Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan terörist IŞİD ile savaştığını iddia ediyor, ama gerçekte, esas olarak Kürt PKK milisleriyle çatışıyor. Böyle yaparak, iktidarda tutunmak aşkına ülkesindeki barış sürecini feda etmeyi gönüllü olduğunu gösteriyor. Erdoğan siyaseti daima bir savaş olarak görmüştür. Başka önde gelen Türk siyasetçilerinden hiçbiri onun kadar acımasız değildir. PKK’ye saldırarak, muhtemelen sonbaharda yeni bir seçime gidecek yolu […]
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan terörist IŞİD ile savaştığını iddia ediyor, ama gerçekte, esas olarak Kürt PKK milisleriyle çatışıyor. Böyle yaparak, iktidarda tutunmak aşkına ülkesindeki barış sürecini feda etmeyi gönüllü olduğunu gösteriyor. Erdoğan siyaseti daima bir savaş olarak görmüştür. Başka önde gelen Türk siyasetçilerinden hiçbiri onun kadar acımasız değildir. PKK’ye saldırarak, muhtemelen sonbaharda yeni bir seçime gidecek yolu açacak bir çeşit kargaşayı teşvik ediyor
Neval Bulut savaş içinde büyümüş ve şimdi savaşın geri döneceğinden korkuyor. Kendisi Türkiye’nin doğusundaki Diyarbakır kentinde yaşayan 27 yaşında bir grafik tasarımcısı. Bazen, Kürt yanlısı parti HDP’nin bir kısım Türk seçmenin de desteğiyle Türkiye parlamentosuna temsilci sokmayı başardığı o Haziran gecesinin kısa süren güzel bir düşten ibaret olup olmadığını kendisine soruyor.
Bulut, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ile birlikte gergin birkaç ay geçirmiş. Seçim konuşmalarında alkışlamış, arkadaşlarını ve akrabalarını Türkiye siyasetinde değişim sözü vermekle kalmayıp bu değişimi şahsında temsil eden bu genç parti önderini desteklemeye ikna etmiş. Bulut okul yıllarından sonra da üniversitede Kürtlere daha fazla hak tanınmasını isteyen arkadaşlarının terör zanlısı olarak tutuklandığına tanık olmuş. HDP’nin 7 Haziran’daki seçim başarısının Türkiye’nin barışçıl, çoğulcu bir ülke olmasına yardım edeceğini umuyormuş.
Seçimlerin üzerinden sadece iki ay geçmişken Bulut, üzerinde siyah taytı, siyah ojeleri ve piersingleriyle Diyarbakır merkezinde dolaşıyor. Başının üzerinde savaş uçakları uçarken zırhlı polis araçlarının önünden geçiyor. Bir gece önce hükümet karşıtı protestocular yollara barikatlar kurmuş arabaları ateşe vermiş. Duvarlara sprey boyalarla “Her yer Kobanê” ve “Öcalan’a özgürlük” sloganları yazılmış. “Çok safmışım” diyor Bulut.
“Bu daha başlangıç”
Her gece aynı ritüel tekrarlanıyor: Saat 9 civarında kent dışındaki askerî üsten Kuzey Irak’taki Kürdistan İşçi Partisi ya da PKK’nin ve onun Suriye’deki kolunun mevzilerini vurmak üzere savaş uçakları havalanıyor. Hava saldırılarının pek azı İslam Devleti (IŞİD) mevzilerini hedef alıyor. Hemen aynı sıralarda genç Kürtler Diyarbakır kent merkezini ateşe veriyor. Barikatların kurulduğu yerlerde polis basınçlı su ve biber gazıyla karşılıkta bulunuyor. Ama protestocuların gözü kolay kolay korkutulamıyor. “Bu daha başlangıç” diye slogan atıyorlar. İstanbul ve başka kentlerde de polis ile yaralanmalar ve ölümlerle sonuçlanan çatışmalar patlak vermiş bulunuyor.
Kürt Baharı nefret ve şiddetle yüklü bir yaza dönüşmüş durumda. Diyarbakır’da pek çok kişi iç savaşın kaçınılmaz olduğuna inanıyor.
Hükümet ile Kürtler arasındaki barış süreci sona erdi. Gerek Cumhurbaşkanı gerek PKK liderleri tarafından hafta içinde yapılan açıklamalar bunu doğruluyor. Çatışmalar, hava saldırıları ve bombardımanlar sonucunda hemen her gün PKK savaşçıları ve Türk askerleri ölüyor.
