40 yıl önce, 10 Ekim 1965 milletvekili genel seçimlerinde, adında işçi kelimesi olan bir parti milletvekili seçimlerinde yaklaşık yüzde 3 almış, 15 milletvekili çıkarmıştı. Partinin aldığı oy 276 bindi. Partinin adı Türkiye İşçi Partisi’ydi. Partinin kurucuları, yöneticileri ve üyeleri arasında küçümsenemeyecek sayıda işçi vardı. İşçilerin sayısı, partideki sendika bürokratlarından fazlaydı 1965 yılında, nüfusun yüzde 34’ü […]
40 yıl önce, 10 Ekim 1965 milletvekili genel seçimlerinde, adında işçi kelimesi olan bir parti milletvekili seçimlerinde yaklaşık yüzde 3 almış, 15 milletvekili çıkarmıştı. Partinin aldığı oy 276 bindi. Partinin adı Türkiye İşçi Partisi’ydi. Partinin kurucuları, yöneticileri ve üyeleri arasında küçümsenemeyecek sayıda işçi vardı. İşçilerin sayısı, partideki sendika bürokratlarından fazlaydı
1965 yılında, nüfusun yüzde 34’ü şehirlerde geriye kalan yüzde 66’sı köylerde yaşamaktaydı. 13,1 milyon olan toplam istihdamın yüzde 24’ü ücretli çalışanlardan oluşuyordu. 9 milyon kişi geçimini çiftçilik veya ırgatlık yaparak sağlıyordu. Sanayi işçilerinin sayısı 1,2 milyon kişiydi. Ücretli çalışanların toplam sayısı en fazla 3 milyon 300 bin kişiydi.
5 Haziran 1977’de, Türkiye işçi hareketinin muazzam yükselişinin de etkisiyle, sol taleplerle seçime giren CHP’nin ve sosyalist solun toplam oyu yüzde 42 olmuştu. Oy toplamı 6,3 milyondu. O tarihte 1 milyon 600 bini imalat sanayi işçisi olmak üzere toplam ücretli sayısı 5,5 milyona ulaşmıştı. Ücretlilerin toplam istihdam içindeki oranı ise yüzde 37 olmuştu.
Her iki dönemde 1965’te ve 12 yıl sonra 1977’de işçi sınıfı sosyal ve siyasi mücadelenin belirleyici unsuruydu. Kuşkusuz, sayı bakımından burjuvaziden ve küçük esnaftan sonra, sonra toplumun en küçük sosyal sınıfını oluşturuyordu. Dolayısıyla istihdamın çoğunluğunu da oluşturmuyordu. Ama o dönemlerde toplumun en örgütlü sosyal gücünü oluşturuyordu. Ülkenin geleceğini temsil ediyordu. Sosyal ve siyasi bakımdan daha iyi bir toplum mücadelesinin fiili öncüsüydü.
40 yıl sonra toplumun çoğunluğunu oluşturuyor
1965’lerden bu yana 40 yıl geçti. İki nesil işçi kuşağı, emeğini harcadı. Şimdi üçüncü, hatta dördüncü işçi kuşağı işbaşında. 1965’lerin, 1977’lerin yükselen işçi sınıfı dalgasına sahip değiliz. İşçi sınıfının ana gövdesi 20 yıldır, 1995’ten bu yana geri çekilmiş halde.
İşçi sınıfı, 2001 iktisadi krizindeki yenilginin ve (1989-91 genel grevini yöneten) öncü işçi kuşağının tasfiyesinin ağır sonuçlarını henüz telafi etmiş değil.
2000’li yıllar, işçi sınıfının uzun geriye çekilme dönemini oluşturur. Ama nicelik yani sayı bakımından (Kapitalist sermaye birikimine bağlı olarak) toplumun en büyük sosyal sınıfını oluşturması da bu yıllarda gerçekleşmiştir.
Ücretli işçi sınıfı nicelik bakımından, ilk kez 2003 yılında toplam istihdamın yüzde 50 sınırını aştı. Yani 2003’ten itibaren Türkiye tarihinde ilk kez işçi sınıfı nicelik bakımından toplam çalışanların yüzde 51’inden fazlasını oluşturmaya başladı. Şimdi, 2015’te, Türkiye işçi sınıfı toplam istihdamın yüzde 68’ini oluşturuyor.
İşçi sınıfı Türkiye tarihinde bir başka sosyal değişime de imza attı. Bu değişim ücretli çalışanların Türkiye tarihinde ilk kez (aileleri de dahil edilmek şartıyla) 2008’den itibaren nüfusun büyük kısmını yani yüzde 50’den fazlasını meydana getirmesidir. Hesaplamaya (ücretli olarak) emekli olanları dahil ettiğimizde çok daha büyük bir işçi nüfusuna erişiyoruz.
Türkiye 2008’den sonraki bütün seçimlere ücretli çalışanların yani işçi sınıfı kitlesinin (aileleriyle birlikte) nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu bir sınıf bileşimi ile girdi. Şimdi 2015 genel seçimlerine de nüfusun büyük çoğunluğunun dolayısıyla seçmenlerin de büyük çoğunluğunun fiziken işçi olduğu koşullarda giriyoruz.
