İktidarın Haziran Direnişi’ni “romantik bir çevre hareketi” olarak gösterme çabalarına karşın, Haziran sınıfsal temelli bir hareketti. Sadece bu da değil! Haziran Direnişi’nin yarattığı devinim, Türkiye’deki emek hareketleri için de bir kırılma noktası oldu İktidarın Gezi Parkı’nı ranta açma girişimi ile başlayan Haziran Direnişi’nin üzerinden 2 sene geçti. Direniş, halkın ortak varlıklarını sermaye gruplarına kaptırmamanın mücadelesiydi. […]
İktidarın Haziran Direnişi’ni “romantik bir çevre hareketi” olarak gösterme çabalarına karşın, Haziran sınıfsal temelli bir hareketti. Sadece bu da değil! Haziran Direnişi’nin yarattığı devinim, Türkiye’deki emek hareketleri için de bir kırılma noktası oldu
İktidarın Gezi Parkı’nı ranta açma girişimi ile başlayan Haziran Direnişi’nin üzerinden 2 sene geçti. Direniş, halkın ortak varlıklarını sermaye gruplarına kaptırmamanın mücadelesiydi. Mesele “3-5 ağaç” değildi. Mesele Kuzey Ormanları’nı yok edecek projelerin, kentlerin geleceğinin AVM’lere teslim edilmesinin karşısında durmak; şehirleri yeni rantlara kurban eden anlayışa tepki göstermekti. Belki hepsinin ötesinde emekçilere, köylülere, öğrencilere, kadınlara, LGBT’lere, Kürtlere, Ermenilere, Alevilere yani aslında “halka” siyaset yapma olanağı vermeyen bir anlayışla inatlaştı kitleler. Otoriter bir rejimin karşısında kendine siyaset yapma alanı açan yürekli insanlar vardı, Haziran Direnişi’nde…
Peki direniştekiler kimlerdi?
Kuşkusuz Haziran Direnişi’ne katılan kitle sadece birkaç “elit” veya “çapulcu” ile açıklanamayacak kadar büyük bir kitleydi. Polis kayıtları direnişe katılanların 3 milyon 600 bin kişi olduğunu söylüyor. Gerçek rakamın bunun üzerinde olması ise muhtemel. Direnişe katılan kitlenin sınıfsal karakteri ise epey tartışmalı bir konu. Mesela Çağlar Keyder, Gezi’nin başını çeken kitlenin daha eğitimli, dünyayla bütünleşmiş ve zihni emeğe dayalı işlerde çalışanları kapsayan “Yeni Orta Sınıf” olduğunu iddia ediyor(1). Lakin Marksist iktisatçılar Korkut Boratav ve Ahmet Tonak, “orta sınıf” kavramını oldukça muğlak bulup bu kavramı kategorik olarak reddediyorlar(2). İkisine göre de, Haziran Direnişi’ne katılanlar arasında eğitimli beyaz yakalıların veya işsizlerin, hatta öğrencilerin bulunması; direnenlerin önemli bir bölümünün emekçi sınıfından olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Zira bu kesimler yaptıkları işten veya hâlihazırda çalışıp çalışmamalarından bağımsız olarak emeklerini satmaya mahkûmlar. Yani aktif ya da potansiyel olarak yedek emek ordusunun içindeler. Dahası Boratav’ın deyimiyle Gezi’de bu kitleler “kapkaççı burjuvazinin ve onunla bütünleşmiş siyasi iktidarın devasa kentsel rantlara el koyma girişimine” karşı çıktılar. Boratav bu nedenle Gezi’yi “olgunlaşmış sınıfsal bir başkaldırı” olarak tanımlıyor.
Haziran Direnişi’nin sınıfsal bir başkaldırı olduğu iddiasını, Yörük ve Yüksel’in New Left Review dergisinde yayımladıkları veriler de destekliyor (3). Zira Yörük ve Yüksel’in verilerine göre Haziran Direnişi’ne katılan meslek sahiplerinin ancak %9’u sermayedarlar ve üst düzey yöneticilerden, %20’si ise beyaz yakalı çalışan ve yüksek eğitimli teknik elemanlar oluşuyor. Bunun yanında direnişe destek veren meslek sahiplerinin %54’ü fiziki işlerde çalışan kayıtlı ve kayıt dışı emekçilerden oluşuyor. Özetle, Keyder’in “Yeni Orta Sınıf” tanımının muğlak olması bir yana; Haziran Direnişi’ni sürükleyen kitleler, Keyder’in sınırladığı kesimin çok daha fazlasıydı.
