2015 yazı Kamu Emekçilerinin toplusözleşme sürecine dahil olamadığı bir yıl olarak şimdiden tarihe geçti. Bir yandan Memur-Sen’in uzlaşmacı tutumu diğer yandan KESK’in ciddi anlamda taraf olamaması nedeniyle kamu emekçileri şimdiden kaybettiler. Bunun değerlendirmesini şimdilik bir kenara bırakarak yine KESK ile ilgili yazmaya devam edelim. KESK üzerine yazılı kitaplara bir yenisi daha eklendi. Tayfun İşçi imzalı […]
2015 yazı Kamu Emekçilerinin toplusözleşme sürecine dahil olamadığı bir yıl olarak şimdiden tarihe geçti. Bir yandan Memur-Sen’in uzlaşmacı tutumu diğer yandan KESK’in ciddi anlamda taraf olamaması nedeniyle kamu emekçileri şimdiden kaybettiler. Bunun değerlendirmesini şimdilik bir kenara bırakarak yine KESK ile ilgili yazmaya devam edelim.
KESK üzerine yazılı kitaplara bir yenisi daha eklendi. Tayfun İşçi imzalı ‘Hoşça kal bizim KESK ‘ adlı kitap, Sınırsız Yayınları’ndan bir süre önce piyasaya çıktı. Öncelikle yazarı bu değerli çalışmadan dolayı kutluyorum. Yazar, kitabın belgesel bir KESK kitabı olmadığını bir anı/roman olduğunu söylüyor. Ancak yazılanlar KESK’in bazı tarihsel dönemeçlerine tanıklık edilmesi anlamında anı/roman çerçevesini aşmaktadır.
Kitapta zaman kavramında kesintiler, ileri ve geri dönüşlerde kopukluklar, atlamalar var.( Örneğin aynı günde gerçekleşen iki olgunun -7 Aralık 1997 yılında SES 1.Olağan Genel Kurulu ve BM önüne siyah çelenk eylemi-ilkine öneri ikincisinin de sonucunun değerlendirmesi birbirini takip eden aynı gün içinde iki toplantıda anlatılmış.)
Kanımca bu kitabı önemli kılan sendika/siyaset ilişkisi ve tasfiyecilik ile ilgili önemli bilgileri vermesidir. Özel olarak ta o dönem SES Genel Başkanı olarak hakkımda bazı hem tasfiyenin itirafı hem de bazı yargılarda bulunulması ve sendikal mücadelemizi ilgilendiren konuların anlatılmasıdır. Bu yazıyı, sadece adım geçtiği için cevap hakkımdan ziyade; sendika/siyaset ilişkisi, tasfiyecilik, hizipçilik ile ilgili bilgilerin ortaya çıkması ve kitapta bazı eksik ve yanlış bilgilerin de düzeltilmesi ihtiyacı nedeniyle ve KESK tartışmalarına katkı sağlayacağına olan inancımla kaleme aldım.
Yazar hem KESK kurucusu ve yöneticisidir. Bunun yanında “…aynı zamanda yurtsever emekçilerin yöneticilerinden biriyim…( Sf 39.)” diyerek KESK içinde ki etkin dinamiklerden birinde önemli sorumluluk alan biridir. Tabiî ki bu kadar sorumluluğu olan bir kişinin yazdıkları önemlidir.
Kitabın 134. sayfasında “Yıl 1997 Ankara’da bir sendikanın arka odasında bir çok ilden katılmış Yurtsever Emekçi arkadaşlarla toplanmışız…” Takip falan yemediniz değil mi?..” diye başlıyor. Görülüyor ki toplantı oldukça illegalizedir. Toplantı sonunda notların yırtılıp atılması istenmiştir. O dönemi bilmeyenler sendikalarda ki dinamiklerin hep bu tarzda toplantılar yaptıklarını zannederler. Yazarın anlatımı aynı zamanda resmi ideolojinin KESK içinde ki yurtsever emekçiler hakkında ki yaklaşımını da desteklemektedir. Zira hem resmi söylem hem de devlet güdümlü sendikacılık bu grubu illegal, KESK’e dışarıdan müdahale eden olarak göstermiştir.
