Birleşmiş Milletler’in Dünya Mutluluk Raporu 2015 yayımlandı. İşe yarar birtakım çıkarımlar ve tespitler yapılabiliyorsa da çalışmanın “sosyal sermaye” ve benzeri boş beleş kavramlarla burjuva perspektifinden meseleyi ele alması çözüm noktasında tıkanıklık yaratıyor. Mesela rapora göre insanlar küçük yaşlarda daha mutluyken, büyüdükçe mutsuzlaşıyorlar. Bunu açıklarken işsizlik, fakirlik, ekonomik krizler, savaşlar ve gelir dağılımı adaletsizliği yaratan kapitalizmin […]
Birleşmiş Milletler’in Dünya Mutluluk Raporu 2015 yayımlandı. İşe yarar birtakım çıkarımlar ve tespitler yapılabiliyorsa da çalışmanın “sosyal sermaye” ve benzeri boş beleş kavramlarla burjuva perspektifinden meseleyi ele alması çözüm noktasında tıkanıklık yaratıyor.
Mesela rapora göre insanlar küçük yaşlarda daha mutluyken, büyüdükçe mutsuzlaşıyorlar. Bunu açıklarken işsizlik, fakirlik, ekonomik krizler, savaşlar ve gelir dağılımı adaletsizliği yaratan kapitalizmin rolü raporda tamamen görmezden geliniyor. Sistem insanları ezerek mutsuzlaştırırken rapor daha ziyade “negatif enerjilerimizi uzaya yollamalıyız”, “küçük şeylerle yetinerek mutlu olabilirsiniz”, “çocuğunuza mutlu olmayı öğretin” ayarında önerilerde bulunarak kişisel gelişim kitapları seviyesine kadar iniyor. Yani sorunun sistemik belirleyicilerini tartışmak yerine mutsuzluğun maliyetini bireylere şutlayıp “aslında çok isterseniz siz de mutlu olabilirsiniz” demekten ve biraz da sinirsel (Flexnerian) sebeplerine değinmekten öte pek az şey söyleyebiliyor.
Listede İsviçre, İzlanda, Danimarka, Norveç ve Kanada gibi ülkeler ilk sıraları alırken, Sahara-altı Afrika ülkeleri en mutsuz ülkeler arasındalar. Türkiye ise 158 ülkenin olduğu bu listede 76. sırada. Allah cumhurbaşbakanımızdan sağolsun, ne muradı varsa versin, tuttuğunu altın etsin.
2014 yılında 3 yıl öncesine göre uzak ara en fazla mutsuzlaşan ülkelerin başında kapitalizmin batırdığı Yunanistan ve İtalya geliyor.
Ortalamada kadınlar erkeklere göre biraz daha mutlular. Vesaire.
Yani aslında çok önemli bir konuyu BM çok kötü işlemiş. Zaten BM’nin ilerideki bir toplantının içeriğini ve tarihini belirlemek için toplantı yapılan bir kurum olduğu söylenegelir. Bugün FIFA’nın bile BM’den daha fazla üye ülkesi varsa varın durumu siz düşünün.
Easterlin paradoksu
Meşhur Easterlin Paradoksu’nu bilirsiniz. Genel kanıya göre insanlar zenginleştikçe mutluluk artar. Neden artmasın, değil mi? En nihayetinde, daha zengin olursanız şu anda alamadığınız bir spor araba ya da bir Fender gitar alabilirsiniz ve bunlar sizi mutlu edecektir. Bu kanıya göre, ülkeler arası kıyas yapıldığı zaman, Amerikalıların dünyanın en mutlu, Kübalıların ise dünyanın en mutsuz insanlarından olması beklenir. Oysa Richard Easterlin çalışmasında, “fakir” Kübalılar ile “zengin” Amerikalılar arasında ortalama mutluluk bakımından istatistiki olarak anlamlı herhangi bir fark olmadığını göstermişti.
Ancak ülkeler arası değil de ülkeler içinde bakıldığı zaman maddi refah ile mutluluk arasında genel kanıyı doğrulayan pozitif bir ilişki ortaya çıkıyor. Yani, ortalama yıllık kişi başı geliri 55 bin dolar olan Amerikalı, 6 bin dolar olan Kübalıdan daha mutlu değil ama Amerika’nın içinde 55 bin dolar geliri olan bir Amerikalı 6 bin dolar geliri olan Amerikalıdan daha mutlu. İlginç, değil mi?
