Uzun çıktıktan sonra Kral arkasına yaslanıp düşünüyor: “Hayatımda en çok nefret etiğim şey olan Mehmetçiği 2. nefret ettiğim şey olan Baasçılara kırdıracağım. 82 yıl düşünsem aklıma gelmezdi.” 12 Eylül 1980’de sabah uyandım ve her zamanki gibi sokağa attım kendimi ama sokaklarda in-cin top oynuyor. Arkadaşlarımı arıyorum hiç kimseyi bulamıyorum, kahveler bomboş. Sanki hepsi dün gece […]
Uzun çıktıktan sonra Kral arkasına yaslanıp düşünüyor: “Hayatımda en çok nefret etiğim şey olan Mehmetçiği 2. nefret ettiğim şey olan Baasçılara kırdıracağım. 82 yıl düşünsem aklıma gelmezdi.”
12 Eylül 1980’de sabah uyandım ve her zamanki gibi sokağa attım kendimi ama sokaklarda in-cin top oynuyor. Arkadaşlarımı arıyorum hiç kimseyi bulamıyorum, kahveler bomboş. Sanki hepsi dün gece buluşup bir yerlere gitmişler ve bana da haber vermemiş hayırsızlar.
Sonradan anlaşıldı ki darbe Arhavi’deki bütün arkadaşlarımı toplamış Erzurum’un zindanlarına göndermiş, beni ise kale almamış.
Darbenin Arhavi’de ilk yaptığı işlerden biri gençleri Erzurum’a gönderdikten sonra, evlerden, varlığı bilinen ama emniyet için göz yumulan mavzerleri toplamak oldu. Ne emniyeti diyeceksiniz; ayılardan ve yaban domuzlarından korunmak için bazı durumlarda mavzer şarttı o zamanlar.
Ayılar tehlikeli hayvanlar değillerdi. Bize öğretilen şuydu; eğer belli bazı kurallara uyarsanız ayılar zarar vermez. Bunlardan ilki bir ayıyla karşılaşırsanız elinizde bir sopa olmayacaktı çünkü silah zannedebilirlerdi. Eğer yavrularıyla beraber dolaşan bir anne ayıya rastlarsanız, sinerek ve panik yapmadan yavaş yavaş uzaklaşmanız yeterliydi. Ayıdan dayak yiyeni duydum ama ayının insan öldürdüğü hiçbir vaka duyulmamıştı. Ayılara duyulan bir tür saygı da vardı; akıllıydılar. Ne kadar zeki olduklarına dair birçok hikâye anlatılırdı. Bu hikâyelerin büyük bir kısmı da yaban domuzlarıyla olan mücadelelerine dairdi. Ayılar çok ender et yerler. Gözleri daha çok kızarmaya başlayan domateslerde ve olgunlaşmış fasulyelerdedir. Temmuz gibi karşı tepede sebzelerin olgunlaşıp olgunlaşmadığını kesen ayıları görmeye başlardınız. Sebzeleri korumak için yapılan basit de bir sistem vardı. Arazinin uç bölgelerine ağaçlara varil asılır ve ipe bağlanmış bir düzenekle bu varillerle gürültü çıkartılırdı; Ayılar kavgadan gürültüden ve köpeklerden pek hoşlanmazlar.
Ancak bazen, çok ender olarak, erkek bir ayı tepedeki ineklere dadanırdı. Eğer erkek ayı bir kere ineğin tadını alırsa maalesef vurmaktan başka çare kalmazdı. Nocohori’den (şimdi -şişko Yaşar’ın- MNG’nin HES’i var orada) inek çığlıkları -çok korkunç çığlıklardı- gelmeye başladığı zaman eller silaha uzanırdı.
O sonbahar da öyle oldu. Erkek bir ayı ineğin tadını almıştı ve vurulması gerekiyordu ancak bütün tüfekler Asker’deydi. Babamın da içinde bulunduğu bir heyet, tekrar geri verilmek üzere Garnizon’dan 3 mavzer alıp mahalle-Payente (Şimdi Y. Hacılar) sakinlerine teslim etti. Bir hafta süren bir çabadan sonra ‘yoldan çıkmış’ erkek ayı vuruldu. Silahlar da geri teslim edildi. Benim bildiğim tek vaka budur.
