Devletin neoliberal yeniden yapılanmasının, gerçek bir rejim krizine yol açmamasının sırrı, sömürge tipi faşizmin kurucu öznesi olan kontrgerilla sisteminin sürekliliğini korumasında yatmaktadır “Rejim Krizi”, Türkiye siyasetinden eksik olmayan bir kavram. Bunda, politik krizlerin önemli bir bölümünün yanlış bir biçimde “rejim krizi” olarak adlandırılabilmesinin de payı var. Çoğunlukla egemen sınıf fraksiyonları arasındaki iktidar mücadelelerinden kaynaklanan siyasi […]
Devletin neoliberal yeniden yapılanmasının, gerçek bir rejim krizine yol açmamasının sırrı, sömürge tipi faşizmin kurucu öznesi olan kontrgerilla sisteminin sürekliliğini korumasında yatmaktadır
“Rejim Krizi”, Türkiye siyasetinden eksik olmayan bir kavram. Bunda, politik krizlerin önemli bir bölümünün yanlış bir biçimde “rejim krizi” olarak adlandırılabilmesinin de payı var. Çoğunlukla egemen sınıf fraksiyonları arasındaki iktidar mücadelelerinden kaynaklanan siyasi krizlerin fonunda “rejim krizi” tehdidi asılı duruyor. Rejim kimi zaman “üniter devlet”, kimi zaman “laik cumhuriyet”, kimi zaman “parlamenter demokrasi” olarak tanımlanıyor ve “rejim krizi” kavramı bunlardan birinin krizine karşılık veriyor. Siyasi bir krize vurulan “rejim krizi” damgası, örtük olarak “rejimin kurtarılması, onarılması ya da reformdan geçirilmesi” çağrısını içeriyor.
“Politik rejim” kavramı, devlet kurumlarının ve hükümetin işleyişini ve toplumla karşılıklı ilişkisini düzenleyen kurallar dizisini, kısaca “devletin işleyiş tarzını”, ifade etmektedir.
Devletin tipi, biçimi, rejimi
Devletin “tipi”, “biçimi” ve “rejimi” genellikle birbirine karıştırılan şeylerdir.
Devletin tipini onun sınıfsal niteliği belirler. Köleci devlet, köle sahipleri sınıfının egemenliğinin özel koşullarını siyasi egemenliğin genel koşulları olarak formüle edilmesini sağlayan, “patrici” (aile sahipliği) statüsüne dayanır. Feodal devlet, feodal mülk sahiplerinin egemenliğinin özel koşullarının siyasi egemenliğin genel koşulları olarak formüle edilmesini sağlayan bir “senyörlük” (hamilik) statüsüne dayanır. Kapitalist devlet, burjuvazinin egemenliğinin özel koşullarının siyasal egemenliğin genel koşulları olarak formüle edilmesini sağlayan “yurttaşlık” statüsüne dayanır.
Devletin biçimini ise devletin siyasal otoritesinin üzerine inşaa edildiği hukuki statüden üretilme tarzı belirler. Site devleti, Cumhuriyet ve Sezarizm, köleci devletin biçimleridir. Feodal devlet, değişik monarşi biçimlerinde (mutlak, meşruti, federatif, vb.) somutlanır. Kapitalist devletin biçimleri arasında öne çıkanlar, Cumhuriyet, Faşizm, Bonapartizm olmuştur. Her bir devlet tipine ait devlet biçimleri de kendi içlerinde çeşitlilikler gösterirler. Demokratik cumhuriyetler (Federal veya merkeziyetçi), otoriter cumhuriyetler (totaliter veya teokratik), burjuva cumhuriyetinin değişik alt biçimlerini oluşturur.[1]
“Politik rejim” ise, belirli bir devlet tipinin belirli bir biçiminin (ve/ya da alt biçiminin) işleyiş tarzını ifade eder. “Cumhuriyet rejimi” diyebileceğimiz gibi, “parlamenter-demokratik cumhuriyet rejimi” veya “Faşist rejim” diyebileceğimiz gibi, Nazi rejimi, sömürge tipi faşist rejim veya apartheit[2] rejimi de diyebiliriz.
“Rejim Krizi”, devleti “işleten” kurucu unsurların kendi içlerinde veya birbirleriyle ilişkilerinde meydana gelen bir değişimin, devletin mevcut işleyiş tarzını sürdürülemez hale getirmesidir. Rejim krizi, rejimin ayakta tuttuğu devlet biçiminin yıkımına yol açabileceği gibi, rejimin sağlamlaşmasıyla, yeniden yapılanmasıyla ya da aynı devlet biçimi içerisinde bir başka rejime geçilmesiyle yahut da aynı devlet tipi çerçevesi içerisindeki bir başka devlet biçimine geçilmesiyle de sonuçlanabilir.
