Çağlayan Adliyesi’nde üç ölümle sonuçlanan olaydan hemen sonra konuştuğum uzman istihbaratçı, “Arkası gelecek, Hocam” dedi. Geldi de; AKP binasına girip “kılıçlı bayrak” asma garabeti, İstanbul Emniyeti’ne saldırı girişimi… Umarım istihbarat uzmanının öngörüsü daha ileri gitmez. Dünyanın hiçbir yerinde faşizm, baskı ve zulüm onlara karşı direnildiği, mücadele edildiği için gelmez. Ancak, yanlış mücadele biçimleri baskı ve […]
Çağlayan Adliyesi’nde üç ölümle sonuçlanan olaydan hemen sonra konuştuğum uzman istihbaratçı, “Arkası gelecek, Hocam” dedi. Geldi de; AKP binasına girip “kılıçlı bayrak” asma garabeti, İstanbul Emniyeti’ne saldırı girişimi…
Umarım istihbarat uzmanının öngörüsü daha ileri gitmez.
Dünyanın hiçbir yerinde faşizm, baskı ve zulüm onlara karşı direnildiği, mücadele edildiği için gelmez. Ancak, yanlış mücadele biçimleri baskı ve zulme daha büyük kapılar açıp, toplumsal destek sağlar. Demokrasi dışı rejimlerde iktidarlar bunlara sarılır, sonuna kadar kullanırlar.
Birkaç gündür iktidar, Çağlayan’da ve sonrasında yaşananları baskı politikalarına gerekçe yapıyor. Hukukun, savcılar ve yargıçlar kadar temel unsuru olan avukatları hedef tahtasına oturttu. Savunmayı da ele geçirip fethetmek için saldırıyor. 12 Eylül’ü aratmayan uygulamalarla, insanlar elleri arkadan bağlanarak yerlere yatırılıyor, dövülerek tutuklanıyor. Basının neyi yazıp neyi yazmayacağı, kimin hangi olayı izleyip kimin izleyemeyeceği bir emirle belirlenmeye çalışılıyor.
Yayınlandığı ilk günden beri devletin hassasiyetleri doğrultusunda “Teröre Lanet” okumuş Hürriyet bile “terör propagandası” yapmakla suçlanıp, olayları izlemesi zorbalıkla engelleniyor.
Avukatlar için “Bal gibi de aranır” diyen Erdoğan, muhalefet edenlerin aranmasına, taranmasına, vurulmasına kırılmasına, iktidarın tüm yaptıklarına onay verip rıza gösteren bir toplum istiyor.
En acısı, “Berkin’e adalet için” olduğu söylenen bir eylemin ardından, Berkin’in ana babası bile “Biz artık yokuz” diyor. Berkin’e adalet talebi etrafında çoğalmak gerekirken, en önemli halka uzaklaşıyor. Adaleti engelleyenler memnun.
Sorulması gereken ve yanıtı muğlak çok soru var Çağlayan’da.
Ancak şu net: en güvenli binalardan birinin altıncı katına kadar çıkılıp bir savcının rehin alınması ve rehin alınanın da alanların da öldürüldüğü operasyon tam bir fiyasko. Bunun “başarı” olduğunu ilan edenler, söylediklerine kendileri de inanmıyordur.
Çağlayan’ın gazetecilik açısından da sordurduğu sorular ve gazeteciliğe dayatılanlar var. Tartışmaya değer.
Ancak, bir fotoğrafı kullanmak ya da kullanmamak üzerinden iktidarın medyayı cezalandırması ve gazeteciliğin nasıl yapılacağı konusunda kendisini yetkili görmesi reddedilmelidir. Bu tartışılamaz.
80’lerin ortasından sonuna kadar NBC News’ın başında olan Larry Grossmann “Basının görevi yansıttıklarının sonuçlarını dert etmek değil, doğruyu söylemektir” der. İktidarların önceliği ise tam tersidir; onlar bizim söylediklerimizin doğruluğundan çok kendileri açısından sonuçları ile ilgilenirler.
Gazetecilikte fotoğraf çekimi ve kullanımının belli ahlaki kuralları vardır. Gazeteci kendisinin tanıklık etmediği, çekmediği, ama kendisine servis edilen fotoğrafların kullanımında, kendi çektiği fotoğraflar için göstermesi gereken titizliğin birkaç kat fazlasını gösterir. Kendi çekimi için “sahnelenmiş” fotoğraf fırsatlarının manipülasyona ne kadar açık olduğunu bilenler, başkalarının çekip gönderdikleri için tekrar tekrar düşünürler. Fotoğraflananlara saygı ve onların itibarını gözetmek; savunmasız durumda olan kurbanlara şefkat ve merhametle yaklaşmak foto muhabirinin genel etik ilkeleridir. Bu ilkelerin ancak büyük toplumsal faydaya yol açan özel durumlarda istisnası olabilir.
Hemen söyleyeyim; ben olayın anlaşılmasına ilave bir katkı yaptığını düşünmediğim, başına silah dayanmış savcı fotoğrafını kullanmayı doğru bulmuyorum.
Bu fotoğrafın kullanılıp kullanılmaması bir gazetecilik etiği tartışmasıdır, tartışılır. Ancak, tartışılamayacak olan iktidarın bir fotoğraf kullanımı üzerinden, gazeteciliğin nasıl yapılacağı konusunda karar verme yetkisini kendisinde görmesidir.
Ne fotoğrafı gerekçe kılıp basına baskı, ne de Çağlayan’ı gerekçe kılıp avukatlara, topluma baskı kabul edilebilir. Öncelikle karşı çıkılması gereken bunlardır.