Sonra AKP geldi. Önce Amerikalı zengin psikopatların vurabilmesi için her yıl için belli bir ayı kotası tespit edildi. Ancak hem psikopat çok hem de bu psikopatlarda para çok. Paraya ayı mı dayanır? Her yıl kotalar dolduruluyor ama ayı öldürmek isteyen psikopatlara yeterli gelmiyordu. Ve böylece her paralı Amerikalı psikopat ayı öldürebilsin diye sahte raporlar düzenlenmeye başlandı. Önce Amerikalı psikopattan haber geliyordu; “Şu kadar dolarım var ayı öldürmek istiyorum” diye. Bunun üzerine köylüler aralarında imza toplayıp başvuru yapıyorlardı; “semtimizde ineklere dadanan bir ayı var öldürülmesi gerekiyor.” İzin alındıktan sonra da Amerikalı psikopata haber salınıyordu; “Gelip bir ayı öldürebilirsin. Dolarları unutma!”
Memleketimin ayıları, ki onlar çok akıllı -birçok vakada insanlardan daha akıllı oldukları ispatlanmıştır-, çok mağrur, kavgadan gürültüden hoşlanmaz hayvanlardı; zengin psikopatların öldürme, öldürdüklerini sergileme tutkularına peşkeş çekilmeye işte böylece başlandı.
Size ayılar ve insanlarla ilişkilerine dair o kadar çok hikâye anlatabilirim ki. Sanırım benim çocukluğumda sohbetlerin yaklaşık % 5-10 arası bir bölümü ayılarla ilgiliydi ve her biri AYI’nın “ne kadar da düzgün bir insan” olduğuna dairdi. Bazen serserilik de yapardı. Bir de sarhoşlukları pistir. Alın size bir hikâye:
Şimdi üstünde Şişko’nun HES’i olan Nocohori’ye eylül sonlarına dair atmaca göçünü karşılamak ve mümkünse 1-2 tane yakalamak için çadırlar kurulurdu. Ancak asıl dert, atmaca yakalamaktan ziyade 15-20 günlük bu kamplardaki eğlenceydi. Nocohori’de gece sırtüstü yatarken bütün yıldızlar değeceğiniz yakınlıktadır. Kara ya da denizin üstünde hiçbir ışık olmazdı. Yalnız bazı gecelerde Sovyet sınırından bir ışık dalgası yükselir, bütün tepeyi boydan boya yalayarak denize doğru süzülür, denizi de katederek ufukta kaybolurdu. Kızıl Ordu, geçmişte en önemli propaganda silahı olan üç kömürlü dev projektörü ile sınır güvenliğini, daha doğrusu kaçan olup olmadığını kontrol ediyordu. Kuş uçuşu yaklaşık 40 km ötedeki Sarpi’den suları yalayarak gelen ışık o kadar güçlüydü ki, biraz uzun tutsalar gayet rahat kitap okuyabilirdiniz.
Yine bir atmaca mevsimi ağabeyim ve arkadaşları tepede kalırlarken sarhoş bir erkek ayı kampa saldırıyor. Ayı kampın üstüne kurulduğu ağaçları öyle bir sallamış ki yemeklerle beraber herkes aşağıya dökülmüş -ayılar karpuzu çok sever- yemeklere odaklanan ayı hiç kimseye zarar vermez, bizimkilerin elinin silaha uzandığını görünce de hemen topuklar. Eşekarısı balı yiyince sarhoş oluyorlar ama hepsi bu işte. Oysa bizimkiler sarhoş oldukları zaman aralarında geçen olaylar çok daha vahim sonuçlanabiliyordu.
Şimdi insan ister istemez şöyle düşünüyor AYI 10.000 TL ediyorsa, insan kaç para eder? Birtakım hümanist arkadaşlarım bu soruya itiraz edecekler. Ancak bu itiraz ayıları ilgilendirmiyor. Ben bir hesaplama tartışmasına da girmeyeceğim. Piyasada gerçekleşmiş bazı rakamlardan söz edip, bir de “siyasi analiz” yapıp çıkacağım.