Geçen hafta, sanki Erdoğan Batı’nın uzun zamandır yapmasını umduğu şeyi, yani yıllarca göz yumduğu IŞİD’e karşı harekete geçmeyi nihayet yapacakmış gibi gözükmüştü.
20 Haziran’da Kobanê’nin tam karşısındaki sınır kenti Suruç’ta Kürt gençlerinin bir toplantısını hedefleyen ve 32 cana mal olan yıkıcı intihar saldırısının ardından ABD Başkanı Barack Obama, Erdoğan ile telefonda görüşmüştü. İki lider, Türk hükümetinin şimdiye dek yapmayı inatla reddettiği bir konuda, yani IŞİD ile mücadelede işbirliği yapmakta anlaşmaya varmıştı.
Anlaşma uyarınca ABD Hava Kuvvetleri artık IŞİD militanlarına karşı hava saldırıları için başta İncirlik’teki NATO üssü olmak üzere birçok Türk askerî üssünü kullanabilecek – şimdiye dek buna izin yoktu. Bu durum ABD savaş uçaklarının uçuş menzilini çarpıcı derecede kısaltıyor. Uçaklar şimdi artık Basra Körfezi’ndeki üslerinden havalanıp havada yakıt ikmali yapmak yerine, İncirlik’ten kalkıp sadece 150 kilometre (93 mil) kat etmekle IŞİD’in denetimindeki bölgeye ulaşacak.
Geçen Cuma günü yani Suruç’taki intihar saldırısından– ki şu âna kadar kimsenin sorumluluğunu üstlenmediği de söylenmeli – dört gün sonra, Türk savaş uçakları IŞİD mevzilerine bir saldırı düzenledi. Olaydan birkaç sonra yapılan başbakanlık açıklamasına göre: “Diyarbakır Hava Üssünden 3 F-16 savaş jeti sabah saat 3:12’de havalanmış ve 3:40 ile 3:53 arasında IŞİD’e ait 3 hedefi bombalamıştır.”
Savaş başlatmak için ikiyüzlüce bir bahane mi?
Ne var ki Erdoğan’ın gerçek niyetleri çabucak açığa çıktı. Fırsatı kendisinin ve partisindeki sertlik yanlılarının daha büyük kötülük olarak gördüğü şeyle yani PKK ile savaşmak için kullanmak istiyordu. Bu da, Türkiye’nin hem IŞİD’i hem de IŞİD’in en etkin ve en sert karşıtını aynı ânda vurduğu saçma sapan bir duruma yol açtı. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye Suruç intihar saldırısını IŞİD’e değil de bu terör örgütünün kurbanlarına karşı savaş açmak için ikiyüzlüce bir bahane olarak kullanmaktan başka bir şey yapmıyor gibi gözüküyor.
Türk savaş uçakları örgütün Türkiye içindeki mevzilerini olduğu kadar ulaşılması güç Kandil dağlarındaki PKK karargâhını vurmak üzere gece gündüz havalanıyor. Türk tankları ise IŞİD mevzilerinin yakınlarındaki PKK’nın Suriye’deki uzantısının savaşçılarına ateş açıyor.
Kuzey Irak ve Türkiye’de geçen haftadan beri olanlar özellikle kötü sonuç verecek gibi gözüküyor. Türkiye ile PKK arasında yıllar süren çetin müzakereler sonunda gerçekleşmiş olan barış süreci, gitgide daha fazla sayıda ülkenin şiddete teslim olduğu Orta Doğu’daki nadir umut ışıklarından biriydi. Bizzat Erdoğan uzun süre, iki onyıl boyunca süren ve 40.000 cana mal olup taraflardan hiçbirinin zaferini ilân edemediği iç savaşa son vermeye kararlıymış gibi gözükmüştü. Türkiye parlamentosunda 2009 yılında yaptığı etkileyici konuşmasında “Siyasal çözüm için daha fazla bekleyemeyiz” demişti “Her iki tarafın annelerinin ölen oğulları için döktüğü gözyaşları buna izin vermez.”
Ama, Erdoğan’ın hâlihazırdaki askerî stratejisi ne kadar paradoksal gözükse de 2009’da dedikleri göz önüne alındığında, şaşırtıcı değil.
Erdoğan siyaseti daima bir savaş olarak görmüştür. Başka önde gelen Türk siyasetçilerinden hiçbiri onun kadar acımasız değildir. PKK’ye saldırarak, muhtemelen güzün yeni bir seçime gidecek yolu açacak bir çeşit kargaşayı teşvik ediyor.