Rejim krizleri, egemen sınıflar arasındaki çelişkilerin başat rol oynadığı krizler olabileceği gibi, egemen sınıflar ile halk sınıfları arasındaki çelişkilerin belirleyici rol oynadığı krizler de olabilir. Krize yol açan sınıfsal çelişkinin niteliği, bir rejim krizinin devrimci bir siyasi krize dönüşme ya da dönüşmemesinde etkili olan önemli bir faktördür.
Öte yandan, devletin sınıfsal niteliğinde köklü bir değişiklik yaratmayan devlet biçimi ve rejim değişikliklerinin gerçekleşebilmesi için, öncesinde bir “rejim krizinin” gündeme gelmesi de zorunlu değildir. Egemen sınıfların ve dayandıkları güç ilişkilerinin değişimleri, aynı ya da benzer sınıf egemenliği ilişkilerinin sürdürülebilmesi için gerekli rejim değişikliklerine reformcu biçimler altında da gidebilir.
Türkiye’de burjuva devletin sahneye çıkışı
Türkiye burjuva devrimi sürecini 1908-1923 yılları arasında yaşamıştır ve Türkiye’de burjuva devlet tarih sahnesine, “Kemalist Cumhuriyet” olarak girmiştir. “Kemalist Cumhuriyet”, egemen sınıfların (siyasi zayıflıkları nedeniyle) egemenliklerini askeri bir liderin arkasında örgütledikleri “yukarıdan devrim” modellerine daha yakın görünen bir siyasi sürecin üzerinde şekillendi. 1930’a doğru “Tek parti-Milli Şef” modelinde somutlaşan Kemalist devlet modelinin sömürgecilik sonrası burjuva cumhuriyetlerinin karakteristikleri ile uyumlu otoriter bir Cumhuriyet mi Bonapartist bir devlet mi olduğu tartışılabilir.[3] Ancak her halükarda Kemalist devlet, sömürge tipi faşizmin karakteristik özellikleri ile uyumlu olmayan bir kuruluşa sahiptir.
Türkiye’nin devlet biçimi 2.Dünya Savaşı sonrasında değişmiştir. “Tek Parti-Milli Şef rejiminden çok partili parlamenter rejime geçiş” olarak sunulan bu değişim, gerçekte burjuva devletin Otoriter Burjuva Cumhuriyeti biçiminden Faşist biçimine geçiştir. Dolayısıyla 1946-50 dönemi Türkiye için basit bir “rejim değişikliği”ne değil, Mahir Çayan’ın isabetle kaydettiği gibi (yukarıdan -yazarın notu) bir karşıdevrime denk düşmektedir.
Sömürge Tipi Faşizm’e geçiş
Otoriter Burjuva Cumhuriyeti’nin, Türkiye’nin yeni sömürge bir ülkeye dönüşümüne paralel olarak “Sömürge Tipi Faşizm” modeli çerçevesinde yeniden örgütlenmesi bir “rejim krizi”nin sonucu olmamıştır. Türkiye burjuvazisinin yeni sömürgecilik sistemine entegrasyonu, Kemalist devletin siyasi örgüt, kadro ve aygıtlarının bu entegrasyon sürecine uyumlu bir biçimde dönüşümüyle birlikte gelişmiştir. Kemalist devletin ve sömürge tipi faşizmin üzerinde yükseldiği sınıf egemenliği ilişkileri ve dayandığı siyasi elitin devamlılığı, Kemalist devletin otoriter kurumsal yapılarının ve ideolojisinin sömürge tipi faşizmin yapı ve ideolojisine eklemlenmesinde kritik bir rol oynamıştır.
Kurumsal ekseni NATO-TSK- Kontrgerilla ilişkilerinin belirleyiciliğinde yapılandırılan sömürge tipi faşizm, (hakim gücünü emperyalizmle “bütünleşmiş” yerli tekelci sermayenin oluşturduğu) oligarşinin siyasi egemenlik modelidir. “Çok partili parlamenter rejim” örtüsünün altında geliştirilen bu siyasi egemenlik modeli, tarihi boyunca çeşitli yapısal krizlere girmiştir. Oligarşi, 1970 ve 80’de ortaya çıkan “rejim krizleri”ni, sömürge tipi faşizmi açık faşizm dönemleri içerisinde (aynı zamanda bu rejim krizlerinin doğmasına da neden olan emperyalizmin değişen ihtiyaçları, oligarşi içi çelişkiler ve oligarşi ile halk arasındaki çelişkilere bağlı olarak) yeniden yapılandırarak aşmıştır.
