Böylesi bir savaş AKP’ye ne kazandırır bilinmez ama Türkiye’nin stratejik yenilgisinin önü açılmış olacaktır Türkiye’nin Suriye politikasının iki temel halkası bulunuyordu. Birincisi, Libya’da olduğu gibi Şam rejiminin birkaç ayda tasfiye edileceği ve yerine Suriye kökenli Müslüman Kardeşler/İhvan Hareketinin iktidara geleceği düşünüldü. Suriye’deki gelişmeleri “Türkiye’nin iç sorunu olarak gören” Erdoğan burada egemenlik kuracağını hesapladı. İkinci hesap […]
Böylesi bir savaş AKP’ye ne kazandırır bilinmez ama Türkiye’nin stratejik yenilgisinin önü açılmış olacaktır
Türkiye’nin Suriye politikasının iki temel halkası bulunuyordu. Birincisi, Libya’da olduğu gibi Şam rejiminin birkaç ayda tasfiye edileceği ve yerine Suriye kökenli Müslüman Kardeşler/İhvan Hareketinin iktidara geleceği düşünüldü. Suriye’deki gelişmeleri “Türkiye’nin iç sorunu olarak gören” Erdoğan burada egemenlik kuracağını hesapladı. İkinci hesap ise radikal İslamcı örgütler aracılığıyla Rojava’da askeri saldırıları yoğunlaştırıp politik ve toplumsal kaosu derinleştirip özerk bölgelerin oluşumunu engellemekti.
Rojava bölgesini kapsayan bu çok yönlü değişikliklerin ortaya çıkartacağı sonuçlar, Türkiye’nin politik geleceği bakımından da önemseniyor. Suriye’deki politik gelişmelerin bir tarafı olan ve bütün radikal İslamcı örgütleri aktif olarak destekleyen Türkiye’nin belirlemiş olduğu strateji bütünüyle çöktü. Bu bakımdan IŞİD ve El Nusra merkezli Fetih Ordusunun alacağı herhangi bir askeri yenilgi, Türkiye’nin politik yenilgisiyle eş değerdedir.
Sınır bölgelerinde IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütleri askeri, lojistik ve ekonomik olarak destekleyen, bu örgütler arasında koordineyi sağlayan Türkiye, savaşın birçok alanı kapsayarak yayılmasının birinci derecede sorumlusudur. Sınır bölgeleri uluslararası İslamcı militanların geçiş yeri olarak kullanıldı. Arabistan’dan, Katar’dan, Libya’dan getirilen silahlar sınır kapılarından İslamcı örgütlere teslim edildi. MİT askeri geçişlerin koordinatörlüğünü üstlendi.
Tel Abyad’ın PYD’nin eline geçmesi, IŞİD ve El Nusra’dan çok Türkiye için bir yenilgisi olup, devletin uygulamak istediği Rojava merkezli kaos planlarının bütünüyle işlevsizleşmesi anlamına geliyor. AKP iktidarıyla IŞİD arasındaki ittifakın en önemli merkezlerinden biri olan bu bölgenin PYD’nin eline geçmesi, Kürtler için çok önemli stratejik bir başarıdır. Türkiye’nin dört yıldır Rakka, Kobanê, Serekaniye, Musul ve hatta Halep gibi bölgelere yönelik uyguladığı askeri ve politik müdahalesinin önü kesilmeye başlandı. Radikal İslamcı örgütlere sunulan askeri ve lojistik desteğin önemli oranda kesilmesi ve savaş dengesinin çok ciddi oranda değişmeye başlaması AKP iktidarını önemli oranda tedirgin ediyor.
ABD’nin dost müttefik gücü PYD’dir. Türkiye’nin gayri resmi dost ittifak gücü IŞİD, resmi düzeydeki ittifak gücü ise Fetih Ordusu’dur. Türkiye’nin şuan ittifak halinde olduğu bu iki gücün çatışma halinde olması, Türkiye’nin askeri planlarını da olumsuz yönde etkilemektedir. Koalisyon güçlerinin hava saldırılarına paralel olarak, YPG/YPJ güçlerinin devam ettirdiği kara operasyonunun Cerablus bölgesi üzerinde yoğunlaşması, Türkiye için son derece kritik bir sürecin başlaması demektir. Kobanê ile Afrin arasındaki bölgenin ABD-PYD ittifak güçlerinin eline geçmesi, Türkiye’nin bütün hamlelerini işlevsizleştirecek ve denklemin dışında kalmasına yol açacaktır.
Türkiye hızla gelişmeye başlayan ve önemli politik sonuçlara yol açacak olan sürecin içerisinde bir biçimiyle yer almak istiyor. Sorun bu sürece hangi düzeyde dahil olmak istediğidir. Cerablus bölgesini işgal etmeye yönelik askeri bir operasyonun gündeme alınması, Türkiye’nin 4 yıldır sürdürdüğü başarısız politikaların yeni bir versiyonu olmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyor.
Rojava sınır bölgeleri IŞİD ve El Nusra’nın elindeyken, Türkiye herhangi bir güvenlik sorunundan bahsetmedi. PYD’nin kritik sınır bölgeleri üzerinde hakimiyet sağlaması, tersine savaşa yol açan bütün koşulların ortadan kaldırılması istikrarın ve güvenin yeniden tesis edilmeye başlanmasıdır. YPG/YPJ bir saldırı ve işgal gücü olmayıp esasen savunma ve inşa gücü rolünü oynuyor ve aynı zamanda Türkiye için de bir istikrar kaynağı olacak.