Bilmeyenlere söyleyelim. 1990’ lı yılların başında ve de özelikle o dönem olağanüstü hal yönetiminde sendikaya üye olmanın bile suç olduğu bölgede bu tip zorunlu toplantılar yapılmıştır. Ancak süreç içinde meşru mücadele yöntemi esas alınmıştır. Kamu emekçileri mücadelesi fiili ve meşru bir harekettir. Elbette 1990’lı yıllarda devlet kamu emekçilerine saldırmıştır. Ama kapalı olduğu için değil örgütlenmeyi meşrulaştırdığı için saldırmıştır. Örgütlenmeyi, demokrasiyi, özgürlükleri,siyaseti işyerlerine kadar indirdiği için saldırmıştır. Devlet en başında kamu emekçileri hareketine yön veren devrimci dinamikleri marjinalleştirmeye, sendika binalarından ve iş yerlerinden uzaklaştırmaya çalışmıştır. Yazara göre toplantı 1997 yılındadır ve Ankara’da yapılmaktadır. Burada bir zorunluluktan öteye bir tercihten söz etmek gerekiyor.
1997 yılına geldiğimiz halde sendikalarda illegalite neden tercih edilmektedir. En başta mücadeleye önder bazı kadrolar zamanla ilegaliteyi tercih etmiştir. Böylece hem bazı tartışmaları ve kararları tabandan uzaklaştırma, yapılan yanlışların bazı usulsüzlüklerin saklanarak tabana hesap vermekten kurtulma amaçlanmıştır. Bu bir hizip faaliyetidir. KESK içinde ki dinamikler de bu tip hizipler maalesef etkili olmuş KESK ve bağlı sendikalar da bazı tarihi dönemeçler etkili olmuştur. Bunlar kendilerini oldukça siyasallaştırmış gösterip – ki yazar kitapta bir çok yerde bununla övünmektedir- aynı grupta ki bazı arkadaşları da reformist, örgütsüz, disiplinsiz, güvercin, sendikacı olarak sözde aşağılayıp pasifleştirmişlerdir. Ama sendikal faaliyetlerini de bunlar üzerinden yapmışlardır. Kitleler içinde yerden yere vurdukları kişilerin çalışmalarıyla meşruluk kazanmışlardır. Sırtını siyasete dayayıp istedikleri kişileri yönetimlere atamışlar ya da uzaklaştırmışlardır. Bunu da kitlelerin içinde yapamayacaklarına göre illegalize konuma geçmişlerdir. Tabanın siyasetlere olan güveni ve saygısını istismar etmişlerdir.
Sendikada güçlü olmanın yolunun üst seviyeden siyasallaşmış gösterip bilerek illegalize ederek sendikalara üsten müdahale etmek için güçlü bir adım olarak kullanmışlardır. Nitekim böyle toplantılar tasfiyeler için bir araç olarak kullanılmıştır. Ancak bu beraberinde bazı zararları da getirmiştir. Örneğin 1990 lı yıllarda meşru mücadele içinde ortaya çıkan Yurtsever Emekçilerin örgüt sayılması ve eğitim emekçisi Kadri Gökdere’nin ceza alması açık toplantıların böylece illegalize edilmesi, gazetelerde dergilerde başka isimler kullanılması, Kadri Gökdere cezaevindeyken adına yazı yazma gibi illegalleştirici faaliyetler olmuştur(Yazar bunlardan bahsetmemektedir) Zaten kamu emekçilerini mücadelesini kitleselleşmesini engellemek isteyen devletin tercihi de devrimci sendikal anlayışın illegaliteye çekilmesi ve marjinalleşmesidir.