Gerçeklikle bağını yitirmiş
Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi 13 yıllık iktidarının ardından Haziran ayında meclisteki mutlak çoğunluğunu yitirdi ve tarihinde ilk kez bir koalisyon ortağına ihtiyaç duyuyor. Erdoğan için seçim sonucu bir başarısızlık. O, bir başkanlık sistemi kurmak ve gelecek yıllar için kendi baskın konumunu garantiye almak üzere gereken üçte iki çoğunluğu kazanmayı ummaktaydı. Ama Kürtlerin HDP’si meclise girmekle planını alt üst etti.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bir koalisyon kurmak için 45 günü vardı. Bu süre 23 Ağustos’ta doluyor. Görünüşe göre, Erdoğan Türk halkında ülkeyi içine girdiği kaostan ancak AKP yönetimindeki bir tek parti hükümetinin çıkarabileceği izlenimi yaratmak istiyor. Meclise girmek için gereken yüzde 10 barajının altına itmek için HDP’nin teröristlerin partisi olarak yaftalanmasını arzuluyor. Diyarbakır’da bir mahkemenin protestocuları “kışkırtmak ve silahlandırmak” suçlamasıyla Demirtaş hakkında soruşturma başlatması da bunun kanıtı.
Mesele, bu stratejinin inandırıcı olup olmayacağı. Gözlemciler, Erdoğan’ın tutturduğu milliyetçi söylemle aşırı sağcı MHP’den bir kısım seçmeni AKP’ye çekebileceğini düşünüyor. HDP seçmenlerinin sadakati ise yaşanan kargaşaya rağmen sarsılmamış gibi gözüküyor. Kamuoyu yoklamaları HDP seçmenlerinin sadece yüzde 6’sının yeni seçim olduğu takdirde başka partilere oy vereceğini gösteriyor.
Bu açmaz durumu daha aylarca sürebilir ama bu Erdoğan’a oynadığı ikiyüzlüce oyunu bıraktıracak bir gerekçe değil. Cumhurbaşkanının oynadığı bu oyunun ne kadar tehlikeli olduğunun farkında olmaması da gayetle mümkün. İktidarda bunca yıl kaldıktan sonra gerçeklikten giderek daha fazla kopmakta gibi görünüyor. Askerî gerginliği tırmandırmaya seçim günü bir düğmeye basmakla öylece son verilemez.
Mevcut gerginliğin başlama noktası olan Suriye sınırında bugünlerde yeni bir şey olmuyormuş gibi görünüyor.
Sınırın doğu kesiminde, Türkiye’nin Karkamış kasabası Suriye’nin Cerablus kasabasına bakıyor. Suriye tarafında sıcak yaz havasında durup dinlenmeden dalgalanan siyah –beyaz IŞİD bayrağı kolayca görülüyor. Bayrağın tam karşısında, sınırın 100 metre berisinde Türkiye tarafında, Erdoğan’ın iktidardaki AKP’sinin ilçe binası bulunuyor. Sınır kapısı kapalı ama görünürde ne bir tank, ne bir asker hatta ne bir devriye karakolu – Türkiye’nin cihatçı terör ordusuna karşı harekâtının başlamak üzere olduğuna işaret eden bir şey var.
IŞİD’in güçlenişini kolaylaştırmak
Türk hükümeti şimdiye kadar IŞİD’i desteklediğini durmadan inkâr etti. Ama aktif destek ile pasifçe görmezden gelme arasındaki ara bölgede Erdoğan hükümeti IŞİD’in güçlenişini kolaylaştırdı.
Çok sayıda yabancı cihat heveslisinin Türkiye’den Suriye’ye akmaya başladığı 2012 yazından beri Türk hükümeti bunların ülkenin güneyindeki hava alanlarından giriş çıkışlarına izin verdi. IŞİD’in Türkiye içinden adam toplamasına müsamaha gösterildi, hatta IŞİD üyelerinin sınır kapılarını kullanmasına izin verildi. Ankara bu konudaki tutumunu ancak çok sonra ve yavaş yavaş değiştirdi.
Suriye’de sarı bölgeler Şam yönetiminin, kırmızı bölgeler YPG’nin, mavi bölgeler muhaliflerin, kahverengi bölgeler IŞİD’in kontrol ettiği yerleri gösteriyor. Irak’ta ise sarı bölgeler Bağdat yönetiminin, kırmızı bölgeler Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ve kahverengi bölgeler IŞİD’in kontrol ettiği yerleri gösteriyor.
