Muhalif gruplara düşen, mücadele yöntemlerini güncellemek ve aralarındaki bağlara her zamankinden daha çok vurgu yapmaktır. Bunu siyasi partiler, sendikalar vs. yapmazsa, kitleler kendi refleksleriyle yapar, Gezi’de olduğu gibi… Kim kiminle yapacak? Son günlerin meşhur sorusu bu. En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim de şu reel siyaset yükünü sırtımdan bir atayım: Bence AKP ile MHP yapsın, […]
Muhalif gruplara düşen, mücadele yöntemlerini güncellemek ve aralarındaki bağlara her zamankinden daha çok vurgu yapmaktır. Bunu siyasi partiler, sendikalar vs. yapmazsa, kitleler kendi refleksleriyle yapar, Gezi’de olduğu gibi…
Kim kiminle yapacak? Son günlerin meşhur sorusu bu. En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim de şu reel siyaset yükünü sırtımdan bir atayım: Bence AKP ile MHP yapsın, CHP-HDP muhalefette kalsın; iktidar kürsüsüne doğru birlikte bağırırlarken yakınlaşırlar belki. Zira, zayıf da olsa aralarında ‘kılcal bağlantılar’ var.
Solcu olup da, ‘nasıl bir sol hamle, ne tür bir sol oluşum?’ sorularına kafa yormayan yoktur. Zaten şu ahir ömrümüz bu sorulara cevap aramakla geçiyor. Dönüyoruz dolaşıyoruz, iki bildik seçenekle burun buruna kalıyoruz: Ya, parti merkezli sınıf, kimlik vb. politikaları’ yla devam etmek ya da doğrudan demokrasi bilincini ve kültürünü gündelik yaşama massedecek bir birleşik sol hareket için ortak eylem planları ve kurucu diplomasiler geliştirmek.
Sistemik iktidar gerçeği karşısında muhalefet hattına düşmüşseniz, bütün sol tandanslı gruplarla bağlantınız var demektir. Sömürü ilişkilerinin özde değişmediği, sadece yeni figüranların sahne aldığı büyük filmimizde kılcal bağlantıların izini sürmek ‘solcuyum’ diyen herkesin görevidir. İktidar muhalefeti var eder; muhalefet ise birbirini beslemelidir. Gelenekle modernin, eskiyle yeninin, aktüel yöntemlerle fütüristik yöntemlerin vb. iç içeliğini dikkate almamak, mücadelenin aksak seyretmesine neden olur. Misal, Sol’un Gezi’ye bütünsel manada yanıt olamamasının ana nedenlerinden biri budur. Ülke Sol’u, ‘heterojen’ kitlelerin iktidara yönelik ani refleksini güçlü bir momente dönüştürecek işlevselliğe sahip olmadığından, Gezi arzu edilen boyuta evrilememiştir.
Bütün ayrı-gayrılıklarına karşın, özellikle sol muhalif grupların arasındaki geçişler, akışlar, içiçelikler olmasaydı -ne kendileri ne de biz- inanın bugünlere gelemezdik. Kapitalist üretim ilişkilerine tabi kitleler için, ekonomik, kültürel, sosyal ve ruhsal ortaklıklar ne kadar doğalsa, sistemik iktidarlara karşı geliştirilen muhalif kavrayışlar arasındaki kılcallıklar da o kadar doğaldır. Ne ki, her koşulda bütünleştirici potansiyel arz ederler, ama az ama çok. Az ya da çok olması, sistemik iktidarların ‘ayrıştırıcı’ politikalarındaki iniş-çıkışlardan kaynaklanır. Yönetenler sistemin bu tür yapısal arızalarını iyi bildiklerinden -riski minimize etmek için- kitleleri ayrıştırma politikalarını her daim revize ederler. Muhalif gruplara düşense, mücadele yöntemlerini güncellemek ve aralarındaki bağlara her zamankinden daha çok vurgu yapmaktır. Bunu siyasi partiler, sendikalar vs. yapmazsa, kitleler kendi refleksleriyle yapar, Gezi’de olduğu gibi… Diğer yandan, onca talana, baskıya, sömürüye, yakıp yıkmaya rağmen, insanla insanın, insanla doğanın askari birliğinin sürmesi kılcal bağlantılar sayesinde mümkün olmaktadır. Kullanma-kullandırma, kaşı sırtımı kaşıyayım sırtını, kazan-kazan türü çıkar ilişkilerinden bütünüyle farklı, özünde organik bağlantılardır bunlar. İşin enteresan tarafı, uzak muhalif unsurlar arasında bile mevcutturlar, ancak hayati tehlike anlarında ortaya çıkarlar: Gezi eylemlerinden birinde BDP’li gencin TGB’li genci TOMA menzilinin dışına çıkarmak için gösterdiği çabayı örnek olarak verebiliriz.
