Emekçi ve ezilenler açısından ise seçim sonuçları doğru okunursa, rüzgâr sol söylemi güçlendirmektedir. Bu nedenle sosyalistlerin, HDP ve CHP’nin seçimler için asgari programlı ortak bir sol blok oluşturmaları muhtemel bir erken seçim için en başarılı sonuç olur
Hızlı ve düzensiz bir refleksiyon denemesi
İslamcı-faşist AKP otoriterliği derin bir yara almıştır. Mutlak çoğunluk, tek başına iktidar, başkanlık sistemi, ikinci yarıda toplumu ve devleti İslamcılaştırmaya son gaz devam gibi önüne koyduğu tüm hedefler şimdilik yenilgiye uğramıştır. AKP, kendisinin mobilize ettiği kesimlerin dışında tüm toplumu dıştalayıp ötekileştiren, baskı ve nefret söylemiyle yoğrulan bir çizgi izlediği için başarısızlık çok yönlüdür. Reisi dahil tüm politik kadrosu kendi içinde de inandırıcılık krizi yaşamaktadır ve “dawa” bağları hızla zayıflamaya devam edecek, teknokratik yönetim kadroları ile “dawa” adamları arasındaki omuzdaşlık eriyecektir. Diz boyu yolsuzluk, iktidar sarhoşluğu, tepeden tırnağa megaloman kadro yapısı, çökmekte olan gemiyi terk etme yarışındaki fare refleksleri grup psikolojisini çökertmeye devam edecektir. Hem uluslararası dengeler hem de güveni bayağı artmış iç muhalefet şartlarında erime kaçınılmaz gibidir. Sermayenin olağan beklentisi olan “istikrar ve huzur”, bu şartlarda AKP‘de seçenekleşemeyecektir. Yenilgi tarihseldir, çünkü çökmekte olan salt talancı sermayenin yerli siyasal seçeneklerinden birisi değil, güçlendikçe tüm “İslam coğrafyasını” otoriter gerici-İslamcı-muhafazakâr bir rejim etrafında birleştirme “dawasının” kirli savaş politikalarıyla yoğrulmuş “kutlu yürüyüşüdür”.
HDP’nin yıktığı baraj, kökleri derinlere giden 12 Eylül faşizminin barajıdır ve özetle:
– Kürt halkına ve ezilen kimliklere yönelik inkar politikaları iflas etmiştir,
– Toplumsal kimliklerin zenginliğini islamcı-türkçü kalıplara hapis politikası iflas etmiştir,
– Sünni-İslamcı kimlik terörü iflas etmiştir,
– Sandıkta meşrulaştırılmış diktatörlük politikası iflas etmiştir,
– Kadını objeleştiren İslamcı siyaset ve cinsiyetçilik tokat yemiştir,
– Ve kanımca emekçiler için savunma barikatları güçlenmiştir.
Tüm bunların toplumu ve devleti karakterize etmeye devam eden yapısal dayanaklar olduğu elbette tartışmasız gerçektir, ama böylesi devlet ve topluma karşı mücadelenin meşruiyeti sandıkta da tescillenmiştir. Mücadeleleri terörize eden söylem, çökmüştür. Bu değerli bir başarıdır.