1- Kadınlar coğrafyaya göre para ediyor bu nedenle biraz muallâk. Ancak Rakka’da 12-16 yaş arası kız çocuklarının 700-800TL ettiğini resmi rakamlardan biliyoruz. Sanırım 45-50’den sonrası 150 TL’ye kadar düşüyor. Tamam IŞİD’le muhatap olmak kolay değil.
2- Iğdır’a gelelim; Iğdır’da gelinlik 10-20 yaş arası kızlar duruma göre; 2500-5000 dolar arasında.
3- Suriyeli 2. ya da 3. hanımlar 2000-2500 lira arasında. Pazarlıkla biraz daha düşürülebilir. İster sev, ister içini doldur şöminenin üstüne as.
4- Filipinler de 6-8 yaş arası küçük kızlar haftalık 1.000 Euro’dan başlıyor, bazen paket programlarda oluyor. Aylık anlaşmada yapabiliyorsunuz. Ancak bu piyasada fiyatların yüksek olmasının sebebi Filipin turizm politikasının akılcılığını gösteriyor. Onlar yıllardır hedef kitle olarak Avrupalı pedofillere yöneldikleri için bu paralı beyaz sapıklardan kaynaklanan talep fiyatları yükseltmiş. Sektör orada yüksek KDV üretiyor. Filipin, Avrupalı sapığın çaresizliğini iyi kullanıyor. Beyaz adamın Rakka’ya ya da Iğdır’a gidecek hali yok.
Gelelim erkeklere;
1- Pakistan’da, Afgan sınırında bir köyde 7-8 yaşında, yaştan ziyade ayağına bir takoz bağlayınca gaz pedalına ulaşabiliyor mu o önemli, bir erkek çocuk 500-700 dolar arasında gidiyor. Fiyat ehliyetlerine göre değişiyor, ağır vasıta ehliyeti varsa 2.000 dolara kadar çıkabiliyor. Bildiğiniz gibi bu çocuklar ‘disposal’, yani tek kullanımlık.
2- Gelelim her şeyin ucuz olduğu, bir anlamda da fiyatta damping yapan Suriye coğrafyasına. Ancak her şey göründüğü gibi değil. Şöyle iyi bir savaşçı; 2.000 dolar maaş de, yemeği, cephanesi, seccadesi filan size aylık 5-6.000 dolara gelir. Ancak Suriye’de karmaşık, çok katmanlı bir piyasa var. Diyelim sen bir savaş ağasısın. Erdoğan’dan malzemeyi, Suud’dan canlıyı indirdin. Ekibe de dağıtmak lazım. Burada savaş ağasının aklı devreye giriyor. Pekiyi karşılığında pamuk elleri cebe atmadan ne önerebilir;
Bu nedenle alternatif maliyeti de hesaplamak gerekiyor. Yani Suriye’de bir savaş yürütmenin maliyeti içinde gizli olan ölü-sermayeyi de hesaba katmak gerekiyor.
Aylık 6.000 dolar ama bu paranın içinde bedava kız çocuğu, kadın ve münasip sayıda Alevi, Ezidi, Ermeni kafası kesme olanağını da satmış oluyorsun. Ortalama olarak bir savaşçı ayda 2 kız çocuğu tüketiyor ve 8-10 Ezidi-Ermeni-Alevi veya Kürt kafası kesiyor. Yani yetişkin bir savaşçının maliyeti epey yüksek. Üstelik bu arkadaşların çıkarları savaşın bitmesinde değil sürmesinde olduğu için, sıkıyı, yani YPG’yi görünce geriye, Erdoğan’a para istemeye, (Nitekim iki kasaba ele geçirip, İştebrak’ta Alevi katliamı yaptılar, karşı saldırı olunca aldıkları iki kasabadan da geriye çekilip İstanbul’a para istemeye geldiler) kadın-çocuk yani savunmasız sivil görünce ileriye doğru gidiyorlar.
Yüksek devletimizin muhatabı işte bu arkadaşlar. Suud’dan net hata noksana inen canlının akıbetini sormaya gelmişler:
Bunlar daha selamın aleyküm demeden dolarları sorunca,
Reis tabii işi yokuşa sürüyor; “Cihat-mihat, cennet-mennet, bakara-makara diyordunuz? O kadarda Alevi kestiniz” Hani, daha ne istiyorsunuz gibilerinden.
