmanlığı temelinde anti-Amerikancılık “oynayan” faşistlerden ayıran temel fark da budur Hasan Hüseyin sormuştu bir şiirinde, “kandan kına yakılır mı” diye. Ömrü hayatımız bu soruya […]
Barışı nasıl tesis edeceğimizi, memleketin bütün devrimcileri, ezilenleri, yoksulları, mağdurları kafa kafaya verip kararlaştırabilir, bunu özgürlükçü ve demokratik ögelerle beslenmiş bir anti-emperyalizmle dayanaklı hale getirmeyi başarabiliriz. Fıtratımız buna uygundur. Bizleri Kürt düşmanlığı temelinde anti-Amerikancılık “oynayan” faşistlerden ayıran temel fark da budur
Hasan Hüseyin sormuştu bir şiirinde, “kandan kına yakılır mı” diye. Ömrü hayatımız bu soruya yanıt aramakla geçti. Hasan Hüseyin buldu yanıtı, “yakılmaz” dedi.
Biz hissettik, lakin kandan kına yakılmayacağına dair hissiyatı dile getirmenin, savaş histerisine dolaylı destek gibi algılanma ihtimali nedeniyle sustuk. Oysa gerçek buydu.
Kan akıtanların, barış havariliğine soyunarak günahlarından kurtulmak istediğini gördük, lakin muhataplardan olmadığımız için sustuk. Oysa gerçek buydu.
Barış masasına ancak savaşan tarafların oturacağına dair gerçek, bizi biçare bıraktı. Dışarıdan ahkâm kesmek durumunda kalacaktık ki, bunu yapmadık haliyle. “Koyunlar keçiler ve koçlar için/ Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı/ Bu barış var ya, bu barış/ Cephedekiler için o kadar barış”tır diyen Can Yücel gibi, ABD ve AKP eliyle gelecek “barışın” barış olmayacağını biliyorduk ama nafile sustuk.
Hele Ahmet Türk’ün “Sosyalist dostlarımız ‘Kürtler bizi satıyor’ demesin. Biz çok acılar çektik. Bizi de anlayın. Bu fırsatı kaçıramayız” demesi karşında dudaklarımızı kıpırdatmak bile halt yemek olacaktı. Bu kadar içten ve samimi duygu bildirimi olur mu? “Acı çektik” diyor, kocaman adam. Çekmeye devam edin mi diyecektik?
Çözüm süreci, kandan kına yakılıp yakılamayacağının test edilmesiydi bir bakıma. Sonuç ortada. Her ne sebeple olursa olsun ve her kim tarafından gelirse gelsin, savaşın yeniden başlama kararı verilir verilmez, ki Suruç katliamı bunun işaret fişeğidir, saniyesinde bombardıman uçakları havalanıyorsa, namlular sivillere dönüyorsa, tipik kent gerillası taktiği gereği polise-askere pusu atılıyorsa, savaş naraları, üstü kapalı-açık savaş tehditleri gırla gidiyorsa, “Kurt puslu havayı sever” misali, faşist hareket tarafından polis-asker cenazeleri etrafında yeni bir etki alanı yaratılıyorsa, “kana kan” diye bağırılıyorsa, cenazelerde intikam çığlıkları atılıyorsa, barışı sahici duygularla isteyen ve savunan taraf yok demektir.
Bugün Pazartesi. Kaç eylemle ve kaç ölümle başladık güne? Oysa Pazar sabahına HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın PKK’ya ateşkes çağrısıyla uyanmıştık. Bu kaçıncı çağrısı oldu Demirtaş’ın? Savaş isteyenlerin borusu ötüyor demek ki, kontrgerillaya gün doğuyor bu sayede. Demek ki böyle. Davutoğlu “ateşkes çağrısı için artık çok geç” mealinde bir şeyler bile söyledi.