Kitapta toplantının akışı aslında gizliliğin bir zorunluluk olmadığını görüyoruz. Nitekim bu toplantıda ki gizlilikte şekilseldir. Gizli ve dikkatli başlayan, notların yırtılması ile başlayan bir toplantı evde makarna yemeğiyle bir sehpanın etrafında gayet rahat bir şekilde devam edebiliyor. Bir gün sonra da herkes öğrenmiş oluyor. Bu durum yukarıda ki tespitlerimizi doğruluyor.
Toplantıya dönersek “Arkadaşlar Birleşmiş Milletler Temsilciliklerine siyah çelenk koyma eylemleri bütünlüklü yapılamadı…”eleştirisi vardır” …çok yerde yapılmayarak talimat boşa çıkartıldı…”demektedir. Yine bu eylem üzerine tartışmalar devam etmekte örgütsel disiplinsizlik ve yetmezlik gündeme gelmektedir.
Eylem o dönem sınır ötesine taşan yoğunlaşan çatışmalara karşı barış talepli Birleşmiş Milletler konsolosluk ve temsilcilikleri önünde yapılan siyah çelenkli bir eylemdir.
Toplantıda bir başarısızlık ve yetmezlik vurgulanmaktadır. Aslında bu sendikal süreçlerde tartışılmayan ve diğer dinamiklerle konuşulmayan talimatlı bir eylemin başarısızlığıdır. Ki KESK tarihi bu tür başarısız eylemlerle doludur. KESK in en başarılı eylemleri sendika organlarında ortaya çıkan kitlelerce benimsenen ve kadroların dinamizmiyle buluşan eylemlerdir. Bu örnek KESK siyaset ilişkisine de bir örnektir. Ki bunu sadece yurtsever emekçiler olarak okumamak gerekir. Bir çok sol parti ya da dinamik KESK’e böyle talimatvari kararlar dayatmış, başarısızlıkta kadrolar disiplinsizlikle suçlanmışlardır.
Sayfa 136 “ arka sıralarda oturan Nesrin gözlerimin içine bakarak kızgın bir ses tonu ile “ Siyah çelenk eyleminde kararı alan önder konumunda ki arkadaşlar bizzat eyleme katılmamıştır. Bunun hesabı mutlaka verilmelidir. “ortam geriliyor. Divanda olmama rağmen söz alıyorum.” Yazar söz alıyor. Önce eylemin ne kadar doğru olduğunu anlattıktan sonra “… öncelikle şunu hemen belirteyim. Ben eyleme katılamadım.Katılmama nedeni aynı güne ve aynı saate rastlayan yurtsever özgür kadın arkadaşlarımızın dernekleşme çalışmasında görevlendirilmiş olmamdır” Zaten böyle yapılar da yönetici olanların çantasında her zaman bir toplantısı ve yedeğinde mazereti mevcuttur. Hem cansiperane savunulan eylem kararı hem de görevli toplantı tesadüfen! çakışıyor. Yazar Yurtsever emekçilerde yönetici olduğunu iddia ettiğine göre çakışma tesadüf de değil. Ve yazar eylemin gerekliliğini anlatırken “unutulmamalıdır. Biz bir bütünün parçasıyız. ..” diyor. Ama bir üye eyleme katılmamışsa bütün olmuyor. Topa tutuluyor. Hatta fazlalık olup atılabiliyor. Hep böyle olur grup önderleri en radikal kararları alırlar nedense o eylemlere katılamazlar, görevlendirmeleri bitmez doğal olarak ta onlara bir şey olmaz. . Dokunulmazlıkları vardır. Eyleme katılmayanlara demediğini bırakmazlar.