AKP: İslamcı-muhafazakar ve İslamcı-faşist potansiyel
Her ne kadar Kürt halkının özgürlük arayışı başta olmak üzere emek eksenli mücadelelerden feminist hareketlere kadar geniş bir yelpaze AKP’ye güçlü bir tarihsel yenilgi tattırmış olsa da yenilginin kapsamını abartmamak elzemdir. Türkiye kökleri daha gerilere gitse de 12 Eylül’den bu yana kapsamlı, son 13 yıldır ise neredeyse total bir gericileştirme-İslamcılaştırma-sağa kaydırma operasyonuna tabi tutulmuştur. Başta ordu eliyle yürütülen toplumu faşistleştirme stratejisi AKP döneminde İslamcı toplum mühendisliği tarafından üstlenilip toplumun en ücra hücrelerine kadar taşınmıştır. Tüm kurum ve kuruluşlarıyla faşizmin tüm özelliklerini üstünde taşıyan devlet yapısı devam etmekte, sol liberalizmin baştan destekleyip meşrulaştırılmasına katkıda bulunduğu güçlü bir örümcek ağı tarzı örgütlenmiş “İslamcı-faşist sivil toplum ağı” (okulları, yayınları, vakıfları, yardım kuruluşları, idare ve sevk, hegemonya ve kadro merkezleri olarak tarikatlar, gençlik, kadın, yaşlı vs. kuruluşları) devleti ve toplumu sarmalamakta, tüm Ortadoğu’nun baş belası haline gelmiş cihat zihniyeti ve silahlı çeteleri tehlike potansiyellerini korumaktadır. 13 yılın mirası, İslamcı muhafazakarlık ile İslamcı-faşist potansiyellerin arasındaki zayıf çizgilerin belirginliğini iyice kaybetmiş olmasıdır. İslamcı toplum mühendisliği bir ucu Osmanlıcılık-padişahçılığa kadar varan özlemleri güçlendirmiş, lider tapınmacılığını, kulluk psikolojisini, başarıya her değeri kurban edebilecek araççı kişiliği bir sürü halinde disipline etmiş ve pekiştirmiştir. Toplum her yönüyle sosyalpsikolojik bir uçuruma yuvarlanmış, şiddet potansiyelleri beslenerek artırılmıştır. AKP, siyasal temsil boyutunda önemli bir darbe almıştır, ancak onu öncelleyip arka plan sunan tüm bu potansiyel halen diridir. Solun siyasal hegemonya mücadeleleri bu gerçeği yadsıyamaz. MHP’nin dayandığı toplumsal ağlar da 12 Eylül’den bu yana süren tüm farklılaşmalara rağmen ciddi bir demokratik dönüşüm yaşamamıştır.
Emperyalizm-Ortadoğu-Türkiye
AKP’nin bir süredir hem sermayenin emelleri için hem de emperyalizm için bir ayak bağı haline gelmeye başladığı bilinmektedir. “Stratejik derinlik” konseptine bağlı Ortadoğu politikası, sermayenin çok yönlü krizini derinleştirici bir işlev görmüştür. AKP, emperyalizmin danışma merkezlerinde hazırlanmış “medeniyetler arası savaş” tezinin “ılımlı” çocuğudur, programı, ehliyeti, yükselişi, siyaseti bundan bağımsız düşünülemez. Ancak “ılımlı” çocuk, hırçınlaşmış, Ortadoğu güçler sahnesinde oyun aktörü olmak istemiş, Sünni-İslamcı Müslüman Kardeşler hattı oluşturmanın bir numaralı sponsorluğuna soyunmuş, hatta kısa bir süre için bu politikaya emperyalizmi de ikna etmiştir. Emperyalizmi asıl ikna eden AKP değil, desteklediği rejimlere karşı Tunus’tan Mısır’a özgürlükçü halk isyanları ve bunların antiemperyalist özelliklerinin zamanla ağır basma tehlikesi olmuştur. Bu isyanlar, AKP’nin de destek verdiği gerici-İslamcı seçeneklerle boğulmuştur. Ancak Mısır halkının İslamcı Mursi rejimine karşı isyanı, Suriye’nin Rusya ve İran tarafından desteklenen direnci, Tunus’ta halk isyanlarının İslamcı çözüme ikna edilememesi, Ortadoğu kaynakları üzerinde Çin, Rusya, ABD, Avrupa arasındaki artan rekabet vs. politika değişikliğine zorlamış, emperyalizm ile AKP’nin Ortadoğu siyaseti kısmen çatallaşmıştır.
Toplumsal çelişkileri ve dünya çapındaki sömürü ilişkilerini kültüralize eden ve Huntington tarafından geliştirilen “medeniyetler arası savaş” (kültürler arası savaş) tezi, bir tez olmaktan öte her şeyden önce kendi iç çelişkilerinin kurbanı olan bürokratik reel sosyalizmin çöküşünden sonra tüm toplumsal bağlarından kopan emperyalist sermayenin tüm dünyaya yayılma atağına eşlik eden ideolojik müzik olmuştur. Bir çok kuşu birlikte vurmaya hizmet eden ve oldukça gürültülü kakafonik bir senfonidir söz konusu olan. Toplumlar her alanda sermayeye açılır ve teslim alınır, emeğin tüm tarihsel savunma kazanımları tarumar edilirken en ince toplum mühendisliği uygulanmış, toplumsal çelişkiler kimlikler kavgası-atışması-yarışı tarafından üst-belirlenime tabi tutulmuştur. Ya mevcut dini ve etnik bölünmeler tetiklenmiş ya da tarihin çöplüklerinden derlenilen parçacıklarla derme-çatma kimlikler oluşturulmuş ve bunlar iktidar ve sermaye kavgalarının ölümcül savaşlara da varan objesi haline getirilmiştir. Trajik olan odur ki, tarihsel ve toplumsal kültürlere yönelik çok kapsamlı bir talan girişimi olan bu siyaset, “orijin” kültürlerin kendisini para kazanılır, iktidar ve itibar edinilir fetişler haline getirmekle kalmamış, toplumları da derinden bölüp parçalayarak direnç mekanizmalarını ve kültürlerini tahrip etmiştir. İşte AKP, bu tarumar ve talan siyasetinin Türkiye cephesidir ve güçlendikçe Ortadoğu ve balkanlar cephesi olmaya soyunmuştur. Derme çatma bir Osmanlıcı-Sünni-otoriter kültür yumağı inşa etmiş, hücrelerine yerleşen simsarlar her alanda ve pazarda bunu pazarlamaya girişmiştir.