Kitleler devasa organizmalara benzerler; kendi içlerindeki ‘eşdeğer’ unsurların çatışması bağışıklık sistemlerini zayıflatır. İktidarlar, kitleleri diledikleri gibi yönetebilmek ve sömürebilmek için bu çatışmaları düzenli biçimde körüklerler. Madem organizma dedik, o halde tıbbi bir analoji yapalım: İktidarın son derece faydalandığı popüler kültür öğelerini ve politik propagandalarını serbest radikallere benzetelim. Serbest radikaller, hücrelerin yapısını bozan, onları deforme eden, nihayetinde organizmayı yıkıma uğratan moleküler düzeydeki saldırganlardır. Bağışıklık sistemi güçsüz düştükten sonra en kolay şey onu yönetmektir; doktorları ve hemşireleri kurtarıcı ilahlar gibi görmemizin, bir dediklerini iki etmememizin nedeni de budur; söz temsili, ilaç diye zehir verseler içeriz. Kitlelerin savunma refleksleri ne kadar düşükse, iktidarların etkisi o denli güçlü hissedilir. Ancak, serbest radikallerle bağ kurarak onları etkisiz hale getiren ve hücre bütünlüğünü koruyan pek çok antioksidan da var.
İnsanlık, serbest radikallere karşı kendi antioksidanlarını üretmeye içkin bir organizmadır. Bize düşen, bu biricik varlığın özündeki eşitlik, birlik ve adalet dinamikleriyle uyumlu politik dili ve yöntemleri bir an önce hayata geçirmektir.
İktidarlar, -türlü yöntemlerle- bireyleri zihinlerinden kavrayarak aralarındaki tinsel bağları koparırlar. İnsanların birbirlerine yeniden güven duymalarını, imece ruhuna geri dönmelerini, iktidara karşı direnme ve dayanışma duygularını güçlendirmelerini sağlayacak bütünlüklü bir sol hamle geleneksel yöntemlerle belki hala mümkündür; lakin, iktidar kliği ve neden olduğu toplumsal sorunlar -eskisi gibi- “yekpare” değildir.
Özellikle son 13 yıldır cumhuru yöneten reel iktidarın anlayışını, seviyesini ve beslenme kaynaklarını adamakıllı belledik. 13 yıl boyunca “muhalefet” edenlerin yöntemlerini ve kapasitelerini de gördük. Film buyken, cumhurun kendisinden de, onun temsilcilerinden de büyük şeyler beklemek safdillik olur. Kaldı ki, hakiki politika bu kurgudan bambaşka zeminlerde yapılan insani faaliyetin adıdır. Fakat haklarını vermek lazım; burjuva siyasetçileri bu işi iyi biliyor. Sömürdükleri kitleler arasındaki kılcal bağları sıfırlayamasalar da, temsili demokrasi oyunuyla güzel oyalıyorlar. Onlara, politikanın her yerde ve her zaman yapılabildiğini göstermekten başka seçeneğimiz yok. Doğrudur, Haziran seçimlerinde azıcık umutlanır gibi olduk, ancak hepsi bu. Siyasi mücadelede yol almak, iktidarların yazdığı prosedürlere uymakla değil, insanca ve barış içinde yaşama arzusunu her zaman her yerde diri tutmakla mükündür.
mmufettisoglu@gmail.com
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.