Bu tarz önerilerle karşılaştığımda kişisel tavrım şu olmuştur. Önerinin nereden geldiği ne olduğu değil, asıl olarak önerinin kendisinin sendikada ne ölçüde gerçekleşebileceği, sendika kurularının nasıl bir yanıt vereceği olmuştur. Öneriler mutlaka sendikal organlarda tartışıldıktan sonra nihai karar verilmiştir. Mesela anayasa değiştirme, toprak reformu gibi sendikanın gerçekleştirilemeyecek önerileri de, yine sendika kurullarda tartışıldıktan sonra red edilmiştir. Doğal olarak talimat olarak gelen bir öneri değişebilir, değişmeyebilir, zenginleşebilir. Ama artık o öneri sendikaya mal olmuştur. Bunun da adı hizip için disiplinsizlik oluyor. (Örneğin yukarıda ki öneri sendikaya getirildiğinde genel kurul sürecini yaşıyorduk. Dolayısıyla sendika organlarında tartışma olanağı yoktu. )
Yine 145 sayfanın son paragrafında “…toplantı bitmek üzeydi ki arkadaşlar SES’teki sendikal temsiliyetimizin sağlıklı işlemediği, ,genel başkanın yurtseverliğe bağlı olduğu ama bizi temsil etmekte yetersiz kaldığı yönlü görüşler tartışılmaya açılıyor. Başka bir arkadaşın aday gösterilmesi üzerinde düşünceler belirginleşiyor..” denmektedir. İşte yukarıda vurguladığımız hizipçilik ve tasfiyeciliğin güzel bir itirafı. Yazar sendikal temsilliyetin nasıl sağlıklı olacağı temsil yeterliliğin ne olduğuna dair ayrıntıya girmemiş. Kitap okuyucusu için bu kocaman bir sorudur (Zaten o dönem bu tür toplantıda alınan kararlar kitleye böyle kocaman sorular yaratılarak dayatılıyordu). Yine burada yazarın deyimiyle sehpa etrafında toplanan yedi kişi o dönemde Sağlık ve Sosyal hizmet iş kolunda dört sendikanın birleşmesinden oluşmuş 70 bin üyeli bir sendika genel başkanı hakkında nihai kararı verebiliyor. Hani en azından SES şubelerine soralım denmiyor (zaten sorulmadı). Ancak önerinin kimden geldiği belirtilmiyor, yazarın aktarım biçimi yazar dahil herkesin hemfikir olduğudur. Başka bir önerinin gündeme gelmediğini görüyoruz. Örneğin SES genel başkanı ile görüşme SES şube ve temsilciliklerde tartışma ya da en azından genel kurul delegeleri ile tartışma önerisi gündeme alınmıyor. Bu toplantı bir tasfiyeciliğin itirafıdır. Bir sendika genel başkanı, sendika dinamiklerini üzerinden ve de demokratik işleyiş bertaraf edilip tasfiye süreci başlatılıyor (Hakkımda hüküm verilen ne bu toplantıdan ne de nede buna benzer hiçbir toplantıdan haberim ve bilgim olmamıştır. Ama benden başka herkes bu gizli! kararı duymuştur. Gıyabımda alınan bu kararlaşmayı ben dedikodu mahallesinde duymaya başlamıştım. O dönem sendikal eylemlere de katılan sendikacılarla haşır neşir olan herkesin tanıdığı dernekler masasından polis Mehmet’i de ciddiye almadım. Ancak Ankara emniyet müdürlüğü güvenlik şube müdürü ile Özkan beyle bakanlık önünde ki bir eylemde boğaz boğaza girmişken bana ”Zaten sen gidicisin. Arkadaşların seni kesmiş. Seninle ondan sonra iyi görüşürüz.” deyince ciddiye aldım. Fakat bir anlamı da kalmamıştı. Sendika yönetim kurulu toplantılarda diğer grup temsilcilerini bana bakışlarının değişmesi ile de kuşkularım pekişti. Ancak yüzüme karşı bir kabullenme hiçbir zaman olmadı. Taki 2. Olağan Genel Kurul’da listeler açıklanınca adımın orada olmadığını görünce her şey ortaya çıktı. Artık benimle yapılan ya da yapılacak konuşmaların da anlamı yoktu).