Bizim hacılar cevabı yapıştırıyorlar; “Sen git bunları Mehmetçiğe sat. Biz yeşili görelim canım.” İster istemez uzun parmaklar akrepli cebe, net hata noksan’a uzanıyor. Ama akılda bir fikir yankılanıyor;
“Mehmetçiği sat! Mehmetçiği sat! Mehmetçiği sat!”
İşte iktisat budur. Alman Demiryolu şirketi gibi bir ileri iki geri savaşan bu çakallarla uğraşacağına sal Mehmetçiği cihada-mihada ve oradan da cennete-mennete, üstte İsrail F-16’ları, cepte Suud parası, sandıkta oylar, mis!
Diyeceksiniz ki ne değişti? TSK biraz endişeleniyordu. Uzun’a “Sen git bu işi Siyah Uzun’’la konuş sonra bize gel” diyorlardı. Bunun da yüzü yok oralarda. İşte bu durum değişti. Mısır’da Müslüman Kardeşleri o kadar arkadan itekledikten sonra, ipin ucunda bırakan bir çalımla Sisi-Suudi ortak prodüksiyonu olan Yemen katliamına destek verilmişti. Artık O’nun da gerçek Ak-Saray’da bir sesi vardı; ABD-İran daha doğrusu Obama-İran anlaşmasıyla çılgına dönen Suudiler anlaşmaya şöyle tepki göstermişlerdi: “Anlaşın bakalım ama onlara ne veriyorsanız, biz de aynısından istiyoruz ona göre.” Hemen akabinde de o hırsla Yemen’i bombalamışlardı.
İşte tam bu arada Reis fırsatı gördü. Hemen Suudi’lere yanaştı; “Tamam bu Yemen iyi güzel, pilotlarınız deneyim kazanıyor, uçaksavar, hava savunma yok sizinkiler, altlarında Bentleyler, pikniğe gider gibi bombaları atıp geliyorlar ama bölgede daha güzel fırsatlar var. Yemen toz bulutunun ardında göremiyorsunuz” diyor.
Kral: “Hayırdır hacı?” diye soruyor.
Uzun başlıyor anlatmaya: “Haşmetmeap biz biliyorsunuz Suriye’ye niyetliyiz, gireceğiz amma velakin…”
Kral: “Laf, laf, laf!” deyip, lafı Uzun’un ağzına tıkıyor.
Uzun biraz bozuluyor ama renk vermiyor, “Ya biz gireceğiz girmesine ama Siyah Uzun işi bozuyor.” diyor.
Kral şöyle bir silkiniyor, Obama-İran anlaşmasının verdiği öfkeyle; “Köleyi sen bana bırak, ben sahibiyle konuşurum” diyor.
Parada anlaşılıyor, el sıkışılıyor, karşılıklı hayırlı olsunlar çekiliyor.
Uzun çıktıktan sonra Kral arkasına yaslanıp düşünüyor; “Hayatımda en çok nefret etiğim şey olan Mehmetçiği 2. nefret ettiğim şey olan Baasçılara kırdıracağım. 82 yıl düşünsem aklıma gelmezdi.”
Her neyse, Reis’in iktisat dehası burada bitmiyor tabii. Memlekete de bir kampanyayla durumu anlatması gerek. Bunun için de her zaman yaptığı gibi en etkili görseli kullanıyor.
İşçinin, ayının, kadının, geyiğin, alevinin, derenin, öğrencinin, tepenin, yavru kedinin, aydının, katırın başına silahı dayayıp;
“Mehmetçiği İstiyorum!” diyor. (Alıştı çünkü ‘inek’ etine)
Tarife de çıkarmış;
Ayı: 10.000 TL
Yaban Keçisi: 6.000 TL
İşçi: “1.000TL gibi”
Alevi: Polis primi
Aydın-Öğrenci: Esnaf kontenjanı
Kadın: Bedava
Kürt: ‘Colleteral Damage’
Mehmetçik: Dopdolu bir ‘net hata noksan’
Görseli de hazır:
Gönülleri fetheden bir kampanya olacak inş.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.