Erdoğan merkezli iktidar gücünün, Cerablus bölgesinin ‘tampon bölge oluşturma’ adı altında askeri olarak işgal edilmesinde ısrarcı olmasının birçok nedeni bulunuyor. Ancak bunlardan iki nokta öncelikli olarak ön plana çıkıyor. Birincisi Rojava’da özerk bir bölgenin oluşmasını bütünüyle engellemektir. Türkiye’nin Rojava politikasını Erdoğan açıkladı: “Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz.” Türkiye’nin başında beri oluşturduğu stratejinin esası budur. Radikal İslamcı örgütlere verilen sınırsız desteğin politik arka planı, güvenlik meselesi olmayıp bu bakış açısıdır. Uluslararası güçler tarafından oluşumu desteklenen Rojava’nın sosyo-politik statüsünün resmileşmesi, Türkiye için bölgesel politik bir yenilgi olacaktır ve içteki politik dengeler de zorunlu ve kaçınılmaz olarak bütünüyle değişecektir. İkincisi ise AKP iktidarı seçimlerde ciddi bir darbe aldı ve iç politik dengeler değişmeye başladı. Olası bir erken genel seçimde MHP’ye giden milliyetçi oyların yeniden AKP dönmesini sağlamak için Rojava’nın politik pozisyonunu kullanmayı amaçlıyor. PYD’nin “terörist” ilan edilerek Rojava’nın bir bölümünü işgal etme arzusu yeniden tek başına iktidar olma hayalidir. Böylelikle, bugün politik gücünden önemli bir kırılma oluşmuş olan Erdoğan’ın iktidar dengesini kendi lehine çevirmiş olacaktır.
Peki, Türkiye’nin Kobanê ile Afrin arasındaki bölgeyi işgal etmesi mümkün müdür? Askeri olarak çok zayıf da olsa böylesi bir olasılık var. Ancak askeri olarak ne kadar güçlü olursanız olun, uluslararası ve bölgesel ilişkiler bakımından bunun çok kolay olmadığı, olmayacağı ve Türkiye’nin başına büyük belalar açacağı da biliniyor.
Bunun birçok nedeni bulunuyor:
Bütün bu veriler Türkiye’nin Afrin ile Kobanê arasında tampon bölge oluşturmak amacıyla yapacağı bir işgalin pek mümkün olmadığını ve tersine çok ciddi sorunlar yol açacağını gösteriyor. İşgal operasyonu, bölgesel savaşın Türkiye’yi bütünüyle kapsaması demektir. Bunun iç politikadaki yansıması ise çok daha derin ve sarsıcı olacaktır.
Türkiye, bölgedeki gelişmeleri daha gerçekçi ve objektif olarak okumalıdır. Uluslararası güçler tarafından da fiilen kabul gören Rojava’nın özerklik statüsünü kabul etmeli ve radikal İslamcı örgütlere verdiği bütün desteği kesmelidir. Güney Kürdistan gibi Rojava/Batı Kürdistan gerçeği da kabul dilmeli ve politik realiteye uygun bir strateji belirlenmelidir. Türkiye’nin iç istikrarı bu realiteyi kabul etmekten geçer.
Rojava’yı işgal etmenin askeri ve politik sonuçlarını en iyi görebilen generaller direniyor, işgalin uygun olmadığını belirtiyor. Generaller savaşa karşı olduklarından değil, objektif durumun kendilerinin aleyhine olduğunu gördükleri için ayak diretiyor. Bu nedenle yeni meclisin ve yeni hükümetin karar vermesi gerektiğine dikkat çekiyorlar. Savaşta ısrar eden AKP ise bölgesel ve uluslararası faktörler nedeniyle Rojava’da PYD ile olmazsa PKK ile yeniden savaşın başlatılmasını istiyor. Dahası iktidar gücünü yeniden tesis etmek için PKK ile savaşmaya karar verdi. Bölgesel stratejik bir güç olan PKK ile çatışma, doğrudan bölgesel savaşın içinde yer almakla eşdeğerdir. PKK’nin denetiminde bulunan savunma alanlarına yönelik tank, top ve hava saldırılarının başlaması, Türkiye’nin iç ve bölgesel savaş girdabına çekilmesidir.
Böylesi bir savaş AKP’ye ne kazandırır bilinmez ama Türkiye’nin stratejik yenilgisinin önü açılmış olacaktır. Oluşturulacak yeni hükümet, Türkiye’nin bölgesel politikalarını dizayn etmede nispeten etkili olabilir mi; bu bütünüyle kurulacak koalisyonunun içeriğine bağlıdır. AKP-MHP Koalisyonu savaş olasılığını attıracaktır. AKP-CHP Koalisyonu ise özellikle dış politikada yeni bir denge oluşturma ve dizayn etme süreci olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gönlünde yatan MHP’dir. Sermayenin ve uluslararası güçlerin gönlünde yatan CHP’dir.
İster Erdoğan’ın baskısıyla, isterse oluşturulacak koalisyonla olsun, savaş kararı alan Türkiye’nin kaybetmesi kaçınılmazdır.
Tek çözüm, PYD’nin politik ve toplumsal gücünü kabul edip, resmi düzeyde görüşmelere başlaması, bütün İslamcı örgütlerle olan ilişkilerin kesilmesidir. Bunun dışında hiçbir gerçekçi alternatif bulunmuyor. Aksi her yönelim Türkiye’yi bölgesel dengelerin dışına atacaktır.
gokyuzu9@gmail.com
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.