“Millî Görüş” bir çizgi olarak Saadet Partisi’nde devam edecek fakat AKP diye bir parti sadece bir anı olarak siyaset tarihinde yerini alacak Önce televizyon programlarında ve burjuva gazetelerinde sıkça dillendirilen “seçmenin vermek istediği mesaj” retoriği ile ilgili bir şeyler söyleyerek başlamak istiyorum. Özellikle ünlü ve liberal yazarlardan her seçim sonrası işittiğimiz, okuduğumuz bir söz öbeğidir […]
“Millî Görüş” bir çizgi olarak Saadet Partisi’nde devam edecek fakat AKP diye bir parti sadece bir anı olarak siyaset tarihinde yerini alacak
Önce televizyon programlarında ve burjuva gazetelerinde sıkça dillendirilen “seçmenin vermek istediği mesaj” retoriği ile ilgili bir şeyler söyleyerek başlamak istiyorum.
Özellikle ünlü ve liberal yazarlardan her seçim sonrası işittiğimiz, okuduğumuz bir söz öbeğidir bu “seçmenin vermek istediği mesaj” saçmalığı. Ünlü ve liberal yazarların bir diğer özelliği de yazılarının genel olarak sade suya tirit oluşudur zaten. Laf aramızda, bu yazıya başlamadan evvel birkaç tanesini daha yeni okudum.
Seçmeni yekpâre bir kütle olarak algılayıp, sunan “seçmenin vermek istediği mesaj” tümcesinden yola çıkarak, insanların her seçim öncesi bir kahvede oturup, aralarında oyları bölüştüğü düşünülebilir. Öyle ya, bu seçimde seçmen, biteviye yükselen tek adam diktasına “dur!” demek için AKP’yi % 40 oyda tutmayı kâfi ve HDP’ye barajı aşırmayı ise kaçınılmaz olarak görmüş görünüyor. Seçmenimizin sahip olduğu demokratik duyarlılığı bu sonuçlar üzerinden rahatça okuyabiliyoruz (!).
Oysa ki, % 40, % 25, % 16 ve % 13’lük dilimlerin her biri başka bir şeyin hayalini kurmuş, birbirinden bambaşka şeyler olsun istemiş, ayrı ayrı “mesajlar” vermiş. Bu genelleme hastalığı kafasını kullandığımız vakit, sandık başına gitmeyen % 14’ün de aslında “Seçim çâre değil, tek yol devrim!” ve “Bozuk düzende sağlam çark olmaz!” diyen DHKP-C’nin tabanı olduğunu söyleyebilmemizin önünde hiçbir engel kalmaz.
Demek ki Parti-Cephe tabanını kazanan, Türkiye’yi de kazanır diye yorumlayabiliriz bu durumu. Örgütün seçim sath-ı mailinde büyük eylem yapmamasına karşın yine sürekli gündemde olması da bundanmış demek!
Geyiği geçelim. Şirin Payzın ve Ahmet Hakan’ın programlarında yeterince yapılıyor nasıl olsa.
Kazanan ve kaybeden
Seçimin esas kaybedeni AKP değil, Başkanlık hayalleri kuran Erdoğan oldu. Zira AKP, ciddi bir yara almasına karşın % 40 gibi, diğer partilerin hayalini dâhi kuramadığı çok yüksek bir oy kazandı. Fakat AKP; CHP, MHP ya da HDP benzeri bir kadro/taban/ideoloji hareketi değil (*). Bir lider etrafında şekillenmiş ve sağı toparlayan karma bir yapı. Yani Özal’ın ilk dönem ANAP’ına benziyor.
Özellikle Gezi ayaklanmasında, AKP tabanı kemikleştirilmeye çalışıldı, bunda bir ölçüde başarılı da olundu fakat söz konusu yığınlar parti değil lider etrafında konsolide oldukları için bu sinerjinin ne kadar uzun erimli olabileceğini kendi gözlerimizle çok uzun olmayan bir süre içinde görebildik.
Gezi sürecinde ve öncesinde yazdığım bir iki yazıda, bir seçimin sonucu koalisyon neticesi verirse AKP’nin birinci parti olsa da dağılacağını yazdığımı hatırlıyorum. Öyle mi olacak? Zaman bunu bize gösterecek.