Türk hükümeti uzun bir süre, IŞİD’e karşı uluslararası koalisyona destek sağlama karşılığında kuzey Suriye’de bir “güvenli bölge” kurulmasını talep etti ve şimdi ABD’liler bunu kabul etmiş bulunuyor. Bu kuşak Halep’in kuzeyindeki sınır kasabası Azez’den Cerablus’a yaklaşık 100 kilometre uzunluğunda ve Suriye içinde yaklaşık 50 kilometre derinliğinde olacak. Bölge hâlihazırda IŞİD denetiminde. Plana göre, sonuçları bakımından hâlâ belirsiz hava saldırılarından çok ABD ile Türkiye’nin desteklediği asilerin ilerleyişiyle IŞİD militanları bu bölgeden sürülüp çıkarılacak. Ama bunu hangi asiler yapacak ve nasıl başaracak?
IŞİD karşıtı koalisyonun resmî açıklamasına göre, güvenli bölge ile amaçlanan IŞİD’in ikmal hatlarını ve kaçakçılık güzergâhlarını kesmek. Ama göründüğü kadarıyla Türk hükümetinin aklında başka bir amaç var: Kürtlerin kendi sınırında kesiksiz bir bölgeyi ele geçirip denetlemesini engellemek.
PKK’nın Suriye’deki uzantısının adıyla Halk Koruma Birimleri ya da YPG, son haftalarda ABD’yi keyiflendirip Türkiye’yi dehşete düşürerek IŞİD’in elindeki geniş arazileri ele geçirmiş bulunuyor. Kürtler Haziran ortasında Suriye’nin sınır kasabası Tel Abyad’ı almayı başardı ve kısa sürede IŞİD’in fiilî başkenti Rakka’nın 30 kilometre yakınına dayandı.
Erdoğan’ın Kürt devleti korkusu
YPG, bunu yaparak, Suriye’nin kuzeyinde şimdiye dek birbirinden kopuk kalmış olan üç Kürt “kanton”unun ikisini birleştiren bir koridor açmayı becerdi. Kürt milisler öbür isyancı gruplarla birlikte IŞİD’i sınırdan tamamiyle uzaklaştırabilseydi “kantonların” tamamı birbiriyle bağlantılanmış olacaktı. Erdoğan daha Tel Abyad’ın ele geçirilmesi sırasında savaş tehdidinde bulunmuştu. “Hiçbir şart altında kuzey Suriye’de yeni bir devlet kurulmasına izin vermeyeceğiz.” Bununla bir Kürt devletini kast etmekteydi.
Hükümet yanlısı medya kuruluşları şimdi “güvenli bölge” içinde yer alan bölgeyi işgal etmek üzere 18 bin Türk askerinin harekete geçirildiğini bildirmekteydi. Londra’da Arapça yayımlanan El Arabi el Cedid gazetesi 29 Haziran’da Erdoğan ile başbakanının Kürt kuvvetlerinin daha fazla ilerlemesini önlemek üzere özellikle Cerablus bölgesinde olmak üzere, IŞİD ile mücadele bahanesi altında bir Türk müdahalesi için zorladıkları tahmininde bulunmuştu. Şimdi, sadece bir ay sonra, bu tahmin hiç olmazsa kısmen doğru çıkmış bulunuyor. Türk kara kuvvetleri henüz işe karışmamış da olsa, çok yakında bunun da olabileceği ihtimali yabana atılamaz.
YPG’nin siyasal kanadının başkanı Salih Müslim SPIEGEL ile yaptığı söyleşide Türk ordusunun gerçekten Suriye’ye girmesi ihtimali karşısında “Bunu bir işgal sayarız ve kendimizi savunuruz” uyarısında bulundu. Müslim bir yandan da gene de gerginliği yatıştırma çabasındaydı. “Türkiye ile çatışmak istemiyoruz. Ankara IŞİD’in bölgeden çıkarılmasını istiyorsa, öbür yerel gruplarla, Araplar, Türkmenler ve Kürtlerle birlikte bunu yapabiliriz. Aksine AKP kapıları yüzümüze kapattı ve IŞİD ile çarpışan Kürtleri zayıflatmaya çalışıyor.”