Üstelik Haziran Direnişi’nde hayatını kaybeden gençler de büyük ölçüde emekçi kesimlerinden geliyordu. Mesela Ethem Sarısülük OSTİM’de çalışan ve Mehmet Ayvalıtaş ise SODAP üyesi birer işçiydi. Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan 2013 Haziranı’nda bir tekstil işçisi olarak çalışıyordu. Ali İsmail Korkmaz üniversite öğrencisiydi, fakat babası Şahap Korkmaz oğlunu kaybettiğinde bir inşaat işçisi olarak çalışıyordu. Kaldı ki, Haziran Direnişi Gezi Parkı ile sınırlı değildi. Emekçi sınıfının yoğunlukta olduğu 1 Mayıs, Gazi, Tuzluçayır Mahalleleri’nde ve Okmeydanı gibi semtlerde iktidara karşı ciddi bir direniş oldu.
Bunun yanında emekçi örgütleri Haziran Direnişi’nde varlık gösterdiler. Hatırlayacaksınız, direnişe Türk-İş’e bağlı bazı sendikaların İstanbul Şubeleri, DİSK ve KESK de destek vermiş, hatta KESK öncülüğünde bir genel greve gidilmişti. Ayrıca DİSK, direnişin ilk günlerinde, ortak alanların sermaye kesimlerine peşkeş çekilmesine gönderme yapan ve direnişin öncülerinin dilini kullanan bir bildiri yayımladı. Direnişin sınıf çatışması boyutunu yansıtan bildiride şu ifadeler yer alıyordu (4):
“Sermayenin azgın temsilcileri, İstanbul’u yerle bir edip yeni rant alanları inşaa etmek üzere verdikleri sözü tutmaya ant içtiklerini bir kez daha gösterdiler… Kentsel talan süreci şimdi toplumsal yaşamımızın belleği olan meydanlarımızı ortadan kaldırmaya yönelmiş durumda. Gökdelenlerin, AVM’lerin, rezidansların, toplu konutların, otoyolların, katledilen ormanların, yok edilmek istenen parkların, yıkılan tarihi binaların, yapımına başlanan rantsal köprülerin kıskacındayız şimdi… İstanbul, Türkiye işçi sınıfının, yaşamını sürdürmek için emeğini satmak zorunda olan milyonların acılarının, özlemlerinin, umutlarının kentidir. İstanbul emeğin başkentidir. Ve öyle de kalacaktır! AKP hükümetinin kâr hırsıyla gözü dönmüşçesine saldırmasını kınıyor, yaşam alanlarımız için günlerdir, aylardır canla başla mücadele eden insanlarımızın mücadelelerini yürekten selamlıyoruz.”
2013 Haziran’ı, Türkiye’de grevler için kırılma noktası oldu
Emekçi sınıfının yüksek katılımının olduğu Haziran Direnişi, emekçi hareketlerinin de tetikleyicisi oldu. Grafik 1, 2000 ve sonrası için yasal grevlere katılan işçi sayısını gösteriyor(5). Özet geçersek, grafiğe göre grevlere katılımlar 2001 krizi ve sonrasında büyük bir düşüşe geçiyor ve bu düşüş AKP döneminde de devam ediyor. Bu dönemde bir yandan artan ihracat/ithalat rekabetinin emek üzerinde yarattığı baskı(6), diğer yandan üçlü koalisyon ve AKP dönemlerinde “milli güvenlik” bahane gösterilerek ertelenen büyük çaplı grevler, emek hareketlerine büyük bir darbe vurdu. Bir tarafta emek hareketleri oldukça zayıflatılırken, 2001 krizi ile büyük darbe yiyen ortalama ücretler kriz öncesi seviyelerine ancak 2011 yılı ortalarında erişebildi(7). Yani emek hareketlerinin zayıfladığı dönemlerde, “büyüme mucizesi” ortalama ücretlere yansımadı.
Burada Türk-Telekom grevinin yaşandığı 2007 yılı, emek hareketleri açısından bir istisna teşkil ediyor. Aslına bakarsanız, 2007 yılında grev sayısında bir artış yok. Lakin tek bir grev, Türk-Telekom grevi, yüksek katılımıyla greve katılan işçi sayısını geçici olarak arttırıyor. 2007 sonrasında ise emek hareketleri üzerindeki artan baskılar ve ülkenin gittikçe otoriterleşen yapısı kendini göstermiş ve emek hareketlerine katılım hızla düşüşe geçmiş. Bu dönemde özellikle 1 Mayıs yasakları ve KESK yöneticilerinin KCK ve DHKP-C operasyonlarıyla tutuklanmaları hayli dikkat çekiyor. Artan siyasi baskılara paralel olarak, 2010-2012 yılları arasında emek hareketleri hayli yavaşladı hatta durma noktasına geldi.