Toplantıda anlaşılıyor ki alınma kesin ancak yerine kim getirilecek sorunu var. Toplantıda olan Emrah adlı biri “…Bu durumda bu arkadaşın yerini gerçekten de dolduracak bir arkadaşın olması gerekir…” diyor… “…Birçok arkadaşın adı öneriliyor. Diyarbakır SES şube başkanı Ali arkadaşa bu konunun açıldığı ,ancak onun Ankara’ya gelmek istemediği belirtiliyor…İkna edilmesi için ısrar edilmesi gerektiği söyleniyor.”.. tabii ki bu ısrar sonuç veriyor Ali Ürküt ikna olunca bir sonraki genel kurulda (2. Olağan Genel Kurul) Ali Ürküt SES Genel Başkanı oluyor. Yazar Ali Ürküt’ün nasıl ikna edildiğini anlatmıyor.. Zira Ali Ürküt bunu istemediğini genel kurul günü kendi açıklamalarında da belirtiyor. Böylece bu yedi kişilik grubun kararı gerçekleşmiş oluyor. Yazar bundan sonra ki gelişmeleri yazmamış. SES’in yönetim bileşenlerin de değiştiği 2. Olağan Genel Kurulu 148. sayfanın sonunda bir kaç cümle ile geçiştirmiş.
Öncelikle bu kararın kolay gerçekleşmediğini vurgulamak gerekiyor. Bunu sendika kitlesine anlatamayacağını gördüler. Bu yüzden bu kararı mecburen bir sonraki genel kurula kalacaktı. Bu süreçte boş durmadılar. Klasik her darbe öncesi kara propaganda çalışması SES’te de tekerrür etti. Bu süreçte de kumpas siyaseti başladı. SES Genel Başkanı’nı itibarsızlaştırma, yalnızlaştırma, altını boşaltma yetmedi iftira atma yoluna gidildi. Grubun gücü ve diğer alanlarda örgütün gücü yıpratıcı çalışmalarda kullanıldı.
146.sayfa 2 paragrafta “ Aylar geçiyor. Sendika şubelerinde genel kurullar gerçekleşiyor. Biz belirlediğimiz ittifak stratejimizi gerçekleştiriyoruz İstanbul’da ağırlıklı olarak DSD ile ittifaklar gerçekleşiyor “ diye bir paragraf girdikten sonra Devamla 146 sayfada “Bu dönemde Devrimci Memur Hareketi ile ittifak politikamız var. Ancak bizim arkadaşlarımızın özelikle İstanbul’da arkadaşlarımızın bu arkadaşlarla uyuşmazlığı var. Bu ittifaka sıcak yaklaşmıyorlar. Bu ittifakın hayata geçmesi için özelikle arkadaşlarımı ikna etmeye çalışıyorum. SES kongresinde büyük sorun yaşanıyor. Gerçi Devrimci Memur hareketi ile ittifak gerçekleşmiş ama seçimler de bu gruptan bir arkadaş bizimkilerin de olumsuz yaklaşımıyla yönetime seçilemiyor. Sendikal söylemle listede bu arkadaş kesiliyor. Bu sendika da ittifaka yaklaşmamız bu grup tarafından abartılarak genel ittifak kopma noktasına getiriliyor. Sonuç bir sendikal ittifak yanlışlığı, iki grupsal yapı arasında ki ittifakın bozulmasına yol açıyor”
Yazar yine 1.Olağan Genel Kurul’dan bahsetmekte burada yanlış bilgiler üzerinden yanlış sonuçlar çıkarmaktadır. Yazarın bahsettiği ittifakın gerçekleşme yeri diğer iş kollarına karşın SES olmuştur. Bunun nedeni SES te yurtsever emekçilerin gücünün yanında, SES’ in o dönem KESK in en dinamik sendikası olmasıdır (Yazar yukarıda İstanbul’da DSD ile ittifaklardan kast ederken SES dışındaki diğer sendikalardan bahsetmektedir. O dönemde yurtsever emekçiler her şubede devrimci yurtsever blok oluşturup seçimi kazanmıştır. DSD ile Emek hareketi ile hiç bir yerde ittifakı olmamıştır).
