Baraj yıkıldı mı? Hayır baraj orada olduğu gibi duruyor. Sadece “bizimkiler” barajı aştı. Öyleyse niçin yalnızca biz değil egemen sınıf da barajın yıkıldığını düşünüyor. Çünkü o baraj yalnızca “bizimkileri” engellemek için kurulmuştu. Şimdi “bizimkiler” barajı aşınca baraj da işlevini yitirmiş oldu. Rojava Devrimi ve Haziran İsyanı parlamenter temsil alanını halka açtı. Seçim barajının arkasında bir […]
Baraj yıkıldı mı? Hayır baraj orada olduğu gibi duruyor. Sadece “bizimkiler” barajı aştı. Öyleyse niçin yalnızca biz değil egemen sınıf da barajın yıkıldığını düşünüyor. Çünkü o baraj yalnızca “bizimkileri” engellemek için kurulmuştu. Şimdi “bizimkiler” barajı aşınca baraj da işlevini yitirmiş oldu.
Rojava Devrimi ve Haziran İsyanı parlamenter temsil alanını halka açtı. Seçim barajının arkasında bir araya gelerek parlamenter temsil alanını halka açan bu iki dinamiği birbirine indirgemek, birini diğerinin önüne geçirmek doğru değil. Barajın arkasında bir araya getirilebilen bu iki dinamiğin, baraj geçildikten sonra bir arada tutulup tutulamayacağı belirsizliğini koruyor. “Emanet oy” tartışması önemli ölçüde bu belirsizlikten kaynaklanıyor. Belirsizliğin temelini ise Kürt siyasi süreci ile Türkiye’deki demokratik halk muhalefetinin temel izlekleri arasındaki açı oluşturuyor.
“Müzakere Süreci”nin gerçekleri ile İslamcı-neoliberal faşizme karşı mücadelenin ihtiyaçları içinde bulunduğumuz anda sadece sandıkta değil, sokakta da örtüşüyor; ama bugünden bu örtüşmenin her iki devrimci sürecin bütün gelişmesi boyunca devam edeceğini söylemek kolay değil. Daha önce de defalarca görüldüğü gibi iki devrimci süreç arasında, siyasi konjonktüre bağlı olarak gündeme gelebilen gerilimlerin bir kopuşa dönüşmeden yönetilebilmesi gerekiyor. Bunun için ise Haziran İsyanı ile Rojava Devriminin harekete geçirdiği sol dalgaların birbirlerini besleyen özelliklerini anlamak gerekiyor. Birlikte neleri, nasıl kazandığımızı görürsek, nasıl kaybetmeyeceğimizi de daha kolay bulabiliriz.
AKP’nin Rojava Devrimi’ni Kobanê’de boğmak için yürüttüğü saldırıyla patlak veren 7-9 Ekim isyanı Kürtlerin AKP’den kopuşunun başlangıç noktasını oluşturdu. Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddetmesiyle süren kopuş, Diyarbakır bombalamasıyla en yüksek noktasına ulaştı. AKP Kürdistan’da tabela partisine dönüştü.[1] Kürtler AKP’den sadece Kürdistan’da değil, göç ettikleri batı şehirlerinin tamamında da koptular.
Kürtlerin AKP’den kopuşu, AKP’nin dar anlamıyla “İslamcı/neo-liberal politikalarından” kaynaklanmıyor. Kürtleri AKP’den Erdoğan’ın açık Kürt düşmanlığı siyaseti kopardı. Elbette Erdoğan’ın Kürt düşmanlığı siyaseti, onun İslamcı/neo-liberal politikalarından bağımsız bir olgu değil. Ancak AKP’den kopan Kürtlerin bu bağı deneyimleyerek bilince çıkarmadıklarını aklımızda tutmalıyız.
