AKP/Erdoğan Devleti’nin planladığı savaş sürecinin yaratacağı baskı ve terör politikalarına karşı sol/demokratik muhalefetin birikimi ve çözüm kabiliyeti bu zor dönemin de atlatılmasını sağlayacaktır Seçim sonrası biraz beklediğimiz biraz beklentimizi aşan sertlikte ve hızda yeni bir döneme girdik. Birkaç haftadır yaşadığımız yeni sürecin siyasal arka planını analiz etmek için erken olabilir. Ancak Tayyip Erdoğan iktidarının söylemlerine […]
AKP/Erdoğan Devleti’nin planladığı savaş sürecinin yaratacağı baskı ve terör politikalarına karşı sol/demokratik muhalefetin birikimi ve çözüm kabiliyeti bu zor dönemin de atlatılmasını sağlayacaktır
Seçim sonrası biraz beklediğimiz biraz beklentimizi aşan sertlikte ve hızda yeni bir döneme girdik. Birkaç haftadır yaşadığımız yeni sürecin siyasal arka planını analiz etmek için erken olabilir. Ancak Tayyip Erdoğan iktidarının söylemlerine bakıldığında belli bir hedefe varmayı amaçlayan bu sürecin daha seçim öncesinden planlandığı söylenebilir. Bu anlamda Türkiye’nin demokratik muhalefetini yine olağanüstü zor günler bekliyor…
Birkaç haftadır yaşadıklarımız yaygın deyimiyle bize 1990’ları çağrıştırıyor. Kısaca hatırlayalım o dönemi: Turgut Özal’ın parlamentoyu devre dışı bırakan “tek adam” yönetimi, muhalif basına karşı kural tanımaz baskı ve sansür uygulamaları, zayıflayan inisiyatifini Özal’ın ölümünün ardından tekrar ele geçiren TSK’nın başlattığı “kirli savaş” sonucu köy yakmalar, toplu insan sürgünleri, Hizbullah eliyle yurtsever Kürtlere karşı yapılan sayısız suikastler, yargısız infazlar ve devletle PKK arasında tam bir çatışma hali…
Bugünden bakıldığında 1990’larda Türkiye solunun durumu bugüne göre daha avantajlı koşullar içermiyordu. Reel sosyalizmin fiilen çöküşünün yarattığı moral şok, büyük kentlerde hayatımıza kabus gibi çöken yargısız infazlar, işçi hareketindeki gerileme, özelleştirmeler karşısındaki çaresizlik, Kürt siyasi hareketine tepki olarak yükselen milliyetçi basıncın batıdaki bunaltıcı havası… Ancak Türkiye sosyalist hareketi her ne kadar 12 Eylül sonrası yenilgiyi bir türlü aşamamışsa da sahip olduğu militan gelenek ve 12 Mart 1970’ten beri hep zorlu mücadele koşullarında kendisini var etmenin politik genlerinde yarattığı direnç ve çözüm kabiliyeti bu süreçlerden kendini koruyarak çıkmasını sağladı.
Sosyalist hareketin müdahalesiyle bütün imkansızlıklara rağmen o dönemde etkili olabildiği demokratik kitle örgütleri ve yapılar vasıtasıyla baskıcı döneme karşı topyekün bir mücadele hattının kurulması için “Demokrasi Platformu” süreçleri başlatıldı. Türkiye’nin pek çok yerinde irili ufaklı bütün demokratik unsurların bir araya geldiği platformlar eliyle egemen sınıfların yaratmaya çalıştığı iç savaş ve bölücülük ortamına karşı “halkların kardeşliği” sloganı şiar edinilmiş ve bütün zorluklara rağmen kitlelerin kabulü sağlanmıştı. Demokrasi Platformları sadece büyük kentlerde değil o günün boğucu atmosferinde Anadolu’nun neredeyse bütün kentlerinde kurulmuş ve ilerici/demokratik halk çevrelerinin temsilcisi olmuştu.
Kuşkusuz o dönemde demokratik muhalefetin motoru “Kamu Çalışanları Hareketi” idi. Kamu Çalışanları Hareketi’ni kuran önderlerin neredeyse tamamı sosyalist unsurlardı. Sosyalistlerin önderliğinde başlayan bu hareket kısa sürede Türkiye’nin gündemine oturmuş ve ülkenin dört bir yanında estirilen devlet terörü karşısında demokrasi ve insan hakları cephesi için çok kıymetli bir nefes borusu haline gelmişti.
90’ların ortalarında özelleştirme sürecinin yarattığı hak kayıplarına bir de Asya krizinin yarattığı işsizlik vb. sorunların eklenmesi emekçi kesimlerdeki huzursuzluğu arttırdı. Emek örgütlerinin bu tablonun altından kalkmak için çare arayışları sosyalistler tarafından desteklenerek dönemin ihtiyacına yönelik ortak bir mücadele örgütünün kurulmasının önemine vurgu yapıldı. Bu çabalar sonucu kurulan “EMEK PLATFORMU” Demokrasi Platformu’nun yerini alarak ülkenin bütün sendikal, mesleki mücadele örgütlerini tek çatı altında toplamış ve demokrasi ve hak mücadelesini daha güçlü bir şekilde sürdürmeye yönelmiştir. “Emek Platformu” çatısı altında yürütülen güçlü eylemler, görkemli mitingler sayesinde demokratik muhalefet ve emek hareketi kendisine hareket alanı açmayı başarabilmiştir.
Bugün geldiğimiz noktada son seçim sürecinde ortaya çıkan Kürt siyasi hareketinin zeminiyle sol toplumsal muhalefetin zemininin yakınlaşması ve bunun kısmi de olsa temsili örgütü gibi duran HDP’nin varlığı son derece kıymetlidir. Son yıllarda biriktirilen hak mücadeleleri, AKP’nin kural tanımaz işbitiriciliğine karşı gelişen kendiliğindenci halk tepkileri ve kuşkusuz “Gezi hayaleti”nin en son Bursa metal işçilerinin isyanında görüldüğüne dair söylentiler toplumsal muhalefetin hangi zeminlerde kendine yol bulacağının ipuçlarını veriyor.
AKP/Erdoğan Devleti’nin planladığı savaş sürecinin yaratacağı baskı ve terör politikalarına karşı sol/demokratik muhalefetin birikimi ve çözüm kabiliyeti bu zor dönemin de atlatılmasını sağlayacaktır. Bu süreçteki esas mesele, tıpkı 90’lardaki gibi, sol dinamiklerin toplumsal dinamiklerle ilişkilenerek, ilan edilen bu topyekün savaşa karşı hem mücadele dinamiklerinin nabzının attığı bütün yerellerde mücadeleyi sürdürmek ve tahkim etmek hem de mümkün olabildiğince güçlü bir karşı çıkışı ifade etme kabiliyetine sahip, AKP karşıtı demokratik/ilerici toplumsal kesimlerin yüreğine su serpecek “ortak mücadele zeminleri” oluşturmayı başarabilmektir.