İnandılar ve adım attılar; onlarcası tutuklandı, işkence gördü; THKO’nun çekirdek kadrosu, 6 Mayıs’ta darağacında, 31 Mayıs’ta Nurhak’ta katledildi. Önder oldular, örnek oldular; milyonlarca çocuğa Deniz isminin verilmesi zafer, hâlâ unutulmamaları devrim değil midir? O halde, kim iddia edebilir yenildiklerini? Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972’de Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde idam edildi. İdam […]
İnandılar ve adım attılar; onlarcası tutuklandı, işkence gördü; THKO’nun çekirdek kadrosu, 6 Mayıs’ta darağacında, 31 Mayıs’ta Nurhak’ta katledildi. Önder oldular, örnek oldular; milyonlarca çocuğa Deniz isminin verilmesi zafer, hâlâ unutulmamaları devrim değil midir? O halde, kim iddia edebilir yenildiklerini?
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972’de Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde idam edildi. İdam sehpasına çıkarıldıklarında Deniz 25 yaşındaydı, Hüseyin 23; Yusuf, Deniz’le aynı yaştaydı.
Üçü de gençti anlayacağımız, üçü de körpecik fidandı. Ne işi olabilirdi “kocaman” devletin yaşları henüz 25’e değen delikanlılarla. Oluyor işte; o günden bu yana ne devletin gençlerle hesabı kapandı ne de gençler bu zalim düzeni yıkma fikrinden vazgeçti.
Bu yüzden Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i unutmadık, unutmayacağız. Tarihe karşı vefalı, geleceğe karşı sorumlu olduğumuz için…
Biz her şeyin farkındayız: 25 yaşındaki gençleri ölümsüzleştiren, kahramanlığın yanı sıra idam sehpasında söyledikleridir. Az sonra öleceksindir ve dudaklarından dökülen sözcükler, bir bebeğin ilk sözcükleri kadar masum, doğal ve içtendir. 25 yaşındaki gençleri ölümsüz kılan, sosyalizmle tanışmaları, devrime inanmaları, “doğrusu budur” diyerek dağa çıkmalarıdır; bu kadar “hesapsız-kitapsız” devrimcileri başka bir coğrafyada bulmak mümkün müdür?
Türkiye solu, 1960’lı yılların ikinci yarısında sosyalizmin kuramsal metinlerine ulaşmış, dünya ve memleket meselelerini sosyalizmin temel kabulleri ışığında tartışmaya başlamıştır. Bu, Türkiye solunda bir kırılma yaşanmasını da zorunlu kılmıştır.
Nedir kırılmaya neden olan tespitler? İlki, Milli Demokratik Devrim (MDD) teorisidir. İkincisi ise devrimin ancak silahlı bir örgüt tarafından yapılabileceğinin kabulüdür.
Türkiye gibi burjuva devrimini tamamlamamış, dolayısıyla burjuvazinin ilerici özelliğini kaybettiği, hatta gericileştiği, devrimin ancak işçi-köylü ittifakı temelinde proletarya önderliğinde gerçekleşeceği tezine dayanan MDD, devrimin antiemperyalist karakter taşıması, Kürt sorununun ve toprak sorununun çözülmesini içeriyordu. İşte THKO’nun doğmasını bu tartışma bağlamında düşünmek gerekmektedir.
Deniz, Yusuf ve Hüseyin’le simgeleşen THKO; TİP, FKF, Dev-Genç ve Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB) içinde sosyalizmle tanışan, MDD tezlerini kabul ederek, Türkiye devriminin ancak kırsal alanda başlatılacak bir gerilla mücadelesiyle başarıya ulaşabileceğini düşünen gençlerin kararıyla kuruldu. Yani Denizler ne sadece bir kahraman ne de sadece serüvenciydi. Denizlerin antiemperyalizm ve silahlı devrim vurgularının dayanağı vardı, idam sehpasında Türk ve Kürt halklarından söz etmeleri, Marksizm’i sitayişle anmaları boşa değildi. Ve kahramanlıkları, kendi doğrularını hayata geçirme noktasında tereddüt etmemelerinde aranmalıydı.
İnandılar ve adım attılar; onlarcası tutuklandı, işkence gördü; THKO’nun çekirdek kadrosu, 6 Mayıs’ta darağacında, 31 Mayıs’ta Nurhak’ta katledildi. Önder oldular, örnek oldular; milyonlarca çocuğa Deniz isminin verilmesi zafer, hâlâ unutulmamaları devrim değil midir? O halde, kim iddia edebilir yenildiklerini?
Merak edip bakın tarih sayfalarına. Denizleri, Amerikan 6. Filosu’na bağlı askerleri denize dökerken görürüz. Üniversitelilerin hakları için okul işgal ederken, polise direnirken, eli kanlı faşistlerle dövüşürken, ABD elçisi Commer’in arabasını yakarken, Filistinlilerle siper yoldaşlığı yaparken, işçi eylemlerine destek verirken, grev çadırlarında sabahlarken, İstanbul Boğazı’na köprü yapılmasına itiraz ederken, Hakkâri Zap Suyu’na köprü yaparken…
Rivayet odur ki, Deniz Gezmiş, Devrimci Gençlik Köprüsü’nün tahtalarını tek başına sırtlamış, taş taşımış, ter akıtmıştır. Denizlerin öyküsü, günümüz devrimcilerinin nasıl bir hayat sürmesi gerektiğini öğretmekle kalmıyor, yoksullara değmeyen bir solun, “Deniz olma” iddiasının, ancak şiirsel bir figür dışında anlam taşımadığını da ifade ediyor.
Bütün bunlardan sonra nasıl anlatmalı Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i? Hangi sözcüğe sığınmalı, hangi kurguya teslim olmalı?
En iyisi Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i anlamayı ve yaşatmayı, onların ismini taşıyan, anısını yaşatan milyonlarca çocuğa bırakmak.
Bırakırken de kulaklarına sadece şunu fısıldamak: Onlar inançları için gözünü kırpmadan ölebilecek kadar kararlı, karınca ezmeyecek kadar yufka yürekliydi. Sosyalizmin kalplerde ilk kez atmaya başlamasının, emperyalizmin ve gericiliğin bu topraklarda asla var olamayacağının, mazlumların başkaldırısının, direnme geleneğinin simgesiydi onlar.
Onlar yarım kalan bir aşk gibi hüzünlü, anlatıldıkça çoğalan anılar tazeliğinde sıcak, devrim kadar gerçekti.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.