Diğer taraftan Kürt siyasi hareketi de Kürtleri HDP’de “ulusal birlik” şemsiyesi altında saflaştırdı. HDP, Altan Tan ve Nimetullah Erdoğmuş’dan Hüda Kaya’ya, Dengir Fırat’tan Ayhan Bilgen’e, Celadet Gaydalı’dan Adem Özcaner’e kadar uzanan aday yelpazesi ile Kürt ulusal birliğinin adresi olmayı hedefledi ve bu politikasına ülkenin dört bir yanındaki Kürt seçmeni nezdinde karşılık buldu.
Kürt halkının yüz elli yıllık mücadele içinde ilk defa yakaladığı bu “ulusal birliğin”, ancak bir “radikal demokrasi programı” çerçevesinde sağlanabilmiş olduğunun üzerinde durulması gerekir. Çoğunluğu muhafazakâr unsurlarla sağlanan bu genişleme, Kürt siyasi hareketinin siyasi bakımdan gericileştiğini değil, Kürt siyasallaşmasının muhafazakâr unsurlarının solun hegemonyasını kabullendiğini göstermektedir. (Altan Tan’ın bunu bir türlü hazmedememiş olması, gerçeği değiştirmiyor.) Diğer taraftan bu olgu, İstanbul’un, İzmir’in, Mersin’in, Adana’nın, Erzurum’un, yoksul Kürtlerinin AKP’nin bağımlılaştırma siyasetinden kopuşu anlamına da geliyor. Batının yoksul Kürtlerinin AKP’den kopuşu, Türkiye solunun kitle temelinin 1977’den (%41) bu yana gördüğü en büyük genişlemenin (% 38) yaşanmasında önemli bir paya sahiptir. Büyük şehirlerin yoksul Kürtleri, AKP’nin kent yoksulları üzerindeki hegemonyasına ağır bir darbe indirmiştir. AKP’nin “elitlere karşı yoksulların; devlete karşı halkın partisi” olduğu söylemi artık gerçek hayatta karşılığını yitirmiştir. Bunda Kürt yoksullarının AKP’den kopuşunun önemli bir payı vardır.
Öte yandan HDP, AKP’nin İslamcı neoliberal faşizmine karşı mücadelenin sokaktaki güçlerinin parlamentoya müdahalesinin de kanalı oldu. HDP’ye Türkiye solundan gelen 2 milyon dolayındaki oy, Haziran İsyanı’nın solun değişik siyasi kulvarlarındaki kitlesinden geldi. “Emanet” olarak nitelendirilen bu oyların “AKP belasından kurtulmak için Kürtleri kullanan Kemalistler” olmadığının, sosyal demokrasinin solundan Türkiye devrimci hareketinin diyalog halinde olduğu ezilen halk kitlelerine kadar uzandığını görmek gerekir.
İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da bu seçime kadar ağırlıkla CHP’ye oy veren tüm semtlerde HDP’nin gösterdiği oy patlamasının ağırlıkla Haziran İsyanı’na katılan kitleden geldiği tüm gözlemcilerin ortak kanısıdır. Bu kitlenin bir tarafında sosyalizme eğilimli Alevi yoksulları, bir diğer tarafında ise yine sosyalizme eğilimli eğitim düzeyi yüksek ücretli emekçiler bulunmaktadır. CHP’nin yerel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde izlediği politikalara tepki gösteren bu kitlenin HDP’ye verdiği desteği yalnızca “AKP’nin önünü kesmek için” verilmiş bir “stratejik destek” olarak tanımlamak doğru olmayacaktır. Bu kitle içerisinde, HDP’nin neoliberalizme, gericiliğe ve faşizme karşı mücadelede daha tutarlı bir sol seçenek oluşturabileceği beklentisi hiç de düşük değildir. Önümüzdeki dönemde bu beklentinin az çok karşılık bulması halinde HDP’ye “sosyal demokrasinin solundan” gelecek desteğin daha da genişlemesi kaçınılmazdır. Bu ise CHP’nin solun baskısı altına alınması anlamına gelecektir. CHP’nin bu basınç altında “egemen sınıfların sol görünümlü seçeneğini” oluşturmayı esas alan politikalarını sürdürüp sürdüremeyeceğini, sürdürürse başına nelerin geleceğini hep birlikte göreceğiz. AKP-CHP koalisyonu ve Kemal Dervişli hükümet hayallerinin önündeki asıl büyük engel de işte bu “sol kuşatma” olacaktır.