Durum budur. Durum iç açıcı değildir. İçimizi karartan, savaş kararı alanların genç ölümlerden zerrece etkilenmediğidir. Karar vericiler sarayda mı yaşar, dağda mı yaşar, bir önemi bulunmuyor. İlk kanı kim akıttı, bunun da bir önemi yok artık. “Savaşçılar” gençlerin hayatı üzerinden bu kararı veriyor, dramatik olan bu. Ve gençler gözünü kırpmadan basıyor tetiğe; bu daha da dramatik. Demek ki, kimse kavrama “çocuğun kurduğu düştür barış” saflığı ile yaklaşmıyor.
Şurası açık ki, barışmak kolay değil. 30 yıl devam eden ve neredeyse büyük çoğunluğu PKK’lı ve bölge halkından olmak üzere yaklaşık 40 bin insanın yaşamını kaybettiği bir savaştan sonra, barışın tesisi, 30 yıllık bir barış dönemi yaşamak ve yeni doğan 40 bin çocuğa barış ismini koymakla ancak mümkün olabilir.
Ne yazık ki 7 Haziran’da sonra yeniden başlayan çatışmalar şu gerçeği bir kez daha yüzümüze vurdu: Barış içselleştirilememiş, özümsenmemiş, yakıcılığı fark edilememiştir; ne yazık ki politik atraksiyonlarla kavramın içi boşaltılmıştır.
Fatih Yaşlı sosyal medya üzerinden “Mesele tek kişinin saray tutkusu, taht kavgası vs. değildir. Hakiki bir barış mücadelesi emperyalizmi denkleme katmakla mümkündür” şeklinde bir not paylaştı.
Konunun mihenk taşı budur. Asıl sorun tam da bu noktada kendini ele vermektedir. Emperyalizmin barış gibi niyeti yoktur ve savaş lüzumlu olduğunda düzenli düzensiz ordularıyla tereddütsüz devreye alınır. NATO’nun düzenli orduları ve kontrgerillasıyla. Kaldı ki ülkemizin de içinde bulunduğu bölgede “savaş” ve “barış” gibi kavramlar, stratejik hedefin birer argümanı olarak görülmekte ve dönem dönem biri öne çıkartılmaktadır. “Irak’a özgürlük” denilerek başlatılan operasyonda milyonlarca insanın ölümüne, bütün Kuzey Afrika ülkelerinin savaş ve darbe batağına saplanmasına, en son da Suriye’de son üç yılda 250 bin insanın katledilmesine sebebiyet veren iç savaşı başlatan emperyalizmin Kürt sorununun barışçı çözümünden yana olduğunu iddia etmek, en hafif tabirle, emperyalizmin ne olduğunun farkında olmamaktır.
Şu nokta açık ve nettir. Ne emperyalizmi karşısına almayan bir hareket barışı sağlayabilir ne de emperyalistlere tek kurşun atmadan devrimci olmak mümkündür. Dolayısıyla emperyalizmi denkleme dahil etmek de yetmeyebilir, denklemin odak noktasında “haydut devletin” bizzat yer aldığını atlayarak yapılan değerlendirmelerin, görünen o ki hiçbir geçerliliği yoktur. Sorunu antiemperyalist mücadelenin nihai zaferine havale ederek, “peki çözüm” denildiğinde sessizliği bürünerek yol alınmayacağını bilirim ancak Körfez Savaşı’ndan bu yana, ABD politikalarının bölgede milyonlarca insanın ölümüne yol açtığını hatırlatarak isterim.
Kan, savaş demektir. Kına ise barış. Kanı emperyalizm akıtmaktadır; kına halkların büyük özlemidir. Emperyalizm kahrolmadıkça bizlerin yaşaması mümkün değildir. Şimdi bütün sorulara yanıt verebilir, barışı nasıl tesis edeceğimizi, memleketin bütün devrimcileri, ezilenleri, yoksulları, mağdurları kafa kafaya verip kararlaştırabilir, bunu özgürlükçü ve demokratik ögelerle beslenmiş bir anti-emperyalizmle dayanaklı hale getirmeyi başarabiliriz. Fıtratımız buna uygundur. Bizleri Kürt düşmanlığı temelinde anti Amerikancılık “oynayan” faşistlerden ayıran temel fark da budur.
Hasan Hüseyin’le başladık, onunla bitirelim: “Kandan kına bre yezit/ Kandan kına yakılır mı”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.