Anadolu coğrafyasının tarihsel etnik ve kültürel-dini kimlikleri ise bu dar kalıba sığmamış, HDP’nin seçim başarısıyla bu kalıba kayda değer bir kovuk açmışlardır. Solun bu büyük tarihsel operasyon karşısındaki mücadelesi, ezilenlerin kültürel-etnik kimliklerini cepheden reddeden dogmatik ve sınıf indirgemeci bir üslup olamazdı. Emek ve doğanın özgürleştirilmesi mücadelesini ezilen toplumsal etnik ve kültürel kimliklerin özgürlük mücadelesi ile birleştirmek, egemen sınıfların saldırılarına karşı sosyal hak mücadelelerini-ezilenlerin özgürleşme talepleriyle sıkı sıkıya dayanışan bir kulvara sokmak ve adım adım antikapitalist bir toplum perspektifine hep birlikte yönelmek olabilirdi. Sosyalizm tarihi de bu dersi zorunlu kılıyor. Bu tarihsel ders geçilmeden ulaşılabilecek “saf” ve “sade” bir sosyalizm mümkün değildir. Gezi’nin sahip çıkılacak arayışı da egemen sınıflara verilen bu tarihsel derstir, Gezi ümitleri ile yelkenlerini dolduranlardan biri olan HDP’nin seçim başarısı da bu dersin Türkiye’de sahici mücadelelerle doldurulduğunun kanıtıdır. Büyük teorik formülasyonları en küçük toplumsal sorunlarda dahi perspektif açıcı olarak kullanmak gerekirse bu alanda da evrim ve devrim iç içedir. Bu anlamda AKP’ye ders verme ihtiyacının dayattığı ödünç oylar gerçeğini yadsımadan HDP’yi salt bir kimlik partisine indirgemek, geçici olarak görmek vs. gerçeği yansıtmaz. Emek hareketinin bağımsız örgütlü kitlesel seçenekler yaratamadığı koşullarda emek ve kimlik derslerini soldan çalışanların solunum özlemidir HDP’nin başarısı. Bu rüzgar, dayanakları toplumsal gerçeklikte olan ve köklü mücadelelere dayanan bir rüzgardır. Yüzünüzü dönüp sırtınıza, önünüze, yanınıza alıp omuz omuza da esebilirsiniz, derme-çatma mağaralara gizlenip şolastik-teorik meditasyon da yapabilirisiniz… Kağıt üzerinde değil pratikte, aşağıdan yukarı mücadele birliklerinin oluşması böyle bir şey olsa gerek… Hele hele bu rüzgarın değer bayrağının önemli bir kısmı 12 Eylül’den bu yana çeşitli kulvarlarda sürdürülen köklü mücadelelerin kalemiyle yazılmışsa, Diyarbakır’da, Hopa’da, Gezi’de özlenmişse…
HDP’nin barajı aşmasında belirleyici olan Kürt özgürlük hareketinin, ilerici Alevilerin, feministlerin, LGBT’lerin bir an bile küçümsenemeyecek mücadeleleriyle 12 Eylül’den bu yana süren köklü sol mücadelelerin seçim durağında rüzgârlaşan bu esinti patlamasıdır. Barajın yıkılmasında diğerlerinin olduğu gibi sosyalistlerin mücadelelerinin payı bir an bile küçümsenemez. Zaten izlediğimiz kadarıyla bazı sosyalistlerin kendisinden başka da küçümseyen yoktur. HDP’yi emperyalizmin proje partisi ilan eden kimi solcu, aslında tam da bu küçümseme eylemi içerisindedir. Saflık dürtüsü, çok yönlü mücadelelerle ilişkilenme zorunluluğuna ve “kirliliğine” egemen gelmekte, bu ilişkileri arayanlar “sosyalizmin kafirleri” ilan edilerek yıldırılmaya çalışılmaktadır. Bu işlemin adı verimsiz ve yıkıcı sekterizmdir. Türkiye solu bu dili hızla terk etmeli, mevcut sistem, toplum, sınıf, sosyalizm vb. konularında yeniden analize dayalı ve ilgi yaratacak verimli-yapıcı tartışmaları topluma yaymalıdır. “Kurucu irade” bu şekilde etik-teorik bir hegemonya mücadelesiyle birlikte örülebilir. “Kirli” olmayan doğum ham hayaldir, somut ütopyaya giden çetrefilli yol değildir. Önce sosyalist hareketi güçlendirelim, sonra birlikler kuralım tarzı siyaset ise zaten hayatın canlı dinamiğine terstir ve bugüne kadar sadece sol yapılarda kayıplara yol açmaktadır. Doğru olan burada da iç içeliktir. Mücadele ve ilişkiler, mekânlar ve zamanlar içerisinde hem en geniş kesimleri hem kendini örgütlemek… Hem bağımsız sosyalist hareketi hem mücadele birliklerini… Aslen yapılan da budur zaten.
