Her dönemde moda olan kavramlar vardır. AKP döneminin gözde kavramı da restorasyondur. Epeydir “eski haline getirme” anlamında kullanılıyordu. Son zamanlarda yerini mimari kökenli, “var olanı yerli yerine oturtma” demeye geleni aldı. Esas anlamı AKP iktidarı Türk tarihinde kutsal sayılan 1071, 1453, 1923 gibi rakamlar ve Osmanlı’dan tevarüs sultan, halife ve İslam dünyası benzeri kodlar üzerinden […]
Her dönemde moda olan kavramlar vardır. AKP döneminin gözde kavramı da restorasyondur. Epeydir “eski haline getirme” anlamında kullanılıyordu. Son zamanlarda yerini mimari kökenli, “var olanı yerli yerine oturtma” demeye geleni aldı.
Esas anlamı
AKP iktidarı Türk tarihinde kutsal sayılan 1071, 1453, 1923 gibi rakamlar ve Osmanlı’dan tevarüs sultan, halife ve İslam dünyası benzeri kodlar üzerinden politika yaptı. Muhalifleri bunları cumhuriyetten monarşiye geri dönüş sinyalleri olarak yorumladılar.
“AKP rejimi monarşisttir” dendi. Davutoğlu’nun hükümet programını okurken restorasyon kavramını, “100 yıllık parantezi kapatacağız” sözüyle yan yana kullanması, izlenen stratejinin itirafı sayıldı. Hemen Fransız Devrimi sonrasında monarşiye, imparatorluğa geri dönüş girişimleri örnek verildi. Buradan hareketle “dinci despotik Sultanlık”, “Hamidiye Rejimi” gibi kavramlar türetildi. 1923 projesinin büsbütün çöktüğü dile getirildi.[1]
Daha açık yazıp çizen ulusalcı kesim emperyalist sistemin “Yeni Ortaçağ”a döndüğünü, Türkiye’nin de AKP hükümetleriyle birlikte altyapıda ve üstyapıda “yeni-feodalite” sürecine girdiğini ileri sürdü. Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Türkiye… derebeylik sisteminde… Kral yani en büyük derebeyi” olduğu bile söylendi.[2]
Döngüselcilik
Bunlar hem dış politikadaki “Yeni Osmanlıcı”lığın, hem de içteki dinsel faşizme yönelik projelerin Cumhuriyet öncesi döneme geri dönüş olarak algılandığını gösteriyordu.
Sanki antik ve orta çağ tarih yazıcılığı hortlamıştı: Toplumlar doğar, büyür, tekrar başladığı yere döner kafasıyla hareket ediliyordu.
Herkesin aklına Cem Karaca’nın “Bindik bir Alamete” albümü gelmekteydi:
Biz dön baba dönelim
Geliyoz aynı yere
Bu döngü kısır döngü
Başı var da sonu yok
Dönüyom dönemiyom
Sonunda bir çıkış yok
Pabucu dama atılalı yüzyıllar olmuş döngüselci tarih anlayışının asıl hortlatıcıları post-modernistlerdir. Liberallerden sonra post-modernizme muhaliflikleriyle bilinen post-ulusalcılar bunu sahiplenmiş görünüyorlar. Türkiye’nin sosyoekonomik yapısı ve sermaye egemenliği tamamen göz ardı ediliyor. Aradan yüz yıl geçtikten sonra Sultanlığın hangi ekonomik ve siyasi dayanaklar üzerine ihya edileceği sorusu sorulmuyor.
Oysa referans alınan Fransız Devrimi sonrası ile siyasi İslamcı AKP iktidarının bugünkü koşulları oldukça farklıdır. Fransa’da restorasyon yanlıları ancien régime‘e geri dönüş için canla başla çalıştılar ve 1815’ten 1830’a kadar iktidarın Bourbonlardan bir krala geçmesini sağladılar. Üstelik aristokrasinin kaybettiklerinin bir kısmını geri almayı başardılar.
Ancak bu geçiciydi, eskiye dönüşü sağlamadı. Aristokrasi 1789 öncesini diriltmek için elinden geleni yapmıştı, ama 1848 Devrimi’yle her şeyin çöktüğünü görecekti. Çünkü, feodal kalıntıların gitgide sarsılması ve kapitalizmin öğelerinin sürekli büyümesi karşısında eskiye dönmek imkânsızdı. İngiltere’de II. Charles’ın Stuart dönemi (1660-1688) restorasyonu dâhil Japonya, Avusturya gibi birçoğunun akıbeti de böyle olmuştu. Restorasyon girişimleri er ya da geç amaçlanan eskiye dönüşle değil, yeni bir durumla sonuçlanıyordu.
Monarşi tarihten azade midir ki?
17., 18. yüzyıl restorasyonları ile günümüzden Osmanlı monarşisine geri dönmek arasında paralellik kurmak hiç de mantıklı değildir. Ekonomik ve sosyal bağlamı olmayan bir monarşiden söz etmek anakronizmdir. Lenin “Çarlık monarşisi” dediği zaman, hem politik üstyapının biçimini, hem de onun sosyal dayanaklarını oluşturan “feodal toprak beyleri”ni ve asker-sivil bürokrat tabakayı kast ediyordu. Bu, o günün somut koşullarına uygundur. Demek ki, bir yerde monarşiye dönüş için, ona temel veya köprü olabilecek tarihsel-toplumsal dayanaklara ihtiyaç vardır.