Bu durum sosyal statü, özenti/kıskanma etkisi ve Jones’ları yakalama (keeping up with the Joneses) ile açıklanıyor. Yaşadığınız toplumda herkesin 55 bin doları varken sizin 6 bin dolarınız varsa bu sizin sosyal normlar açısından (en azından kapitalist Batı toplumlarında) başarısız olduğunuzu gösteriyor ve statünüzü olumsuz etkiliyor. Onların giyimine, kuşamına, yediğine, içtiğine özeniyorsunuz. Mahallenizin Jones’larını (en zenginlerini) yakalamak için daha fazla çalışmanız gerekiyor. Bu da herkesin daha çok çalışıp, daha çok kazanıp, daha fazla tüketmek istediği rekabetçi bir toplum üretiyor. Herkes aynı anda böyle davranınca da sonsuz bir kısır döngüye giriliyor ve aslında artan maddi durumda mutluluk belki artabilecekken göreli pozisyon değişmediği için mutlu olunamıyor, çünkü her zaman başka Jones’lar vardır.
İşin özünde tabii ki eşitsizlik yatıyor. Gelir dağılımı adaletsizliği daha yüksek olan ülkelerde insanlar daha zengin olsalar da daha mutsuzlar çünkü Jones’lara özenti daha fazla oluyor. Bu durum direkt olarak üretim biçimiyle ilintili. Misal; ilk durumda, felçten ötürü yürüyemeyen iki kişi düşünün. Eldeki kaynaklarla iki çift değnek yapabilirsiniz. İki kişinin biraz yürümesini sağladığınız için ilk duruma göre iki kişi de daha mutlu olacaktır. Veyahut eldeki kaynakların tamamını bir adet akülü tekerlekli sandalye yapmak için kullanabilirsiniz. Sandalyeyi alan kişi ikinci durumda çok daha mutlu olacaktır tabii ki. Ancak sandalyeyi alamayan kişi aslında ilk durumda da ikinci durumda aynı noktada olmasına rağmen, diğer kişinin sandalyeyi almasından ötürü kıskanma etkisiyle kendini daha mutsuz hisseder. Fıkrası bile var.
İşte sosyalizm ile kapitalizm arasındaki temel farklardan biri budur. Amerika’da sandalyeyi Bill Gates aldığı için toplumun geri kalanı mutsuz olur, Küba’da ise herkesin yürüme değneği olur.
Her şeyin başı sağlık..
Samuel Preston, gelir durumu ve sağlık arasındaki ilişkinin logaritmik (konkav) olduğunu göstermişti. Buna göre belli bir gelir eşiğinin altındaysanız ve çok temel bazı ihtiyaçlardan yoksunsanız, ekstra geliri barınma, temiz su, hijyenik bir yaşam alanı, yeterli kalori vs. için harcayarak sağlık beklentinizi bir anda çok fazla arttırabilirsiniz (eğrinin baş tarafı, çok dik). Ama 40 bin dolarınız varsa, bu tüm temel ihtiyaçlarınız zaten garanti altındadır ve ekstra bir kaç bin dolar ile sağlınızı artık daha fazla iyileştirecek pek bir şey yoktur (eğrinin 20 bin dolardan sonraki sağ tarafı neredeyse düz), gider ikinci bir bilgisayar alırsınız. Zenginlik sağlığı direk arttırsaydı Steve Jobs’un, Allah korusun, ölümsüz olması gerekirdi.
Gelir grupları arasındaki bu ortogonal ilişkinin gelir durumu ve mutluluk arasında var olduğu da gayet makul bir hipotez. Çölde susuz bir insanı en çok mutlu edecek şey bir Ferrari değil bir bardak sudur. Yani evin barkın yoksa, sağlık sıhhatin yerinde değilse, temiz su içip, dengeli beslenemiyorsan mutsuzsundur ve 600 dolarla yapacağın ilk şey gidip bir iPhone almak değil, önce seni çok mutlu edecek bu temel ihtiyaçları karşılamaktır. Ancak belli bir refah seviyesinden sonra mutluluğun belirleyicileri değişir.
Hedonik koşu bandı
Bir diğer açıklama ise hedonik adaptasyon. Buna göre insanlar herhangi bir şeyden yoksun iken kendilerini mutsuz hissederler ve o şeye ulaşınca aşırı mutlu olacaklarını düşünürler. Fakat o şeyi elde ettikten sonra o şeyin getirdiği hazza hemen adapte olup başka bir şeyin yoksunluğu ile yine mutsuz olurlar. Mesela bir lise son sınıf öğrencisi için YGS sınavını kazanmaktan öte bir mutluluk olamaz herhalde, nerdeyse hayatın anlamıdır. Kazandıktan sonra artık üniversiteli olduğunuz için bu duruma bir kaç ay içinde adapte olursunuz ve artık sizi mutsuz eden başka şeyler çıkmaya başlar. Vizeler, finaller, staj, iş bulma, sevgiliniz vs. her biri kendi içinde müthiş sorunlar yaratabilir. Bu sürecin sonu gelmez. Yani siz koşu bandını hızlandırdıkça daha fazla koşmanız gerekir.