Haziran Direnişi’nin başladığı 2013 yılı ise emekçi hareketlerinin yeniden canlandığı bir yıl oldu. Zira 2013’te önceki 5 yılın toplamından daha fazla işçi greve çıktı. 2010-2012 yılları arasında grevlere katılan yıllık ortalama işçisi sayısı 711 iken, bu rakam 2013 yılında tam 23 kat arttı(8). Üstelik bu artış tek bir greve de bağlı olmadı. 2010-2012 arasında 9.3 olan ortalama grev sayısı, 2013’te 19’a çıktı.
Bahsettiğimiz 19 grev arasında en popüler olanı Haziran Direnişi’nden önce başlayan THY greviydi. Lakin bu durum sizi aldatmasın, THY grevine katılan emekçi sayısı dönüşümlü olarak 1500 civarındaydı. Grevlerdeki asıl büyük patlama Haziran Direnişi’nin alevlenmesinden sonra oldu. Haziran ayında Jumbo, İpek Kağıt, HBN Gülen Nakliyat; Temmuz’da ise Camiş, Darphane, İsdemir, Amcor işletmelerinde greve gidildi. Bu grevler içinde sadece İsdemir grevine 4 bine yakın işçi katıldı. Ayrıca Temmuz 2013’te 10 bin işçiyi kapsayacak Genel-İş Sendikası’nın İzelman ve İzenerji grevi de Yüksek Hakem Kurulu tarafından engellendi. 2013’ün ilerleyen aylarındaki grevlerine baktığımızda ise 30 ayrı işletmede gerçekleşen TEKSİF’in tekstil grevini; Eti Krom, Kazım Süren, AKSA, Leroy Merlin ve taşeron işçilerin katıldığı ODTÜ grevlerini görüyoruz.
2013 ortasında ivmelenen emek hareketleri, 2014 yılında da canlı kalmaya devam etti. Gerçi greve katılan emekçi sayısı 2014’te azaldı, lakin bu sefer de grev nedeniyle kaybedilen çalışma saati 365 bin 411 ile 2007 sonrasındaki en yüksek seviyesine erişti. Emek hareketleri yeniden alevlenince, AKP iktidarı 2005 sonrasında ilk defa “milli güvenlik” nedeniyle bir grev ertelemek zorunda kaldı ve Şişecam grevini, grev başladıktan bir hafta sonra kırdı. 2014’te ayrıca, 600 işçinin katıldığı Greif ve 800 işçinin katıldığı Kent Gıda grevleri de gerçekleşti.
2015 yılında ise emek hareketlerinin uzun süre hiç olmadığı kadar aktif olduğu herkesin malumu. 15 bin metal işçisinin genel greve çıkma kararı ve bunun yine “milli güvenliği tehdit etmesi” bahanesiyle iktidar tarafından kırılması dahi emekçilerin cesaretini kıramadı. Nitekim Nisan ayında, Bosch Fabrikası’nda 6 bin işçi grev kararı aldı. Grev kararının hemen sonrasında ise Bosch’taki işçiler istedikleri maaş zamlarını elde ederek büyük bir zafer kazandılar. Bosch’taki iyileştirmelerin bir benzerini isteyen 23 binin üzerinde metal işçisinin mücadelesi ise bağlı oldukları sarı sendikaya rağmen büyük bir direnişe sahne oluyor. Bu yazının yazıldığı esnada TOFAŞ, Renault, Mako, Ermetal ve Coşkunöz’de işçiler önemli kazanımlar elde etmiş, işçilerle uzlaşma sağlanmıştı. Diğer işletmelerdeki direniş ise hala devam ediyordu.
Haziran Direnişi’nin, Türkiye’deki emek hareketlerini tetiklediği tabii ki spekülatif bir iddia. Lakin Haziran Direnişi’nin oluşturduğu politik ortam dışında, 2013’ün ortasında emek hareketlerinin tetiklenmesini açıklayacak iyi bir neden yok. 2013 yılında, ne ekonomik büyümenin hızında ne de ücretlerin artış trendinde bir kırılma yaşandı. Bu dönemde AKP iktidarının emek hareketlerinin önünü açacak yeni bir yasa çıkartmadığı ise oldukça aşikar.