Öncelikle yazarın adını vermediği iki siyasi grubun ittifakı SES üzerinde en geniş şekilde gerçekleştirilmiştir. Devrimci Memur Hareketi şube genel kurulların da olduğu her yerde yönetime seçilmiştir(Aktivistlerin olmadığı yerlerde akrabalar tercih edilmiştir). Hatta o dönemde genel kurul öncesi Memur Gerçeği dergisi benimle röportaj yapmış, yeni halk anayasası önerilerini genel kurulda tartışılabileceğini söylemiştim. Özetle genel kurula sorunsuz gelinmiştir. Genel kurulda ise 7 kişilik Devrimci Yurtsever ittifak listesi oluşturulmuş 2 kişi boş bırakılmıştır. Ortaklaşan 7 kişilik listede 2 yurtsever ve devrimci memur hareketinden bir kişi vardır. Ancak iki kişilik boş yere (sonradan SES 1. Olağanüstü genel kurulda başkan aday olacak olan) Ali Kandemir boş olan yere bir kişi fazladan ittifak dışından aday gösterilmiştir. Yazarın da olduğu grup bu kararı ittifaka dayatmıştır. Ancak ittifak kabul etmemiştir. Bunu üzerine Devrimci Memur hareketi de liste dışından fazla bir aday göstermiştir. Yurtsever aday seçilmiş diğeri seçilememiştir. İttifak delegeleri sadece anlaşılan listeye oy vermiştir. Bir kesilme söz konusu değildir. Genel kurulda asıl sorun devrimci memur hareketi grubunun genel kurula getirdiği halk anayasası önergesinin kabul edilmemesidir. Zaten her 2 grubun sayısal çoğunluğu da bu kararı geçmesine yetmiyordu. Yazarın olduğu grup yönetimi delegelerin tümüne hakim olamamıştır. Genel kurul bunun için gerilmiştir. Yazar iki siyasi grubun ki -adını koymamıştır- Bu siyasi ittifakın bozulmasını bir hata olarak görüyor ve bunun tek sorumlusu olarak Sevil arkadaştır diyor. Bir defa bu tutumun tek sahibi Sevil olmayıp yazarın da içinde olduğu grup yöneticileridir. Genel kurulda Sevil ile yaşanan polemik SES genel merkezin Ankara’dan İstanbul’a taşınmak istenmesidir. Belki de başka bir nedenden dolayı bu bahane dilmiştir. Ki bu önergenin sahibi İstanbul’da ki devrimci yurtsever delegelerdi.
Aslında yazarın bu konuyu kitapta eleştirmeye devam etmesinin iki önemli nedeni vardır. Birincisi SES genel başkanının tasfiye sürecinde bu konuyu o dönem hep sıcak tutarak bir baskı oluşturmuştur. İkincisi yazarın sendikalarda ki ruh haliyle ilgilidir Eğitim-Sen ve KESK’te sürekli DSD’nin ve bazen de Emek hareketinin ittifakları ile seçilmiştir. SES’te yurtseverler kendi öz güçleriyle geldikleri için bunu siyasi iddia sahibi olarak sindirememiştir. SES’e her daim müdahale etmek istemiştir.