Ya da çok aç bir insan için yemek dünyanın en büyük, muhtemelen de en kısa, mutluluğudur. Yemek yiyene kadar başka hiçbir şeyin anlamı yoktur ama yemek yiyip karnını doyurduktan sonra ne kadar mutlu olduğunuzun bir önemi kalmaz ve “Eee şimdi ne yapacağız?” diye düşünmeye başlarsınız. Aynı durum aşk ilişkilerinde de geçerli olabilir; misal, hayatınızın kadını/erkeği olduğunu düşündüğünüz birini elde ettikten sonra her şey normale döner ve nasıl ilişkiyi bitirsem diye düşünmeye başlayabilirsiniz. Sonuçta en zengin, en güzel, en yakışıklı, en iyi huylu çiftler de ayrılıyorlar.
Bu durumun geldiği son nokta kapitalizmdeki tüketim kültürüdür. Sistem insanların bu açığından istifade eder. Reklam ve pazarlamacıların bütün olayı budur; aslında ihtiyacınız olmayan ve sizi mutlu etmeyeceği ispatlanmış ıvır zıvır her şeyi size mutluluğun kaynağıymış gibi ambalajlayıp paranızı almak. Yasal hırsızlık, üçkağıtçılık… İdeal toplumda olmaması gereken bir iş alanı.
Kapitalizmin ve reklamcıların dayattığı tüketim kültüründeki hedonik koşu bandının adaptasyon aralığı çok kısadır. Yani bir ilişkiden sıkılmanız belki 3 yıl sürebilir ama profesyonel motorcu değilseniz büyük heves edip aldığınız motosikletten sıkılmanız en fazla bir kaç ay sürer (motosikletlerin ikinci el piyasası çok hızlı döner). Bu süre çağımızın trendi olan teknolojik zamazingolarda daha da kısalır. Otobüste çok kitap okurum diye aldığınız Kindle’den hevesinizi almanız bir kaç hafta sürmez. Hatta bazen aylarca para biriktirip kargodan gelene kadar heyecanlandığınız bir saçmalığı kutusunu açar açmaz bir kenara atıp tozlanmaya terk edersiniz.
Kendimden bir iki örnek vereyim. Yakındaki Türkiye seyahatim için bavul hazırlarken önce kutusu açılmamış bir gitar efekt pedalı buldum evde. Bir iki kez kullanıp kenara atmak bir yana dursun, kutusunu bile açmamışım. Sonra da başka pedaldan iki tane buldum. Düşünsenize, pedalı almışım ve o kadar kullanmamışım ki aldığımı unutup gidip bir tane daha almışım, onu da kullanmıyorum zaten. Rezalet.
Gönlümüz zengin olsun…
Tabii Gallup anketi yöntemiyle yapılan mutluluk araştırmaları aslında çok kırılgan. Sonuçta anketi cevaplayan kişi sabah ters tarafından kalktıysa, uykusunu alamadıysa ya da o gün hava biraz kapalıysa mutsuzum diyor. Veya genelde işsiz, güçsüz, sağlıksız olan biri o gün tuttuğu takım şampiyon olduysa çok mutluyum diyebiliyor. Yapay mutluluklar da var, mesela en mutlu 15’inci ülke çıkan Amerika aynı zamanda en fazla anti-depresan kullanılan ülke. Yine en mutlu (perhiz) ülkeler olan Kuzey Avrupa ülkelerinde intihar oranları da (lahana turşusu) çok yüksek çıkabiliyor.
Mutsuz bir kişi her yerde, her koşulda mutsuz olabilir. Mutluluğun ya da mutsuzluğun bireysel ve irsî tetikleyicileri de vardır tabii ancak bunlar mevcut üretim biçiminin adaletsizliğini meşrulaştırmaz. Yani “Bak bir Kübalı da bir Amerikalı kadar mutlu olabiliyormuş, demek materyal zenginlik o kadar önemli değil” diyerek sömürü ve servet dağılımı adaletsizliği normalize edilemez. Neden sadece Bill Gates zengin oluyor da bize mutluluğu küçük şeylerde aramak düşüyor?! Sonuçta bir kişinin sevgilisinden ayrıldığı için mutsuz (ya da mutlu) olması kontrol edilemez ancak üretim biçiminin yarattığı mutsuzluk sistemiktir ve bunu düzeltmek için plasebo etkisi ispatlanmış yogaya gitmek sorunu çözmez. Küba’da insanlar yoga yaptıkları için mutlu değiller (yapmıyorlar zaten), tasarlanan sistem insanları mutlu ettiği için mutlular.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.