‘Temsil krizi’nden ‘rejim krizi’ne
1990’lı yıllara gelindiğinde, Sömürge Tipi Faşizm’in, Emperyalizmin III. Bunalım Dönemi içerisinde, “soğuk savaş” ve “ulusal güvenlik doktrini” çerçevesinde şekillenen kurumsal yapı ve işleyişi (“eski rejim”), Emperyalizmin IV. Bunalım Dönemi’nin “asimetrik savaşa dayalı yeniden sömürgeleştirme” ve “neoliberal yeniden yapılanma” politikalarına uyumlu bir dönüşüm sağlayamamıştır. Bu uyumsuzluk, Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesi ve Türkiye halkının neoliberalizme karşı direnişlerinin etkisiyle derinleşmiş ve 1983’ten 2001’e kadar uzanan süreçte, kendisini oligarşinin “temsil krizi” olarak göstermiştir. Bu “temsil krizi”, 1997’de Refah-Yol hükümetiyle birlikte bir “rejim krizine” genişlemiştir. Oligarşi bu krizi 28 Şubat post-modern darbesiyle aşmaya çalışmışsa da başarılı olamamıştır. 1998 Asya Krizi ve Irak’ın ABD tarafından işgaline doğru gidiş sömürge tipi faşizmin “eski rejimi”ni, emperyalizmin ve oligarşinin ayak bağına dönüştürmüştür.
‘AKP projesi’nin devreye sokuluşu
Şubat 2001 ekonomik krizi ile birlikte “eski rejimin” siyasi temsil ilişkilerinde yaşanan büyük sarsıntı ortamında, emperyalizm ve oligarşinin “AKP projesi”ni devreye sokması yaşanmakta olan rejim krizini yeni bir momente taşımıştır. Temsil krizinin AKP iktidarıyla çözülmesi, 1997’dekine görünümde benzer bir rejim krizi ortamı yaratmıştır. Ancak benzerlik görünümdedir. Emperyalizm ve oligarşi 28 Şubat’ta olduğu gibi “eski rejim”in (orduya, MİT’e, dışişlerine, özel yargıya ve YÖK’e egemen olan) devlet iktidarı odaklarının arkasında durmamıştır. AKP iktidarı, ABD emperyalizminin aktif desteğiyle bu odakların 2003-2007 yılları arasında AKP iktidarını “yönetemez hale getirmek” için geliştirdikleri taktikler karşısında ayakta kalmıştır. AKP-Gülen Cemaati koalisyonu ABD emperyalizmi tarafından kontrgerilla sisteminin yeni iktidarı haline getirilmiştir. Sömürge tipi faşizmin “yeni rejimi” yenilenen kontrgerilla tarafından, Ergenekon, Balyoz, KCK operasyonları ile yapılandırılmıştır.
Kontrgerillanın yeniden yapılandırılması
Sonuç olarak 2003-2007 yılları arasında yaşanan “rejim krizi”, sömürge tipi faşizmin krizi olarak yaşanmıştır. Krizin temelini Emperyalizmin III. Bunalım Dönemi ile IV. Bunalım Dönemi’nin yeni sömürgecilik politikalarındaki değişikler oluşturmuştur. Kriz, ABD emperyalizminin inisiyatifiyle, sömürge tipi faşizmin kurumsal merkezi olan kontrgerillanın yeniden yapılandırılmasıyla aşılmıştır. Bu krizin Kemalist-Laik 1. Cumhuriyet rejimi ile Liberal-İslamcı 2. Cumhuriyet arasındaki bir “rejim krizi” olduğunu ileri sürmek, sömürge tipi faşizmin iç çelişkilerinden kaynaklanan bu krizi iki devlet biçimi arasındaki bir “rejim krizi” olarak sunmaktır. Bu yanlış açıklama biçimi gücünü, “eski rejimin” faşist “Resmi Doktrini”nin Kemalizmin otoriter ögeleriyle eklemlenmiş olmasından almaktadır. Kemalist Cumhuriyet rejimi mi İslami Cumhuriyet rejimi mi tartışmalarının ön planda olduğu bu sürecin sonunda sömürge tipi faşizmin neoliberal yeni sömürgecilik politikalarına uyumlu bir biçimde yeniden örgütlenmesi önemli ölçüde tamamlanmıştır. Devletin neoliberal yeniden yapılanmasının, “Kemalist Cumhuriyet Rejimi”nin ideolojik temel direkleri olan, “Laikliği, Devletçiliği, Milliyetçiliği” sarsarken gerçek bir rejim krizine yol açmamasının sırrı, yürürlükteki gerçek rejimin, sömürge tipi faşizmin kurucu öznesi olan kontrgerilla sisteminin sürekliliğini korumasında yatmaktadır.
Dipnotlar:
[1] Burada değişik devlet biçimlerini kabaca sınıflandırıyoruz. Her sınıflandırma gibi bu da bazı ihmalleri içeriyor. Örneğin, feodal monarşilere ait “Krallık, prenslik, imparatorluk” adlarını taşıyan ve bunlara ait bazı sembolleri sürdüren burjuva devletlerini bu sınıflandırmamızda ihmal ediyoruz.
[2] Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığı sistemine verilen ad.
[3] Kemalist devletin “otoriter bir cumhuriyet mi, Bonapartist bir diktatörlük mü, yoksa faşizm mi” olduğu tartışmasına bu yazıda giremeyeceğiz. Ancak Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde Bonapartizme özgü eğilimlerin ağır bastığı, 1930’dan sonra ise otoriter burjuva cumhuriyetine özgü niteliklerin ağır bastığı söylenebilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.