Kişisel fikrim ve tutumum siyasal anlamda yapılan ittifakların sendikalarda salt delege ve yöneticiliğe bire bire indirgemesinin ve bunun üzerinden kavgaların, anlaşmalıkların KESK’e büyük zarar verdiğidir. Yazar siyasi ittifak zarar gördü diye üzülüyor ama KESK’e verdiği zarardan hiç bahsetmiyor. (Zaten kitabın adı hoşça kal KESK ). Zaten kitabın genelinde hizipçilikten, tasfiyecilikten, sendikalara merkezden müdahalelerden hiçbir hayıflanma, sızlanma yok. Hata kahramanlık tarzında anlatılıyor. Aslında o dönem bu ittifakın üzerinden SES’e verilen zarar da çok büyüktür. (Nitekim Kurtuluş dergisinde konu ile ilgili çıkan yazı Türkiye’nin batı bölgelerinde SES ve KESK aleyhine kara propagandaya dönüşmüş, üye ve kadro kayıpları olmuştur. Ancak yazarın anlayışı gereği bu sonucun bir hükmü yoktur. Yazara göre sendikalarda sendikacılık yapmak bir suçtur. Üstelik sendikalarda ki pasifliği ‘meslek sendikacılığı’ ile niteleyip sendikalar hakkında da cahil olduğunu aslında sendika diye bir derdinin de olmadığını ortaya koymaktadır)
Yazar 157 sayfada adımı kullanarak İstanbul’da kaldığı evlerden bahsederken “Diğeri bir türlü yurtsever disipline gelmediğini düşündüğümüz fakat yoldaşlık ve yurtseverlik anlayışıyla bizlerden insanlığını esirgemeyen SES genel başkanı Veysi arkadaş ..”demektedir. Sağ olsun insani olarak yazar beni mutlu etmiştir. Lakin işin içinde ki kurnazlığı da görmek gerekiyor. Burada şahsımı depolitize gösterme, beni tanımayan bugün ve gelecekteki kitlelere sıradan biri olarak gösterme hedefi vardır. Zaten kitapta içinde olduğum bir çok eylemde adım geçmemektedir. Bunlardan biri 4 Mart Kızılay eylemidir. SES 1996-1998 döneminde KESK’in en dinamik sendikasıdır. 4 Mart direnişinde SES kitlesi büyük rol almıştır. Yazar 4 mart eyleminde herkesi anlatırken araba üzerinde yanına gaz fişeği düşen benden bahsetmemiş. Hadi beni geçtim, SES in rolünü saklamış. 4 Mart sonrası 5 Mart’ta KESK çekilirken SES yönetimi ile beraber kitlesiyle yeniden Kızılay’ı zorlamıştır. Bu eylem de KESK MYK ve DSD‘nin baskısıyla bitirilmiştir.
Örneğin yazar düşünce özgürlüğü girişimi davasında da beni yok saymış. “ilk ifadeyi Can Dündar veriyor” bir defa o dava ‘düşünceye özgürlük kitapçıkları içinde ilk dava açılanıdır. İstanbul’da Şanar Yurdatapan’ın ve bazı yazarların öncülük ettiği bu tür ‘düşünce suçuna bende katılıyorum’ ihbarlarına savcılıklar işlem yapmamıştır. Ankara ise işlem yapmıştır. Davayı benim adımla ‘örgüt kurmak ve terör propagandası’ yapmaktan açmıştır. Davanın ilk duruşması Akın Birdal’ın vurulduğu gündür. Ve ilk ifadeyi ‘bugün Akın Birdal vurulmuştur. İfade vermeyceğim’diye ben verdim. Sonraki davada bu çalışmanın sahibinin de yazanın da ben olduğun söyledim. Sanıklar içinde Can Dündar ve Temel Demirer dışında yazar dahil diğerleri imza metninin SES genel merkezinden gönderildiği ve öylece imzaladıkları şeklinde ifade vermiştir. Dava Ecevit hükümetinin düşünce suçlarına getirilen yargılamaların durdurulması (bir daha yapılmama şartı ile) ve af nedeniyle düşmüştür (Mahkeme tutanakları sabittir). O dönemin SES genel başkanını yok sayma fikri yazarın vurguladığı toplantılarda tasfiyeciliğinde hem fikir sahibi hem de aktörlerden biri anlaşılıyor.
Yine yazar SES kuruluş kongresi süreci ile ilgili hiç bahsetmiyor. Bu dönemde gizli gizli yaptıkları kulislerden söz etmiyor. Çünkü SES kuruluşu sendikanın kendi dinamiği olmamıştır. Onlar inisiyatif alınca SES te ne çoğulculuk ne dinamizm ne sağlık iş kolunda büyük sendika ne her hafta eylem yapan sendika ne her ay yayın çıkaran sendika ne de devrimci yurtsever ittifak kaldı. Kısacası yazar ve arkadaşları kazandılar.
Şimdilik bu kadar.
KESK’e hiçbir zaman ‘hoşça kal demeyeceğiz.
*Veysi Ülgen
SES Kurucu Genel Başkanı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.