Ayrıca solda çeşitlilik ve farklı örgütlenmeler, her zaman ve geniş anlamda sınıf için bir handikap değildir. Kimi tarihsel dönemlerde, özellikle boyutları sadece fizik olmakla kalmayan ağır yenilgilerin yaşandığı koşullarda ezilenlerin kendilerini yenilgilerden korumasının ve mücadelenin sürekliliğini sağlamasının da “kendiliğinden” yarattığı bir patika bolluğudur. Bu yolların dayanışma ve karşılıklı öğrenme ve birlikte mücadele üslubu – doğru ve lazım olan budur!
Gezi’den de HDP’nin başarısından da sol mücadeleler açısından öğrenilecek bir çok şey mevcut ve ortada.
AKP, yenilgisini zafere çevirmek için her yola başvuracaktır. Kendisini zaten kaos ve istikrarsızlığın İslamcı otoriter yönetimi olarak hedef tahtasından çıkarıp kaos ve istikrarsızlık tehdidiyle ya bir AKP-MHP koalisyonunu zorlayacak (Erdoğan’ın CB yetkileriyle sınırlanmasıyla bu mümkün olabilir) ya da erken seçimi dayatacaktır. Erken seçim, AKP içerisinde ciddi bir çatlama olmazsa muhtemelen bugünkü sonucu doğurur. AKP-MHP koalisyonu ise bilinen sebeplerle zordur, ama olanaksız değildir. Böyle bir koalisyon, ezilenler açısından felaketin katmerleşerek sürmesidir. HDP toleranslı bir CHP-MHP koalisyonunu ise, MHP erime tehlikesinden dolayı zor yutar. Dolayısıyla göstergeler erken genel seçimi zorlamaktadır. Rejimin temsil krizi derinleşerek sürecektir. Sermaye ise farklı çözümleri dayatabilir, sömürü düzenine dokunmayan tüm çözümlere geçici de olsa destek verir.
Emekçi ve ezilenler açısından ise seçim sonuçları doğru okunursa, rüzgâr sol söylemi güçlendirmektedir. Bu nedenle sosyalistlerin, HDP ve CHP’nin seçimler için asgari programlı ortak bir sol blok oluşturmaları muhtemel bir erken seçim için en başarılı sonuç olur: Böylesi bir blok yeni bir ümit ve heyecan patlaması yaratıp iki partinin şu anki % 38’lik oyunu % 43 veya 45’lere çekebilir. Bu hiç de ihtimal dışı değildir, yeter ki bir sol blok havasıyla girilsin. Sosyalistlerin tüm örgütlenmeleri de böylesi bir bloğa ya seçim desteği verirler ya da içinde yer alabilirler. Ortadoğu’da ve Türkiye’de sürmekte olan muhtemel tüm gerici tehlikeler karşısında şu an için görünen en iyi ve mümkün çözüm bu olur. Kanımca AKP diktatörlüğünde yorulan “tabanların” ve özellikle gençliğin istemi de bu yöndedir.
Bağımsız sosyalist sol kendisini elbette seçimlere endekslemez, muhtemel yeni Gezi’leri kucaklayabilecek, çeşitli tehlikelere karşı göğüs gerebilecek tarzda örgütlenme ve mücadele arayışlarına devam edecektir. Bu zaten asli görevidir. Özetle solun mücadelesi ikili bir karakter arz edecektir önümüzdeki süreçte de:
“Sokak” ve “sandık”!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.