Seçimlerin düzen partileri şahsında taşıdığı anlam, hangi düzen kliğinin diğer klik ya da klikler üzerinde hâkimiyet kuracağından ibaret. Düzen partileri kendi çıkarları ekseninde halk kitlelerini yanıltarak biat algısını şekillendirmeyi görev addetmişlerdir. Yanı sıra seçimler düzen partileri tarafından (oy deposu olarak görüldükleri için) yılda en fazla halkın çıkarlarının(!) dillendirildiği süreç niteliği taşır. Nitekim gelinen aşamada seçimler, […]
Seçimlerin düzen partileri şahsında taşıdığı anlam, hangi düzen kliğinin diğer klik ya da klikler üzerinde hâkimiyet kuracağından ibaret. Düzen partileri kendi çıkarları ekseninde halk kitlelerini yanıltarak biat algısını şekillendirmeyi görev addetmişlerdir. Yanı sıra seçimler düzen partileri tarafından (oy deposu olarak görüldükleri için) yılda en fazla halkın çıkarlarının(!) dillendirildiği süreç niteliği taşır. Nitekim gelinen aşamada seçimler, hâkim sınıf klikleri açısından ayrı bir öneme de sahip. Hükümete gelişinden itibaren devletin önemli aygıtlarında kurumsallaşarak ciddi bir güç kazanan AKP’nin başkanlık sistemi arzusuna ulaşıp ulaşamayacağı sorunsalına yoğunlaşılan bir dönemdeyiz.
13 yıllık geçmişi itibari ile AKP’nin, her yolu mubah kılmanın yılmaz bir savunucusu olduğu aşikâr. AKP’nin politikasının omurgasını, kuruluşundan gelinen aşamaya devamlı olarak haksızlığa karşı mücadele etme şiarlı mağdur edebiyatı oluşturmaktadır. Suni isimlendirmelerle düşman nitelendirmeleri yaparak her fırsatta haksızlığa karşı mücadele havariliği yaptıklarını iddia etmektedirler. Kuruluşunun akabinde genel başkanının içeri girmesinden türban yasağına karşı çıkmaya, darbelere ve statükoya karşı mücadele söylemli “Ergenekon” dizaynından Gezi sürecindeki “faiz lobisi” söylemine ve son olarak da “Cemaat” ile içerisine düştükleri çıkar çatışması neticesinde açığa çıkan “17 Aralık” olayını manipüle etme amaçlı “paralel yapı kumpas kurdu” açıklamalarına baktığımızda mağdur edebiyatının genelleştirilişi net olarak ortadadır.
Özellikle Osmanlıcılık vurgusunun da üzerinden yükseldiği din istismarcılığı ile geniş kesimlerin üzerinde belli etki payına da sahip. Elde Kuran ile CHP genel başkanının mezhebine ve HDP genel başkanının Taksim açıklamasına saldırılması zihinlerde bulanıklık amacı taşır. Kılıçdaroğlu’nun Alevi kökenli olmasını bir “fırsat” olarak değerlendiren AKP’liler (özelde Cumhurbaşkanı), devamlı olarak kitleler önünde mezhepsel atıflarla İslami damara ayrımcılık aşılamakta. Ayrıca uğrunda zehirler içilen “çözüm süreci” bir çırpıda milliyetçi oylara ulaşma güdüsüyle ayaklar altına alındı. Hatta bir AKP milletvekili de “yöre insanına Kürt demek ayıptır” şeklindeki bilimsel(!) açıklamayı dile getirmekten imtina etmedi.
Bütün bu hırçın tavır genel olarak bilinen bir karakteristik durum olsa da “başkanlık sistemi” üzerinden padişahlık vesayeti oluşturmanın ve mevcut çatlakları sıvamanın yakıcı arzusuyla da daha ileri boyutlara ulaşmaktadır. Sözü edilmişken değinmek gerekir ki AKP ve “Cemaat” arasında yaşanan çatışma olsun, Abdullah Gül ve Hakan Fidan’a karşı sergilenen tutumlar olsun keza Bülent Arınç ve Melih Gökçek arasındaki atışma gibi örnekler olsun AKP’nin çatlak fay hatları olarak okunabilir. Tabi AKP içerisinde başkanlık meselesine mesafeli olan önde gelen isimlerde mevcuttur. Esasta başkanlık sistemine egemenler cephesinden duyulan ihtiyaç yeni de değil. Evveliyatında Alparslan Türkeş, Temel Görüşler isimli kitabında başkanlık sisteminin “gerekliliğini” belirtmiştir. Yine Özal ve Demirel de başkanlık sisteminin bir ihtiyaç olduğunu söylemiş. Bu istemin nedenselliği olarak başkanlık sisteminin merkezileştirmeyi yaygınlaştırarak hâkim sermaye ve düzen partisi kliğine diğer kesimler üzerinde son raddeye kadar egemen olma fırsatı tanıyacaktır.
Bu fırsata karşı düzen cephesinde en hararetli karşı çıkışı ortaya koyan kuşkusuz diğer sermaye kliğinin partisi olan CHP’dir diyebiliriz. 13 yıllık süre boyunca (TSK’nın “Ergenekon” operasyonu üzerinden izole edilmesi ve devlet aygıtlarındaki gücünün tasfiye edilerek geriletilmesi suretiyle) egemenlik mücadelesinde hatırı sayılır hüsranlar yaşayan Kemalist klik/CHP için de hayati bir dönemecin eşiğini teşkil etmektedir yaklaşan genel seçimler. CHP, ilk kez program olarak kamuoyunca geniş tartışmalara konu edilen bir seçim beyannamesine imza attı. CHP geçmişten güncele demokrasinin nüveleri aracılığıyla emekçileri kendisine angaje etme üzerine kurulu siyaset tarzına sahip. 70’li yıllarda “umudumuz Karaoğlan” şiarını, demokratçılık kisvesine bürünerek emekçi kitlelere kanıksatan CHP, Kılıçdaroğlu dönemi ile de “halkın iktidarı” söylemini ön plana çıkartarak insanca yaşama duyulan özlemi istismar etmeyi bilfiil sürdürüyor.