Büyük çelişki
Giriyor ama nicelik boyutu ile sosyal ve politik niteliği arasındaki çelişki muazzam ölçüde büyük. İşçi sınıfı nitelik olarak tarihinin en zayıf döneminde bulunuyor. Örgütsüz durumda. Siyasal mücadelelere aktif olarak katılmıyor. Sol siyasi hareketlere çok mesafeli. Sendika bürokrasisine öfkesi o kadar büyük ki, Metal Grevi’nde görüldüğü gibi, yeni bir sendikal örgütlenme hamlesinin öncülüğünü üstlenmekten kaçınıyor. Kısacası işçi sınıfı devasa sayı gücüne nispetle, nitelik bakımından şekilsiz bir durumda.
Hiç kuşkusuz işçi sınıfının şekilsizliği, atomize olmuş ve dağılmış bir hale varmış değil. Bazı akademisyen arkadaşlarımızın dolaşıma soktuğu gibi “panoptik” özelliğe de sahip değiller. Çoğunlukla fabrika ölçeğini aşmıyor olsa da tarihi talepleri (Ücret artışı, çalışma saatinin düşürülmesi, sendikal örgütlenme hakkı, sendika bürokrasinin devrilmesi vb) için mücadeleden hiçbir zaman vazgeçmiş değiller. Ama öncü işçi kuşağına ve siyasi bir mücadele hattına sahip değiller. Genel greve dönüşen mücadeleler (Metal sektöründe olduğu gibi) kendiğinden başlıyor ve işçi sınıfının büyük ana kitlesini henüz kucaklayamıyor.
1 Mayıs, Gezi Mücadelesi, Kürdistan 6-7 Ekim ayaklanmalarına katılan kitlenin ana gövdesini de işçi sınıfı oluşturduğunu belirtmemiz gerekir. HDP’nin büyük kentlerde özellikle İstanbul’daki kitlesel mitinglerinin ana gövdesini de Kürt işçilerin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Son birkaç yılın işçi eylemleri, mücadelenin büyük bir dalgayla yükseleceğine de işaret ediyor.
Fakat, Türkiye nüfusunun en önemli sosyal sınıfı haline gelen işçi sınıfının “bağımsız bir siyasi hatta” sahip olmasına… Sınıfın yeni kuşak öncülerinin ortaya çıkarak birleşmesine, bu birliğin siyasi taleplerle örülmesine… Burjuvazinin hegemonyasından kurtulunmasına milliyetçi, İslâmcı tesirlerden arınmaya şiddetle ihtiyaç var.
İşçi sınıfının ihtiyaçlarının (en azından reformcu taleplerle bile olsa) diğer sınıflardan bağımsız olarak ortaya konulması gerekiyor. Ulaşmış olduğu devasa sosyal güç bunun ortaya konulmasını zorunlu kılıyor.
İşçilerin HDP’ye desteği
HDP’nin işçi sınıfı mücadelesini dolaysız olarak desteklediğine, sınıfın taleplerine sessiz kalmadığına şüphe yok. HDP’nin bütün ezilenlerin, Kürtlerin, kadınların, eşcinsellerin, dini ve ulus azınlıkların taleplerini haykırması, işçi sınıfının ihtiyaç ve taleplerinin vazgeçilemeyecek bir kısmını oluşturuyor.
Ama HDP’nin işçi sınıfının öncülüğünü hedefleyen, bir parti olmadığı da bir vakıa. İşçi sınıfını temsil etme amacıyla yola çıkan siyasi partilerin veya işçi taleplerini görmezden gelmeyen partilerin, sınıf mücadelesinin yükselmesi ile yeni bir biçim aldıkları da bir başka gerçeklik. Yüzde 10 barajını aşmış bir HDP’nin işçi sınıfı kitlesinin desteğini kazanma imkanının genişleyeceğini söylersek abartmış olmayız. Hatta sınıfın gerçek öncülerinin ilgisini de çekebilir HDP. Bu desteğin artması, bütün ezilenlerin yanı sıra yoksul Kürt halkının özgürlük talepleri ile işçi sınıfının taleplerinin buluşmasını ve böylece muazzam bir enerjinin oluşmasını sağlar.
HDP’ye yönelik işçilerin kitlesel desteği, diyalektik biçimde HDP’nin sınıf eksenine yaklaşmasını hızlandırır ve bu durum yeniden sınıf mücadelesinin ivmesinin yükselmesine katkı yapar, bunda kuşku yok.
Ama bu tek başına sınıf üzerindeki burjuva hegemonyasına son verilmesine, öncü işçilerin siyasal birliğinin sağlanmasına yetmeyecektir. Ama sınıf mücadelesinin ivmesini yükselteceği çok açıktır.
Notlar:
1-Hiç kuşkusuz kır istihdamının uzun yıllar çalışanların büyük kısmını oluşturması, ve sanayi ve hizmet sektörlerinde işçi devrinin (sürekli iş değiştirme) yüksekliği, 5 milyona ulaşan gerçek işsizlik, kent yoksulluğunun yaygınlığı… Bütün bunlar işçi sınıfının küçümsenmeyecek bir kısmının yarı köylü-yarı işçi; zaman zaman kent yoksulu gibi bir özellik kazanmasına da yol açmakta.
2-Makalede kullandığımız rakamlar Kalkınma Bakanlığı ve TÜİK verilerinden derlenmiştir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.