Bu sol kuşatma aynı zamanda, halkın egemen sınıfların siyasi hareket alanını sınırlaması anlamına gelmektedir. Egemen sınıfların her istediğini yapamadığı bir Türkiye’de işçi sınıfı hareketindeki sıkışmayı aşacak dip dalgalarının gelişmesi için de çok beklememiz gerekmeyecektir. Şu anda yerel ve sektörel bir olguymuş gibi görünen Metal Fırtınası’nı bu ortamda Türkiye işçi sınıfının tamamını içine alan bir dalgalanmanın izlemesi sürpriz olmayacaktır.
Bütün bu olumlulukları koruyabilmek ve geliştirebilmek için Haziran İsyanı ile Rojava Devrimi arasında kurulan kardeşlik köprüsünü güçlendirmeyi ön plana alan bir politikanın izlenmesi gerektiği açıktır. Örneğin, AKP’nin IŞİD çeteleri üzerinden bir “Kürt iç savaşı” çıkarma taktiğini açığa çıkaran ve AKP’nin Suriye suçlarını durdurmayı hedefleyen enerjik bir mücadelenin geliştirilmesi, “Türkiye sokağının” bugünkü en önemli gündemi olmalıdır. Benzer bir biçimde örneğin “Kürt siyaseti” de MESS’in Türk Metal çetelerini arkasına alarak metal işçilerinden intikam almasının karşısına dikildiğini gösterebilmelidir.
Haziran İsyanı ile Rojava Devrimi arasında kurulan kardeşlik köprüsünün AKP’nin tek başına iktidarına son vermiş olması, Kürt sorununun çözüm süreci açısından bir başka gerçeklik yaratmıştır. Kürt halkı, AKP’nin “ben yoksam çözüm yok” şantajını reddetmiş ve “halklararası çözüm” formülünü ön plana çıkarmıştır. HDP’nin 80 milletvekiline ulaşan meclis grubunda ifadesini bulan bu yeni “çözüm tarzı”, önümüzdeki dönemde yeni bir çözüm süreci düzeneğinin oluşturulmasını gerektirmektedir. Bu yeni düzeneğin içereceği en önemli özellik, müzakere masasının daha saydam bir hale gelmesi olacaktır. Kardeşlik köprüsünün korunması ve geliştirilmesi, çözüm sürecinin kazandığı bu yeni nitelik nedeniyle de bir zorunluluktur.
Roboski’de, Kobanê’de, Diyarbakır’da dökülen Kürt kanı ve Haziran İsyanı’nda, Soma’da dökülen yoksul kanı Kürt ve Türk isyanını “kan kardeşi” haline getirdi. Parlamentoyu halka açan bu isyan kardeşliğini önümüzdeki dönemde halkın devrimci demokratik iktidarının yolunu açacak bir toplumsal harekete dönüştürmek somut ve ulaşılabilir bir hedef haline gelmektedir.
Barajı aşan halk selini düzenin denizlerine döküp durultmanın ne yeri, ne zamanı; zaten imkânı da sınırlı.
Dipnot:
[1] Bu kopuşun Roboski katliamına bağlı olarak 30 Mart yerel seçimlerinde gerçekleşebileceğini düşünmüş ve yanılmıştım. Kürtlerin AKP’den kopuşu için yalnızca “duygusal” bir kırılma yeterli olmadı. Kopuş, Rojava devrimini IŞİD’le boğma ve Dolmabahçe mutabakatının iptalinde somutlaşan siyasal kırılma ortamında gerçekleşen Diyarbakır bombalamasıyla geldi. Kürtlerin AKP’den kopuşu, AKP’yi iktidar çoğunluğundan etti.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.