8 Mart vesilesiyle Özgecan ve katledilen tüm kadınların anısına… Kim ölmüş diye sordum. Bilmiyoruz, dediler. Kaç kişi, diye sordum. Ne zaman, dediler. Her zaman, dedim. Ferit Edgü, Yaralı Zaman 20 yaşında gencecik bir kadın… Siyah uzun saçları, zeytin karası gözleri ile hem güzel hem de kadın… Başta kadın olduğu için girilecek bir delik, güzel olduğu […]
8 Mart vesilesiyle Özgecan ve katledilen tüm kadınların anısına…
Kim ölmüş diye sordum.
Bilmiyoruz, dediler.
Kaç kişi, diye sordum.
Ne zaman, dediler.
Her zaman, dedim.
Ferit Edgü, Yaralı Zaman
20 yaşında gencecik bir kadın… Siyah uzun saçları, zeytin karası gözleri ile hem güzel hem de kadın… Başta kadın olduğu için girilecek bir delik, güzel olduğu için ise katmerli bir zevk nesnesi… “Gerçek” olan dış dünyayla uzlaşmış geviş getiren topluluğun sıradan bir üyesi(!) Geviş getiren, çünkü doğumundan ölümüne kadar aslında hazmetmediği ve döne dolaşa bilincinde geriye ittiği ne varsa ancak ölümler yoluyla gündeme getiren ve her defasında aynı rapsodiyi tekrarlayarak bir süre sonra tekrar unutan biz kadınların içinden biri. Vahşice öldürülmesiyle hepimizin içinde kuytu bir köşeye saklanan “mağdur”u ortaya çıkaran, bu toplumdaki yalnızlığımızı, yersiz-yurtsuzluğumuzu, uyku halindeki isyanımızı ne acıdır ki ölümüyle bize bir kez daha hatırlatan hem kadın hem öğrenci hem insan… Dünyadan alacaklı bir kadın!
Nazıyla cilvesiyle kadın; bazen şımarık bir sevgili, önüne gelenle yatan bir kaldırım yosması, kimisine göre erkeği yoldan çıkaran bir siren, kapılarını başka erkeklere açan bir kahpe, erkeklerle gezdiği, mini etek giydiği, okula gittiği için tehlikeli ve aynı zamanda suçlu bir nazenin… Tıpkı N.Ç gibi, H.P gibi, A.D gibi ya da tecavüzcüsüne “rıza gösteren” Mervenur gibi…
Omuzlarından tonlarca zincir ve sel gibi tükürük akan, sırtında her daim bu toplumun kırbaç izlerini taşıyan milyonlarca kadından sadece biri. Hem uysal hem dizginlenemez, hem boyun eğmiş hem fettan, hem edilgen hem tehditkar, hem fethe açık hem nüfuz edil(e)mez bir yaratık: Kadın!
“Ey Türk kadını birinci vazifen” emir kipiyle başlayan kutuplaştırıcı söylemin biricik muhatabı, yegane görevi kutsal yasaya boyun eğmek olan bir “başkaları için var olma” hali… Dinden imandan çıkan “erkeklik” abidesi bir şövalyenin kuvvet tahtası, tanrının ise erkeğe emaneti… Bir felaketler zinciri, bir talan alanı, bir yıkıntılar toplamı(!) Kurallarını iktidarın koyduğu arenada, kılıç ve nal şakırtılarının eşlik ettiği bir cenkte oyuna bir-sıfır yenik başlayan lanetli bir Havva.
Ağır ağabeylerin küçüklere ısmarlayacağı bir kerhane, erkeğin ağzının suyunu akıtan bir fahişe, evinin süsü, dinimizle ve medeniyetimizle ilgisi olmayan feminist falan(!) Bir kendinden kopma, bir kökünden sökülme, kopkoyu pıhtılar halinde katmerleşen önü alınmaz bir kanama haliyle, günlerce Özgecan için ayağa kalkan bu “makûs talih”in muhatabı… Toplumsal belleğin kanayan yarası, o mutlu dünyasına döndüğünde ne adalet beklentisi ne de sorulacak hesabı hatırlayan bir Alzheimer hastası. Kolay öldürülen ama kolay da unutan bir ölüm vesikası, beden bizden vesika devletten…
7 yaşındaki kız çocuğuna zifaf döşeği sermeyi(!) dinen caiz gören, adına “büyümek” denen şeyi çocukluktan kadınlığa geçmek olarak okuyan bakış açısının ve devlet babanın(!) aşırı gücü altında ürkek birer yaratığa dönüşen, ama Özgecan’ın sesinde artık susmuş olan tüm lanetlilerin yankısını bulan büyük bir “öfke patlaması”. Kimilerine göre ise kadınların haysiyet ayaklanması(!)
Basit bir “erkek sorunu” hikâyesinde cezasını arayan bir suç unsuru. Saat ve takvimlerin gösterdiği zamanlarda hatırlanan, zihinlerin katılaşmış yüzeyinde yarıklar açılmadığı için yine de unutulan bazen bir kahraman bazen bir “mağdur.” Dünyadan çoktan kapı dışarı edilmiş, aşırı kudretli Tanrı’nın bile baş edemediği aklını oynatmış bir Ophelia.
Kafka’nın başı ezilmesi gereken hamamböceği, Niechitze’nin kırbacıyla ehlileştirmeyi arzuladığı bir yaban atı… Horlanmışlık ve “ezilebilirliği”, “mağduru mağdur eden” güç ilişkilerinde değil; rüya mecazlarını andıran çocukluk öykülerinde bulunan tekinsiz bir imge. Neredeyse her gün “tabii acı çekeceksin, tabii için korkuyla dolacak, yaşamak demek zaten tehlike içinde olmak demektir, hele bir de kadınsan” telkiniyle yeşeren, dili kanserli bir iktidarın hedef tahtasındaki elma. Toplumsal şölenden usulünce kovulduğu için, gizli bir nabız gibi atan tarihteki ayrıcalıklı yerini yitiren süpürgeli bir Ortaçağ cadısı… Önce toprak ana, sonra cadı… Aşağıda olanın görüş hizasından bakınca erkeksi bir geleceğin insanlıktan hepten vazgeçme hali… Evet, insanlıktan vazgeçme hali, ama en çok da isyanı!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.