Bununla birlikte, şu ânda Türkiye’nin karadan asker sokacağına ilişkin bir işaret yok. Çeşitli Suriyeli asi kumandanların bu hafta başında Ankara’da yaptığı gizli toplantıda da sadece daha fazla destekten konuşuldu, eli kulağında bir askerî işgalden değil. Görünüşe göre, YPG ile doğrudan bir çatışma da masadaki seçenekler arasında değil. Gene de, aralarında İslamcı Ahrar’uş Şam grubunun liderlerinden birinin de bulunduğu katılanlarda bir güvensizlik havası hâkimdi. Asi liderlerden biri “Türkler şimdiye kadar bize zaten iki kez kuzeyde bir güvenlik kuşağı oluşturma sözü vermişti ama hiçbir şey çıkmadı” diyordu, “Beşar Esad’a ya da IŞİD’e karşı bize yardım ederlerse, ne âlâ. Etmezlerse kendi başımıza savaşa devam ederiz.”
ABD Türkiye ile işbirliğini artırıyor
Avrupalı NATO ortakları, özellikle de Almanya, PKK’ye saldırısından dolayı Türkiye’yi eleştirirken, göründüğü kadarıyla Amerikalılar durumu farklı değerlendiriyor. Onlara göre, yıllarca başarısız bir biçimde desteğini kazanmaya çalıştıkları Türkiye’nin nihayet IŞİD’e karşı destek vermeyi kabullenmesi daha önemli.
ABD Bakanı Barack Obama’nın IŞİD’e Karşı Küresel Koalisyon nezdindeki özel başkanlık temsilcisi yardımcısı Brett McGurk, “Türkiye ve IŞİD’e karşı küresel savaştaki bütün öbür ortaklarımızla işbirliğini artırmanın yollarını arıyoruz” diye tweet attı. Bunu yaparken bu ortaklardan ikisinin birbirine savaş ilân ettiğini görmezden geliyordu. McGurk, gerginlikte muhtemel bir tırmanmanın kesinlikle ABD’nin hatası olarak görülemeyeceğini eklemekte de aceleciydi. “IŞİD’e karşı işbirliğini artırmak için ABD ile Türkiye arasında varılan son anlaşmayla PKK’ye karşı bu hava harekâtları arasında bağlantı yok” dedi.
ABD Dışişleri Bakanlığı, PKK bir terör örgütüyken, Türkiye ile artan işbirliğinin artık Suriyeli YPG grubuna daha fazla hava desteği verebilmeyi mümkün kıldığı açıklamasında bulundu. Bunu yapmakla, birbiriyle yakın işbirliği içindeki iki örgüt arasında bir ayrım yapıyordu, muhtemelen sadece Washington’daki siyasetçilerin kafasının içinde var olan bir ayrım.
Erdoğan’ın başbakanlığında Kürtler için kendisinden önce gelen bütün Türk siyasetçilerin yaptığından daha fazlasını yapmışken şimdi cumhurbaşkanlığında PKK’ye karşı savaş yürütüyor olması tarihin acı bir ironisi. 2005 yılında, demokratik yollarla çözülmesi gereken bir “Kürt sorunu”nun varlığını kamuoyu önünde ifade eden ilk kişiydi. Ondan önce, Türk devleti uzun süre Kürtlerin varlığını kabul etmeyi bile reddetmişti. Erdoğan, ülkenin en büyük azınlığına daha geniş bir otonomi bağışladı ve güneydoğu Türkiye’deki altyapı yatırımları için milyarlarca avro harcadı. Kürt dili üzerindeki yasaklamaları gevşetti ve Kürtçe radyo ve televizyon kanallarının kurulmasına izin verdi. Türk istihbaratı 2012 yılında, 1999’daki tutuklanışından beri Marmara Denizi’nin ortasındaki İmralı adasında tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan ile barış görüşmelerine başlamıştı.
Ama Erdoğan tam da sayesinde büyük övgüler aldığı bu yumuşama politikası yüzünden bir Türk liderine iktidarını korumak için son derece yararlı olan bir kozdan mahrum oldu: Türk seçmenleri teyakkuzda tutmaya ve yola getirmeye yarayan dış düşman mefhumunu. Bir yumuşama iklimi hüküm sürdükçe, İstanbul’daki Gezi Parkı’nın yıkılmasına ve iktidardakilerin küstahlığına karşı patlak veren protesto hareketi gibi yeni siyasal hareketler serpildi.