Milletvekili adaylarını belirleme yöntemi de CHP açısından kamuoyuna demokrasi maskesinden göz kırpma hamlesidir. Kendi içerisinde demokrasiyi işleten bir yapısallığının olduğunun reklamını yaptıkları bu hamle, esasta olması gerekenin cilalandırılarak satılmaya çalışılmasından ibaret. CHP, gelinen aşamada program olarak da ciddi bir göz boyama fiiliyatına girişti. Emekli maaşlarından asgari ücretin (seçilirlerse) ulaşacağı rakama, öğrencilerden işsizlerin durumlarına vs. birçok soruna değinmenin “gururunu” yaşayan CHP, kısmi reformsal iyileştirmelerin dışında sömürü politikalarından azade olmayacaktır. Nitekim CHP’nin, yolsuzlukları ve devlet kaynaklarının hâkim kliğin lehine dizginsiz tüketildiğini vurgulaması, bu kaynakların halk adına kullanılmasını arzulamasından kaynaklanmamakta. Esas dert, kendi sahip olmak istedikleri ekonomik saltanatın elden gitmesinden ileri geliyor. Taşerona karşı olduğunu ve taşeron sistemi bitireceğini dilinden düşürmeyen Kılıçdaroğlu ve partisi, taşeron oldukları gerekçesiyle CHP’li belediyelerden kapı dışarı edilen işçilerin durumlarından bihaber midir? Ulusalcı damarın genetik koduna işlenmiş olan Kürt ulusunun demokratik haklarına yönelik fobisi, “CHP demokrasisini” Kürt sorunu gibi önemli bir gündemi de manipüle etme telaşına düşürmüştür. Mesele üzerinde orta yolcu bir tutumla pragmatizmden beslenerek hareket etmesini koşullayan bir boyut da “ulusalcı” özünden mayasını almaktadır. Gerek iç dinamikleri gerekse de oy tabanı irdelendiğinde bu gerçeklik daha iyi anlaşılır.
Bu iki parti dışında mevcut üçüncü kesitte ise MHP gelmektedir. Geleneksel Türk-İslam sentezinin “Turancılık” soyundan gelen bu kesim, ırkçı söylemlerin dolaylarında seyretmektedir. Coğrafyamızdaki milliyetçilik olgusunun etkin zeminini “radikal boyutta” kullanarak siyaseti manipüle etme görevini üstlenmişlerdir. Varlıklarını sol-sosyalist kesimlere ve Kürt ulusuna karşı saldırı temelinde sergiliyorlar. Yaklaşan genel seçimlere ilişkin tutumlarında diğer düzen partileri gibi anti-AKP’cilik ve de yanı sıra “çözüm süreci” ağırlıklı söylemler var. Özellikle seçim beyannamesi ile CHP’nin açtığı gedikte MHP’nin ilerleme çabaları kendini belli ediyor.
CHP programı ile deyim yerindeyse “açık arttırma” hali alan asgari ücret ve emekli ücretlerine MHP kervanından da katılındı. MHP de halkı düşünme manipülasyonuna “el atarak” asgari ücreti 1400 lira olarak vaat etti. Ekonomik aldatmaca açıklamalarının yanında elbette varlık gerekleri olan ırkçı vaazlar da unutulmadı. Vatan ve millet düşmanlığı nitelemeleriyle bünyelerinde sancılara neden olan “çözüm süreci” üzerinden kitlelere ayrımcılık-tekçilik tohumları serpiştiriliyor. Genel propagandasının özü itibari ile de HDP’ye karşı da yıpratma ve duyarlı ama milliyetçi gelgitler yaşayan kitlelerden yalıtma bazlı tutumlar söz konusu. Özellikle de AKP seçmeni olan (geçmişte MHP’ye oy vermişliği de bulunan) kesimlere de bu siyaset tarzı ile ağırlık verildiği söylenilebilir. Unutmamak gerek ki AKP seçmeninden çözüm sürecine karşı bir zeminde mevcudiyetini koruma güdüsü taşıyanların alternatifini din faktörü itibari ile de MHP teşkil etmekte.
Sonuç yerine
7 Haziran genel seçimleri sonucu ne olursa olsun yeni bir sürecin fitilini ateşleme gerçekliğine sahip. Özelde AKP’nin seçimden güçlü bir çıkış yaparak mevcudiyetini sürdürmesi durumunda, Cumhurbaşkanı tarafından arzu edilen “Türk tipi başkanlığı” oluşturmanın fiiliyatına girişecektir. Bu durumdan AKP içerisinde rahatsızlık duyan kesimlerin karşı hamle geliştirip geliştirmeyeceği ise süreç içerisinde açığa çıkacaktır. Özetle tekrar vurgulamak gerekir ki seçimden hangi düzen partisi manipülatif söylemleri neticesinde başarı ile çıkarsa çıksın, halk kitleleri açısından yaşanılan sömürü mağduriyetinde bir değişim olmayacaktır. Bu sebeple de seçime sayılı günler de kalsa, halk kitlelerine yönelik mevcut durumun izahı bıkmadan gayretle sarf edilmelidir.
* İstanbul Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğrencisi