PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı belikli en çok AKP rejiminin sahiplerini rahatsız etmiş. Çağrı son derece açık ifadelerle ve en ‘kullanışlı aptalın’ dahi anlayacağı şekilde yazılmış olmasına rağmen, Türk cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve medyadaki tetikçileri anlamakta zorluk çekiyorlar! Daha doğrusu işi pişkinliğe vuruyorlar. Barış için ev ödevlerini yapacaklarına, oraya buraya sataşıyorlar. Laf yetiştiriyorlar. Demagoji yapıyorlar. […]
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı belikli en çok AKP rejiminin sahiplerini rahatsız etmiş.
Çağrı son derece açık ifadelerle ve en ‘kullanışlı aptalın’ dahi anlayacağı şekilde yazılmış olmasına rağmen, Türk cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve medyadaki tetikçileri anlamakta zorluk çekiyorlar!
Daha doğrusu işi pişkinliğe vuruyorlar. Barış için ev ödevlerini yapacaklarına, oraya buraya sataşıyorlar. Laf yetiştiriyorlar. Demagoji yapıyorlar.
Halbuki, çağrı son derece açık ve net:
Belki kafaları basmıyordur. Bir kez daha birkaç anlaşılır cümleyle izah edelim:
Öcalan’ın çağrısında dile getirilen 10 başlık müzakere edilir, Türk tarafı yerinde ve zamanında barış ve çözüm için adım atarsa bahar aylarında PKK kongresini toplayarak Türk devletine karşı silahlı mücadeleyi sonlandırdığı kararını alabilir. Çağrıda PKK’nin silahları bırakması yer almadığı gibi, gündemde ve müzakere başlıklarında da böyle bir konu yoktur.
Ancak Türk tarafı sanki tek taraflı ve kendisinin dikte ettiği bir süreç varmış gibi yutturmaya çalışıyor. Bu nedenle güven vermiyor. Samimi olmaktan uzak ve çözüm sürecinin ruhuna ters işler yapıyor.
Bu nedenle koskoca iki yıl kaybedildi. Heba edildi. Türk hükümeti 2013 yılın başında üzerde uzlaşılan ‘İmralı Mutabakatı’na uygun davranmış olsaydı, şimdi kalıcı barış ve çözüm için çok büyük mesafeler alınmış olacaktı.
Bu konuda tek sorumlu, daha doğrusu sorumsuzca davranan Türk tarafı, yani Erdoğan ve ekibidir.
Bu huylarından vazgeçmişler mi, umut vaat ediyorlar mı?
Hayır!
Şimdide müzakere, barış ve kalıcı bir çözüm için son derece iyi bir zemin sunan Çağrı Metnine rağmen, işi yokuşa sürmeye çalışıyorlar. Her zaman olduğu gibi yapmadıkları iyilikleri yapmış gibi, yaptıkları kötülük ve rezaleti ise yapmamış gibi göstermeye çalışıyorlar.
Ancak artık yalan mızrağını çuvala sığdırtamıyorlar. Attıkları yalan anında patlayıp gidiyor. Söyledikleri birbirini tutmuyor. Saldırgan bir dil kullanıyorlar. Karalama ve çamur atmayı en önemli argüman olarak kullanıyorlar.
Örneğin her zaman sıkıştığında iki gözü iki çeşme akan Bülent Arınç hızını alamıyor HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş için ‘proje’ diyebiliyor.
Bu kirli ve bir o kadarda kıymetsiz söylemi sözüm ona bilim adamı, gazeteci-yazar, ama aynı zamanda AKP’den bir kırmız koltuk kapma sevdası içinde yanıp tutuşan Hüseyin Yayman havda yakalıyor: ‘Evet, öyledir’ diyor.
Bir başka milletvekili sevdalısı ise yıllardır Kürt sorunu konusunda yazı yazan, kafa patlatan gazeteci-yazar Ruşen Çakır’a ‘Ben Kürdüm. Niye sen benden daha çok Kürtleri seviyorsun. Allah’ını seversen. Neden neden neden Ruşen?” diye çıkışıyor. Veya şöyle diyelim, devlet ve iktidar dalkavukluğunda sınıf atlıyor.
Peki şu Abdulkadir Selvi’ye ne demeli?
Başından itibaren çözüm sürecine ilişkin yazıp duruyor. Daha doğrusu yönlendirmeye çalışıyor. Herkesi çevresindekiler gibi balık hafızalı sandığından olsa gerek son iki yılda kendi yazdıklarına, ortaya attığı teori ve iddialara dönüp bakmıyor.
Daha önce yazmıştım. Bir kez daha söyleyeyim. Selvi’nin yazdıkları, ortaya attığı iddialar, çizdiği hayali merdiven teorileri, yol haritaları doğru olsaydı, en azından birisi gerçekleşmiş olsaydı, bugün PKK diye bir hareket ve partinden bahsetmeyecektik. Ortadan kalkmış olacaktı.
Örneğin bu meşhur ‘uzman’ çok değil 13 Kasım 2014’te şu cümleleri yazdı:
’’Suriye’de PYD devam edecek ama Türkiye’deki PKK’nın kendini lağvedip, silahlı mücadeleyi bıraktığını ilan etmesinin üzerinde çalışılıyor.’’
Hani derler ya ‘lafa bak, birde geç karşısında çay demle.’
Suriye’de PYD devam edecekmiş. Beyefendi bunun kararını veriyormuş.
Dahası PKK kendisini lağvedecekmiş!
Yani dünya yörüngesinden çıkacak veya gelecek yıl okyanuslar dünyadaki tüm kara parçalarını yutacak gibi bir şey?
Nerden bakarsanız bakın, tümüyle kafadan uydurulmuş, hayatta karşılığı olmayan şeyler bunlar. Bu adam her gün bu türden uyduruk şeyler yazıyor.
Başka bir işi daha var. Tıpkı Erdoğan, Davutoğlu, Arınç, Akdoğan gibi gerçeği söyleyenleri itibarsızlaştırma görevi de var.
En son bu yazar Öcalan’ın çağrısından sonra tekrardan lafları yuvarlamaya başladı. Sözde kendisini yaman çözüm taraftarı gösteriyor. Gerçek manda barış ve çözüm isteyenleri ise çözüm karşıtı göstermeye, itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
Örneğin neredeyse 40 yılını Kürt ve Kürdistan sorununa kafa yormakla ve çözüm arayışlaryla geçiren gazeteci-yazar Cengiz Çandar’ı çözüm karşıtı olarak lanse ediyor. Hatta daha önce Zübükzade’nin ortaya attığı Çandar ‘savaşın son bulmasına karşı’ yalanına sarılıyor.
Dikkat edin. Siyasetçi, gazeteci ve yazarları itibarsızlaştırmaya çalışanların itibarları yerlerde sürünüyor. Erdoğan ve adamlarının adı iyi şeylerle anılmıyor. Bu kötü şeylerin ne olduğunu sıralamaya kalksak herhangi bir dilde ‘sıfat’ bulamayız. O kadarki çok.
Dikkatinizi çekmiştir mutlaka. Erdoğan’dan kendi kendini Kürt aydını ilan eden ve gençken‘subay lojmanın önünde bekler, o perdenin gerisindeki hayatı hayal ederdim’ diyen tipe kadar, meşhur merdiven teorisyeni yazardan, bizim son Zübükzade’ye kadar, hepsi ama hepsi – hele şu gözü yaşlı Arınç-çok gergin ve asabiler.
Demek ki itibarsızların itibarlı insanları itibarsızlaştırma çabaları da sızı veriyor. Doğruyu, gerçeği ve onuru kaybetmek gerginlik ve asabiyete yol açıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.