Erdoğan nutuklarında tekrar tekrar yeni düşmanlar yaratmaya çalıştı. Sürgündeki din adamı Fethullah Gülen’in müritlerinden, “faiz lobisi mafyasından” ve Alman havayolları Lufthansa’dan gelen komplolar uydurdu. Türk gazeteci Ece Temelkuran Zenith dergisi için kaleme aldığı yazısında otokratik yöneticinin halktaki hoşnutsuzlukları manipüle etmesini tarif ederken, Erdoğan’ın “alt sınıfların nefretini ya da korkularını kontrol ettiğini” söylüyordu. Ne var ki yeni öcüler yaratma yönündeki bu çabalar fazla başarılı olmadı. Ne de olsa, bir gerilla örgütüne kıyasla “faiz mafyasının” yaratacağı infialin hükmü ne kadar olur ki?
PKK’nin rolü
Gerginliğin tırmanmasına PKK de katkıda bulundu. Gelen haberlere göre son günlerde savaşçıları bir dizi saldırı gerçekleştirdi. Geçen Pazar PKK militanları Lice kasabasında iki polisi öldürdü ve araçlarına yaptıkları saldırıda dört askeri yaraladı. Diyarbakır’da bir çayevine ateş açan militanlar bir polisle bir sivili öldürdü. Perşembe günü Şırnak bölgesinde üç asker öldürüldü.
Türk hükümeti hava saldırılarına son verdiği takdirde örgütünün yeni saldırılar planladığını söyleyen Murat Bektaş bu daha başlangıç tehdidinde bulunuyor. Bektaş, Diyarbakır’da PKK ile bağlantılı gençlik örgütü YDG-H’nin başkanlığını yürütüyor. Onun gibi öfkeli gençler gerginliği tırmandırıyor.
Bektaş barikatlar kurmayı ve silah kullanmayı öğrenmiş. “Bu kavga için silahlandım” diyor. PKK, YDG-H’nin genç ve kararlı üyelerine bağımlı olduğundan hareket içinde etkili bir kişi sayılıyor. Kot pantolon ve üstüne bol gelen bir tişört giyen Bektaş, üç günlük sakalı, kırışmış alnıyla ince, zayıf bir genç. Öbür eylemcilerle birlikte beş yıldır, Diyarbakır’ın dış mahallelerinde beton bir binada saklanarak illegalitede yaşıyor. Gerçek adını da bildirmiyor.
Pencereden işlek bir caddenin gürültüleri geliyor, duvarda Öcalan’ın resmi asılı. Bektaş’ın önündeki masada Kürtçe bir gazete duruyor. Baş sayfanın manşetinde şunlar yazılı: “AKP’nin ellerinde bebeklerimizin kanı var.”
“En kötüsüne hazırız”
Bektaş, PKK’nin birçok üyesi ve taraftarının barış sürecine asla inanmadığını söylüyor. Öcalan barışı zorladığı için destekçilerinin de barışı güçlendirmek için emirlerine uyduklarını belirtiyor. Grubunun mücadeleyi yeniden başlatmaktaki kararlılığını ise Türk ordusunun PKK’ye karşı yeniden harekete geçmesiyle açıklıyor.
Diyarbakır ve bölgenin öbür kentlerinde pek çok kişinin bıçaklar, tabancalar ve makinalı tüfeklerle silahlanmış bulunduğunu söyleyen Bektaş “En kötüsüne hazırız” diyor.
Ajitatörlerin meydana hâkim olmasıyla ılımlı güçler hem PKK’nin hem Türk hükümetinin gerisinde kalmış bulunuyor. HDP lideri Demirtaş son günlerde gerilimi yatıştırma çabalarında bulundu, ama artık onun çağrıları radikalleşmiş gençlikte pek az yankı buluyor.
PKK lideri Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, SPIEGEL ile yaptığı telefon konuşmasında “Daha bile fazla kan dökülecek” diye uyardı. “Bu noktada felaketi sadece Abdullah önleyebilir.” Ne var ki İmralı adasındaki hapishanede bulunan Öcalan’ın son gelişmelerle irtibatı kesilmiş durumda. Hükümet, Nisan ayından beri kimsenin onu görmesine izin vermiyor.
Türk hükümeti ile PKK arasındaki görüşmelerin çökme noktasına geldiği geçen yıllarda sık sık ifade edilmişti. Buna rağmen Şubat ayı kadar yakın bir tarihte Öcalan destekçilerine şiddeti nihayet bırakmaları çağrısında bulunan bir açıklama yapmıştı. İsyancı lider bunu “tarihi bir karar” olarak nitelemişti.
Aradan altı ay geçmişken, söylediklerinin artık hükmü yok.
[Aslı Almanca olan yazının Spiegel.online international’daki İngilizce versiyonundan A. Ercüment Özkaya tarafından Sendika.org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.