Bahçe kurmadan evvel günlerce internetten araştırdım, mezarlığın yanındaki fidancılarla konuştum, işi bilen insanlardan fikir aldım. Kararı verdim. Anneme de söyledim. Tarlaya ceviz dikeceğim. Kökü Bilecik, gövdesi Şebin, dalları Kaman olacak. “Oğlum öyle olmaz ki” dedi. “Her şey aslına döner sonunda, beş dönümcük tarlaya yazık etme, emeklerin boşa gitmesin sakın, etraftaki bahçelerde büyüyen ağaçlara bak.” “Anne […]
Bahçe kurmadan evvel günlerce internetten araştırdım, mezarlığın yanındaki fidancılarla konuştum, işi bilen insanlardan fikir aldım.
Kararı verdim. Anneme de söyledim. Tarlaya ceviz dikeceğim.
Kökü Bilecik, gövdesi Şebin, dalları Kaman olacak.
“Oğlum öyle olmaz ki” dedi. “Her şey aslına döner sonunda, beş dönümcük tarlaya yazık etme, emeklerin boşa gitmesin sakın, etraftaki bahçelerde büyüyen ağaçlara bak.”
“Anne araştırdım, soruşturdum, şimdi herkes böyle yapıyor hem.”
“Oğlum burası ayaz memleket, buranın rüzgârına ekleme dallar dayanmaz. Urfa’nın fıstığı burada biter mi? Düşün bir, Bursa da zeytin bitiren ağaç burada neden iğde bitiriyor?”
“Ne alakası var canım şimdi?”
“E o zaman onların adını neden Bilecik, Şebin, Kaman koymuşlar?”
“Anacığım bilimsel çalışmalar her yeri her yer yaptı, bak herkes böyle yapıyor.”
“Nasıl bilirsen öyle yap, el sözüyle çiftetelli oynamaya kalkarsan kasnak çalan çok olur. Her yerin her yer olması her şeyin de her şey olması değil ki. Çok emek verdindi de. Bak Raşit biliyor, bu toprağın insanı ona bir sorsaydın” dedi.
“Boş ver Raşit’i, iki köyün arasını çifte pullukla sürmüş kıro, ayıp be, onu da görürüz sonunda.”
“Ne yapsaydı, etraf haramzade dolu” dedi.
Nazilli’den aşılı ceviz fidanlarını getirttim, usulüne uygun diktik. Fidanların hepsi sertifikalı, üç yıl garantili.
İlk yıl kökte bir hareket olmadı ama iyi yaprak verdi, ikinci yıl hiç yaprak yok. Üçüncü yıl hala kurumamıştı ama hareket de yok “Gövdeye veriyor” dedik. Dördüncü yıl toprağın altından sürgün çıkmaya başladı, üst taraflar kurudu.
“Ben sana demedim mi oğlum Raşit’e bir sorsaydın, o iklimi biliyor, toprağı tanıyor diye.”
“Raşit’in nesine soracağım, internet çağındayız anne, sinir etme artık of, bak kökleri hala yeşil, seneye aşı yaptırırım.
“Raşit, Raşit, Raşit. Ben kimim? Kendi toprağımı bilmiyor muyum, kendi ayazımla donarım, kimseye eyvallah etmem.”
Ağaçları yukarı köydeki Raşit’le aynı zamanda dikmiştik, cevizleri kıskanmadım desem yalan olur. Adam ne güzel bahçe yapmış. Az ceviz vardı, ama ceviz de ceviz.
Bir de adamı küçümserdim. Adam ziraata gidip her şeyi öğrenmiş meğer.
Bir ağustos akşamıydı, otlar adam boyu büyümüş, alttaki sürgünleri de göremiyorum. Anlaşılan köklerde de pürç kalmamıştı. Fidan firmasının telefonunda birle dokuz arasında basmadığım tuş kalmadı. Müşteri temsilcisi için bir tuş yok.
Bir sigara yaktım. Kibrit çöpü sönmedi nedense.
Beş yıldır uğraştığım ceviz bahçem şimdi simsiyah ince bir külle kaplanmıştı ama gece vaktinde çatır çutur yanan otların kızıllığında oturmak her şeye değerdi doğrusu.
Raşit traktörünün arkasına bağladığı plastik tankerden ince bir hortumla yanan ağaçlara su fışkırtmaya çalışıyordu.
Yanıma gelip bir sigara uzattı.
“Uzaktan gördüm de geldim Kemal abi, öksüz baba gibisin.”
“Yeni attım, sağ ol, gebertecek bu meret” dedim.
“Yeni çıkmış aldım, ama elin gâvuru icat ediyor be durmadan” dedi, kırmızı bahçe traktörünü göstererek.
“Bu hortum biraz ince olmuş ama” dedim.
İnce alaylı bir gülümsemeyle “ateş doktorun bahçesine sıçramadı ama” dedi.
“Doktor zengin, dokunmaz ona, yansaydı” dedim.
“Kemal abi bu bahçelerde çok hayvan var ama?” dedi.
Allahın kırosu, çok ileri gidiyor, aklımla, bilincimle alay ediyor. Kibarca “Siz ancak sebzeye meyveye bakıyorsunuz, üç dönüm bahçenizdeki tüm canlıların sizin olduğunu sanıyorsunuz” mu demek istiyor acaba? Besbelli onu diyor canım.
…
Eve geldiğimde sanki taziye kabul eden öksüz babalar gibiydim.
Annem meraklı bakışlarıyla sordu “Ne var ne yok bahçede?”
Annem ki yediği hiçbir meyvenin çekirdeğini atmaz biriktirir. Gördüğü her çiçekten bir dal koparıp çoğaltır. Hepimizin “aşısız olmaz” demesine rağmen güllükteki bahçeye diktiği incir ağacından her sabah herkese incir ikram ederdi.
İçim kül rengi, ruhum duman kokuyor gibiydi. Bedenim beynimi taşımak istemiyormuş gibi geldi.
“Öksüz baba ne ola ki” diye düşünüyorum. “Bir şey mi sordu, bir şey mi dedi?”
Tekrar sordu annem “bahçede ne var ne yok”
“Önümüzdeki bahar tekrar dikeceğim” dedim.
Üç cümle etti “Bir laf dinlemedin, benim ömrüm yetmez o cevizlere, Raşit’i kıskanıyor musun?”
Bir anda, içimdeki duman kokusunun soluğumun ciğerlerimden damarlarıma geçmesine izin vermeyen gözeneksiz bir ise dönüştüğünü hissettim. Annemin öksüz halini daha önceleri de görmüştüm.
Annemin öksüzlüğüne bir öksüzlük de ben eklemiş gibiydim.
“Yalan söylemeden yanıtla” dedi içimden bir ses.
“Kıro Raşit’i kıskanıyor musun?”
Bütün hücrelerimden “evet” sesleri geliyordu.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.