Gerçi monarşinin kimi kalıntıları yeni duruma ayak uydurarak burjuva devlet biçimlerine (burjuva demokrasisi, faşizm, askeri diktatörlük) eklemlenmiş olabilir. Bunun ötesinde monarşi burjuva devletin değil, feodalizmden kapitalizme geçiş döneminin devlet biçimidir. Devlet iktidarının karakteri üzerinde nihai belirleyici partilerin ve hükümetlerin iradeleri ve özlemleri değil, toplumun ekonomik temelidir. ABD başkanı canı isteyince monarşiye geçemez. Eğer krallıktan veya imparatorluktan söz ediliyorsa o feodal değil, emperyalizme ait bir şeydir. Monarşinin çiçeği, feodal üretim ilişkileri ile kapitalist üretim ilişkilerinin, feodal toprak sahipleri ile burjuvazinin kesiştiği, yan yana olduğu yerlerde açar.
Yan anlamı
Gelgelelim rüzgâr epey zamandır başka yönden esiyor, eski restorasyon formatı terk edilip mimari tarza geçildi. Birkaç ay önce Ahmet İnsel, “Bugün AKP kurmaylarının ve Başbakan Davutoğlu’nun dile getirdiği restorasyon… sultanlık rejiminin meşrutî biçimiyle yeniden kurulmasını amaçlamıyor”, demek gereğini duydu.[3] Üstelik buna açıklık da getirdi:
“Restorasyon kavramını elbette Tayyip Erdoğan da son yıllarda çok sık kullandı. Ama eğer gözümüzden kaçmadıysa, bu kelimeyi eski binaların restorasyonu, yani bir inşaat konusu olma dışında ağzına almadı.”
Anlaşılan o ki, restorasyon kavramının ilk kullanımı, AKP içindeki çatlakların büyümesi ve Tayyip Erdoğan’ın “Türk tipi başkanlık” hayalinin sanıldığı kadar kolay gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması üzerine uyumaya bırakıldı. Şimdi revaçta olan mimari restorasyon…
Bir hafta kadar önce de “Türkiye restorasyon ülkesidir” gibi ilginç bir tespit yapan Aydemir Güler köşesinde şunları yazdı:
“Restorasyon özü itibariyle, kapitalizmin AKP diktatörlüğü altında cebe indirdiği temel kazanımları korumayı içerir. Değiştirilecek olan ne mi? Kadın cinayetlerinde suçluya iyi hal indirimi yapmamak, işçi katliamlarında bazı işletmelere bedel ödettirmek, öğretmene küfrü, Aleviye aşağılamayı kesmek, en fazla oy alan rektörlerden bazılarını göreve getirmek… Öyle ki bu kadarı bile sol dalga olarak yutturulabilir. Altında yatan yağma ise güvence altına alınır.”[4]
Restorasyondan şimdi Erdoğan’ın gemlenmesi, AKP iktidarının sivriliklerden arındırılması anlaşılıyor. İlkindeki gibi yüz yıl geri gidilmiyor, 5-10 yıl kâfi geliyor. Bu, Davutoğlu’nun ehveni şer olduğundan tutun da, Gül-Arınç-Davutoğlu ekibinin Erdoğan’ın kırıp döktüklerini tamir edeceğine, hatta “iyi darbe” imalarına (vs.) kadar uzanıyor. Anlayacağınız AKP’ye beslenen eski liberal umutlar daralarak, kılık değiştirerek var kalmaya devam ediyor.
AKP karşıtlığında kazık çakılmayıp, hükümetle devlet arasındaki ayrıma dikkat edilse, belki bu hataya düşülmezdi. AKP’nin devleti, sermaye sistemini ve onun etrafında organize olmuş toplumu kulağından tutup yüz yıl geriye götürüp götüremeyeceği üzerinde ciddi ciddi düşünülseydi restorasyon sapaklarına hiç gerek kalmayacaktı. Beklenenin değil, hem Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin, hem de restorasyoncu sosyalistlerin ummadıkları bir şey olacağı denenerek öğrenilecektir.
Şimdiye kadarki restorasyon tartışmalarının devrimci sonuçlar yarattığı söylenemez. Olsa olsa monarşiye karşı cumhuriyet, dinsel gericiliğe karşı laiklik ve Aydınlanma söylemini canlandırmış, ulusalcı “ilerici-gerici kavgası” söyleminin ocağını ateşlemeye hizmet etmiştir.
Dipnot:
[1] Deniz Yıldırım, “Haziranca Bir Cumhuriyet İçin”, BirGün, Pazar, 26 Ekim 2014.
[2] Uğur Aytaç, “Düzenin Kendini İnkarı: Yeni Ortaçağ”, Teori, sayı: 296, s. 24
[3] Ahmet insel, “Büyük Restorasyon Dönemi”, Birikim,6 Aralık 2014
[4] Aydemir Güler, “ Restorasyon: Çok zor bir kavram mı?”, Sol, 06 Nisan 2015
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.