Fakat ben hâlâ, içinde “birkaç parti” barındıran, şekilsiz AKP için bunun kaçınılmaz son olduğunu düşünüyorum. Yani “Millî Görüş” bir çizgi olarak Saadet Partisi’nde devam edecek fakat AKP diye bir parti sadece bir anı olarak siyaset tarihinde yerini alacak. AKP’den birkaç merkez sağ ve belki bir İslamî parti çıkacak ya da Millî Görüş’e dönüşler yaşanacak.
Böylece seçimin ikinci kaybedeni olarak orta (belki de kısa) vadede listeye AKP’yi yazabiliyoruz.
CHP içinse bu seçim hakikatten bir garip oldu. Parti, uzun süren üzerine ölü toprağı serpili süreçten etkili bir hareketlenmeyle sıyrıldı. Ancak CHP, önemli ve gösterişli bir revizyon geçirse de bunun karşılığını seçimde alamadı. Tersine küsurat da olsa oy kaybı yaşadı.
CHP’nin HDP’ye 1 puan oranında oy kaybettiğini düşündüğümüz takdirde hanesine kazandığı oyun da aynı oranda olduğunu söyleyebiliriz. Yani HDP faktörü devreye girmese bile CHP’nin oylarında anlamlı bir yükselme olmayacakmış.
Bu yüzden, belki de CHP ve liderine sempati kazandıran son hamlelerin CHP’nin oylarını tutmasını sağlayabildiğini düşünmemiz en mantıklı çıkarım olacaktır.
MHP… AKP ve CHP içindeki “ikinci oyları” sebebiyle Türkiye’nin en büyük partisi olarak nitelendirilen parti. Bu parti seçim süreci boyunca -daha önceki pek çok seçimde olduğu gibi- dişe dokunur bir propaganda faaliyeti yapmasa da, oylarını birkaç puan yükselterek % 16 oy aldı. “Durduğu yerden” oy kazanmaya alışkın olan bu partinin seçim sonrasının kilit partisi durumuna geldiği de aşikâr: AKP’yle ya da CHP’yle koalisyon kurabilme açısından.
MHP, Bahçeli’nin seçim sonrası yaptığı açıklamalarla, sonradan bir miktar yumuşamış görünse de AKP’yle koalisyona kapıları kapatmış göründü. Hatta partinin lideri “AKP-HDP koalisyonu en mantıklısı” gibi tuhaf bir açıklama da yaptı. Sonra “HDP’yi yok saydığını” belirterek CHP ile bir koalisyona da dolaylı olarak ket vurmuş göründü.
Özetle MHP, çetin cevizi oynuyor (**).
Tabiî şimdilik… Burjuva politikada bir saat öncesi ve sonrasında çok şey fark ettiğini her zaman akılda tutmak gerek.
Ve HDP… Bu seçimin “süperstar”ı. HDP’nin kendisi bile sanırım % 13 oy ve 80 vekil beklemiyordu -ben % 11 oy garanti ve orada kalır gözüyle bakıyordum. Bu seçimin “kazanan kim?” sorusunun tek sağlam cevabı “çılgın” performansıyla böylece HDP olmuş oldu.
HDP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde -öncesindeki yerel seçimde oran olarak parlak bir sonuç elde edilememiş olmasına karşın- Demirtaş’ın estirdiği kuvvetli rüzgârı 7 Haziran’a dek taşımakla kalmayıp, bu rüzgârı bir kasırga hâline getirerek, Kürt oylarını kelimenin gerçek anlamıyla sildi süpürdü.
Klasik “kale”ler bir yana, Adıyaman’da, Erzurum’da, Kars’ta, Ardahan’da, Bingöl’de, Urfa’da hatta Elâzığ’da alınan oylara bakmak partinin nasıl bir başarı elde ettiğini görebilmek için yeterli. Kürt oylarını her alanda katlamakla kalmayan partinin sosyalist ve seküler seçmenden de önemli oy aldığı, CHP’nin bazı kalelerindeki sonuçlara karşılaştırmalı olarak bakıldığında tartışmasız görülecektir.