2013 sonrası grevlerinin çoğunda “Gezi” referansı kullanılmıyor. Lakin 2013 yılındaki İpek Kağıt ve Camiş grevlerini örgütleyen Selüloz-İş’in, Darphane ve Amcor grevlerini örgütleyen Basın-İş’in, Kazım Süren grevindeki Deri-İş ve Leroy Merlin grevindeki Sosyal-İş’in İstanbul şubeleri Haziran Direnişi’ni açıkça desteklemişlerdi(9). Ayrıca 2013 Haziran’ı sonrasında grev kararı alan İzelman, İsdemir, AKSA, Greif, Kimberly Clark, Beltaş’taki sendikalar ve 2015 başındaki büyük metal grevini örgütleyen Birleşik Metal İş, Haziran Direnişi’nin tam ortasında yer alan DİSK’e bağlı olan sendikalar.
Bir de Özgür Kazova Tekstil Kooperatifi var ki, “patronsuz kazak” sloganı ile yola çıkan bu kooperatif “Mayıs-Haziran 2013 Taksim Gezi Parkı direnişinin en önemli miraslarından” olduğunu açıkça ilan ediyor (10). Bilindiği gibi Kazova Tekstil işçileri, Şubat 2013’te çalıştıkları işyerinin üretimi durdurması ve ücretlerini alamamaları üzerine eyleme başlamış, 28 Haziran 2013’te ise kendi deyimleriyle “Gezi direnişinden aldıkları güçle” fabrikayı işgal etme kararı almışlardı. Özgür Kazova’yı şimdi işçiler kendileri yönetiyor. İşçiler, demokratik ve paylaşıma dayalı bir model benimseyerek üretime devam ediyorlar.
Emek Hareketleri ABD ve Mısır’da da canlanmıştı
Heterojen yapılı toplumsal hareketlerin, grevleri tetiklemesi sadece Türkiye’ye özgü bir şey de değil. 2011 yılında ABD’deki sosyal eşitsizlikleri öne çıkartan “Occupy Wall Street” hareketine baktığımızda da benzer bir trendi görmekteyiz. Zira ABD’de 1000 ve üzeri işçinin yer aldığı büyük çaplı grevlere katılım; 2008-2010 dönemi için ortalama 43.3 bin iken, 2011 yılında 113 bine, 2012 yılında ise 148 bine çıkıyor (11). Keza Mısır’da da işyerlerindeki emekçi protestolarının sayısı, 2007-2010 dönemi için yıllık ortalama 628 iken, bu rakam Hüsnü Mübarek karşıtı isyan başladıktan sonraki Mayıs 2011-Nisan 2012 döneminde 1137’e yükseliyor (12). Brezilya’da biraz farklı bir durum var. Zira grevler, 2013’teki eylemlerin öncüsü konumunda. 2008 yılından itibaren yükselişe geçen grev sayısı, 2012 yılında 873 ile en yüksek sayısına erişiyor (13). Bunu takiben, biraz da Gezi’nin yarattığı etkiyle (14), 2013 yılında Brezilya’daki protestolar başlıyor.
Özetle, toplumsal hareketler ister istemez birbirinden etkileniyorlar. Bu durum emekçi kesimlerin ciddi varlık gösterdiği, üstelik kentin ortak varlıklarını sermaye gruplarına kaptırmamak gibi sınıfsal bir derdi olan Haziran Direnişi için de geçerli. Haziran’ın alevini tutuşturan kıvılcım 2013 yılının 1 Mayıs’ı çakmıştı. Bu alev Haziran sonrası tetiklenen grevlerle, emek hareketlerine geri döndü. Ve Haziran’ın ateşi yanmaya hala devam ediyor…
Dipnotlar:
(1) Konuşa Konuşa (2013), “Gezi Parkı Protestoları bağlamında Yeni Orta Sınıflar, Neo-liberal Dönüşüm ve Yoksulluk”
http://konusakonusa.org/2013/09/05/gezi-parki-protestolari-baglaminda-yeni-orta-siniflar-neo-liberal-donusum-ve-yoksulluk/
(2) Sendika.org(2013), “Korkut Boratav Gezi Direnişi’ni değerlendirdi: ‘Olgunlaşmış bir sınıfsal başkaldırı…’”
http://www.sendika.org/2013/06/her-yer-taksim-her-yer-direnis-bu-isci-sinifinin-tarihsel-ozlemi-olan-sinirsiz-dolaysiz-demokrasi-cagrisidir-korkut-boratav/
Tonak, A.(2013), “İsyanın Sınıfları…”, Gezi Direnişi Üzerine Düşünceler (ed.) Ö.Göztepe, Notebene Yayınları
(3) Yörük ve Yüksel’in çalışmasındaki Grafik 1’de geçen bu istatistik SEMAR’ın anketine dayanıyor. Yine aynı çalışma da yer alan KONDA verileri de, alt sınıfların Haziran Direnişi’ndeki varlığını destekliyor. Zira KONDA verilerine göre de, Haziran Direnişi’ne destek verenlerin sadece %20’ye yakınının üniversite mezunuyken, %40’tan fazlası ortaokul ve altından mezun. Tabii beyaz yakalı okurlarımız Haziran Direnişi’nin kendi çevrelerinde Türkiye geneline göre daha popüler olduğunu gözlemleyip bu istatistikleri gerçekçi bulmayabilir. Haklı oldukları bir taraf var. Gerçekten de, fiziki işlerde çalışan emekçilere kıyasla; yüksek profesyonellerin, yöneticilerin ve beyaz yakalıların arasında Haziran Direnişi’ne katılanların oranı daha fazla. Lakin fiziki işlerde çalışan kayıtlı ve kayıt dışı emekçiler, üst-gelirli kesimlere kıyasla toplumun çok daha büyük bir kesimini oluşturuyor. Bu da fiziki işlerde çalışan emekçilerin katılımının daha büyük olmasını mümkün kılıyor.