HDP’ye giden oyların oransal dağılımının, % 11 Kürt, % 1 seküler (CHP seçmeni), % 1 ya da civarı (?) Kürt hareketinden olmayan sosyalist (daha önce CHP’ye oy verenleri de barındıran karmaşık bir kütle) biçiminde olmuş olabileceğini düşünüyorum.
Cumhurbaşkanlığı seçimi bir yana bugüne kadar Kürt partilerinin aldığı en yüksek oy DEHAP’la % 6’ydı. Aradan geçen on üç yıllık süre içinde bunun üzerine kabaca 5 puan Kürt oyu daha koyulmuş oldu.
Bu muazzam bir başarıdır.
Bursa’dan, Kocaeli’nden vekil çıkarılmasıysa gerçekten “şaka” gibi. Büyük şehirlerdeki başarıları da çok ciddi (İstanbul’da 11, İzmir’de 2, Ankara’da 1, Antalya’da 1, Antep’te 2 vekil).
HDP’nin bundan sonraki performansının ona oy veren kitleyi nasıl etkileyeceği, HDP’nin oylarını önümüzdeki seçimlerde etkileyecek en önemli dinamik olacak. Bu oyların tümüyle HDP’nin kemik oyları olduğunu söylemek için henüz çok erken.
Koalisyon
AKP’nin elindeki en önemli koz, koalisyonların istikrarsızlık getireceğiydi. Seçimlerden sonra ister istemez onları “doğrulayan” (!) şeyler olmadı değil, hem de henüz koalisyon daha kurulmadan. Fakat bu tip bir seçim sonucunda tablonun böyle olacağı herkesçe görülebiliyordu, o yüzden henüz bir bekleme ve tefekkür havası hâkim. Seçim sonuçlarının oluşturduğu denklem o kadar karmaşık ki, daha seçim yapılmadan bu sonucu öngörenlerce “erken seçim” ihtimali zaten dillendirilmekteydi.
Erdoğan’ın doğrudan müdahilliğiyle koalisyon görüşmeleri gayr-ı resmî olarak başladı. İstanbul merkezli tekelci burjuvazinin gönlünde Derviş’in olduğu fakat Erdoğan’ın olmadığı bir büyük AKP-CHP koalisyonu yattığı konuşulanlar arasında. İslamî sermaye MÜSİAD’ın tercihiyse AKP-MHP koalisyonundan yana.
Erdoğan’ın, kendinin dışlandığı formüllere müdahil olacağı, her girişimi kendine göre evireceği açık. Bu güçlü figürün gönülsüz tasfiyesi de AKP içi bir erken çatırdama ihtimali dışında imkânsıza yakın oranda. Gönüllü tasfiye ise zaten mevzubahis bile değil.
Ayrıca Erdoğan, kendi isteği dışında ve AKP’siz oluşacak bir hükümete karşı da son bir oyunla, partisini de diri tutmayı başararak, “kaos”, “istikrarsızlık” söylemiyle yeni bir (erken) seçim zaferi için de kolları sıvayabilir.
Böyle bir pozisyonda ne kadar başarılı olup, olamayacağınıysa artık Allah bilir. Ben AKP’deki düşüşün devam edeceğini tahmin ediyorum. Hatta dediğim gibi bırakın düşüşü, AKP tamamen dağılabilir bile.
Koalisyon ihtimalleri içinse benim tahminim AKP-MHP koalisyonu yönünde. Eğer gerçekleşirse seçimden çok önce Twitter’da attığım “AKP-MHP koalisyonu kurulur” tivitimi up’layacağım. Gerçekleşmezse tiviti unutacağız.
Dipnotlar:
(*) CHP de bir tür koalisyondur fakat fraksiyonlar zaten bu partinin kanıksanmış bir gerçeği. Ayrıca HDP de bir tür koalisyon; ancak aslan payının Kürt hareketinde olduğu lokomotifi belli gönüllü bir koalisyon.
(**) MHP, belki Saadet ve BBP ile ittifak yapsaydı çok daha yüksek bir oy alabilirdi. Bu arada bu seçimin görülmeyen fakat en büyük hayal kırıklığını yaşayan kesimi “Millî İttifak” (Saadet+BBP) oldu.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.