Yörük, E. ve Yüksel, M.(2013), “Class and Politics in Turkey’s Gezi Protests” New Left Review 89
http://newleftreview.org/II/89/erdem-yoruk-murat-yuksel-class-and-politics-in-turkey-s-gezi-protests
(4) DİSK(2013), “İktidar Hayatı Hedef Aldığında, Hayat İktidara Direniş Olur”, Basın Açıklamaları
İKTİDAR HAYATI HEDEF ALDIĞINDA, HAYAT İKTİDARA DİRENİŞ OLUR!"
(5) Verilerin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan gelmesi nedeniyle, veriler sadece yasal grevleri içeriyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı(2015), 2014 Çalışma Hayatı İstatistikleri, No. 18
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/dosyalar/istatistikler/calisma_hayati_2014
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı(2014), Yıllara Göre Grev ve Lokavt Uygulamaları
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/istatistikler/1984_2012_grev
(6) Artan ticari akımların Türkiye’deki emek piyasaları üzerindeki etkileri aşağıdaki iki çalışmada daha olarak detaylı tartışılıyor. Özet geçersek, Türkiye’nin uluslararası piyasalara açılması, sermayedarların “üretimi kaydırırız”, “grevler ithalata yarar” tehditleri ile emekçi hareketlerini baskı altında tutmalarını kolaylaştırıyor.
Oyvat, C. (2010). Globalization, wage shares and income distribution in Turkey. Cambridge Journal of Regions, Economy and Society, rsq032.
Onaran, O. (2009). Wage share, globalization and crisis: the case of the manufacturing industry in Korea, Mexico and Turkey. International Review of Applied Economics, 23(2), 113-134.
(7) TÜİK’ten hesapladığım verilere göre imalat sanayindeki saat başı ortalama reel ücretler, 2000 yılının son çeyreğiyle 2001’in son çeyreği arasında %19 düştü. Sonraki dönemdeki yüksek büyüme oranlarına karşın, saat başı ortalama reel ücretler 2000 yılı seviyelere ancak 2011 yılının üçüncü çeyreğinde erişebildi.
(8) Çalışmanın tutarlığı için Çalışma Bakanlığı’nın grev verilerine sadık kaldım. Lakin sendika.org, Sol, BirGün gibi haber kanallarına dayanarak yaptığım hesaplamalarda yasal grevlere katılan işçi sayısını 2013 yılı için en az 19288, 2014 yılı için ise 7980 işçi olarak tespit ediyorum.
(9) Sol Haber Portalı(2013), “Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu’ndan grev çağrısı”,
http://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/turk-is-istanbul-subeler-platformundan-grev-cagrisi-haberi-74827
(10) Özgür Kazova’nın “Gezi” vurgusunu, firmanın giriş sayfasında görmek mümkün.
http://ozgurkazova.org/tr/
(11) Bureau of Labor Statistics(2015), Work stoppages involving 1,000 or more workers, 1947-2014.
http://www.bls.gov/news.release/wkstp.t01.htm
(12) Abdalla, N. (2012), Egypt’s Workers – From Protest Movement to Organized Labor A Major Challenge of the Transition Period, SWP Comments 2012/C 32
(13) Resende, P.E.R., Rosa, P.O., Campos, G.A.G. (2014), Politics beyond institutions: a genealogy of June protests in Brazil, 23rd World Congress of Political Science, 19-24 July, Montreal, Canada
(14) Saad-Filho, A. (2013). “Mass protests under ‘left neoliberalism’: Brazil, June-July 2013” Critical Sociology, 39(5), 657-669
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.