Bu yazıda, Polis Vazife ve Salahiyeti Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ya da bilinen adıyla İç Güvenlik Yasa Tasarısını AKP’nin hegemonyasını inşa etmesinde son nokta (şu an için!) olarak tanımlayarak, geriye gideceğiz. Bir zamanlar muhafazakâr demokrat olarak nitelendirilen (kamuoyundaki algısı böyle inşa edilen) AKP’nin aslında iktidara adım atışından itibaren demokrasi ile yakından uzaktan ilgisinin […]
Bu yazıda, Polis Vazife ve Salahiyeti Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ya da bilinen adıyla İç Güvenlik Yasa Tasarısını AKP’nin hegemonyasını inşa etmesinde son nokta (şu an için!) olarak tanımlayarak, geriye gideceğiz. Bir zamanlar muhafazakâr demokrat olarak nitelendirilen (kamuoyundaki algısı böyle inşa edilen) AKP’nin aslında iktidara adım atışından itibaren demokrasi ile yakından uzaktan ilgisinin olmadığını öte yandan otoriter yüzünün kentsel mekânlar üzerindeki uygulamalarından kolaylıkla okunabilecekken bunun ancak Gezi ile mümkün olduğunu iddia edeceğiz.
90’ların sonu, 2000’lerin başı, Avrupa Birliği uyum yasalarının etkisiyle, Türkiye’nin haklar ve özgürlükler alanlarında açılımlar yaşadığı bir döneme denk gelir. 2001 senesinden başlayarak, Anayasa’nın kimi maddelerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) doğrultusunda düzenlenmelerine şahit oluruz. Örneğin, temel hak ve hürriyetler ile ilgili 13. ve 14. Maddeler, polisin arama yetkilerini kısıtlayan Özel Hayatın Gizliliği başlıklı 20. Madde ve Konut Dokunulmazlığı başlıklı 21. Madde, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkımızı demokratik bir biçimde yeniden düzenleyen ve “Herkes önceden izin almadan…’’ diye başlayan 34. Madde ve benzeri değişiklikler. Bunların bir kısmı her ne kadar beklenen mükemmel demokrasiyi sunamasa da 12 Eylül Anayasası’nı delici, olumlu adımlar olarak değerlendirilebilir.
2002 seçimlerinden zaferle çıkarak tek parti hükümetini kuran AKP, askeri vesayet karşısında elini güçlendirecek olan AB sürecine devam eder. 2004 senesinde, Kanun Önünde Eşitlik başlıklı 10. Madde’de yapılan değişiklikle kadına yönelik olumlayıcı eylem (uluslararası insan hakları literatüründe sonradan değiştirilen tanımıyla pozitif ayrımcılık) Anayasa’ya girer. Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma başlıklı 90.Madde’ye de, çok önemli olarak “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, milletlerarası andlaşmalar esas alınır’’ cümlesi eklenir. BM Sistemi’nin Evrensel Beyanname ile birlikte üç önemli ayağından ikisi olan ve İkiz Sözleşmeler (1966-yürürlüğe giriş 1976 ) olarak tanımlanan Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik Toplumsal Kültürel Haklar Sözleşmesi de 2003 senesinde bir kısım maddelerine çekinceler ile TBMM’de onaylanır. Türkiye Cumhuriyeti’nin, sözleşmeleri imza tarihi ise 2000’dir. Bu iki önemli sözleşmenin çok uzun yıllar imzalanamama nedeni de, imzadan sonra Meclis onayı için 3 sene bekletilme nedeni de “Kaderini Tayin Hakkı’’ başlıklı Madde paranoyasıdır! Yine bu dönemde azınlıklar ve vakıflar ile ilgili olumlu adımlara da şahit oluruz.
Öte yandan, ileride memleketçe yaşayarak öğreneceğimiz üzere insan hakları sözleşmelerine imza atmak uygulanacakları anlamına gelmemektedir. “Demokrasi bir araç’’ olarak da kabul edilebilir!Anayasal açılımları ve uluslararası sözleşmelere atılan imzaları gerçeklerle karşılaştırdığımızda, ortaya bambaşka bir tablo çıkar. Yukarıdaki örneklerden yola çıkarsak, Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2002-2009 arasında kadın cinayetleri %1400 artmıştır[1]; şiddet, tecavüz, taciz kim bilir %1000 kaçtır? Kürtajın yasalara rağmen fiilen olanaksızlaştırıldığı, 3 çocuk dayatmalarının, kadını kamusal alanlar ve iş yaşamından çıkartan dolaylı uygulamaların, baskıların giderek arttığı eril bir düzen inşa edilmektedir. Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 11. Maddesi bağlamında Konut Hakkı üzerine 4 Numaralı Genel Yorum ile Zorla Tahliyeler üzerine 7 Numaralı Genel Yorum, rantsal dönüşüm /yenileme projeleri nedeniyle en çok ihlal edilenler olur. Ayrıca, daha sonra, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu (PVSK) (2007) ve Terörle Mücadele Kanunu’nda (2006) yapılan değişiklikler ile emniyet güçlerinden alınan yetkiler, dönemin küresel güvenlikçi atmosferine de uygun biçimde, birer ikişer iade edilirken bugün tartıştığımız faşist yasaya gidişatın kilometre taşları da döşenecektir. Burada bahsedilmesi gereken kritik nokta, 2007 tarihli PVSK taslak metni 55 madde içerirken bunlardan sadece 8’inin kanunlaşabildiğidir[2]. Bugün “Ya öyle Ya böyle’’ dayatmacılığındaki AKP’nin hegemonya inşa sürecini göstermesi açısından önemlidir. Karşımızda bir eliyle verdiğini, öbür eliyle hem de fazlasıyla geri alan bir iktidar vardır.
AKP’nin siyaseten yükselişine dönersek, iktidara gelmesinden itibaren liberallerin ve kamuoyunun “sol’’ olarak tanımladığı kimi isimlerin ve çevrelerin destek ve ittifakını kolaylıkla ardına alır. Vesayetçi demokrasinin, askeri sultanın, Kemalizm’in monşerler devletinin karşısında muhafazakârlar gerçek demokrasiyi inşa etmektedirler. Birikim’in AKP’nin seçim zaferi ertesindeki sayısının ‘’Muhafazakâr Demokrat Devrim’’ başlığıyla çıkması, Taraf gazetesinin askeri vesayeti ile ceberut Kemalizm’i öne çıkartarak AKP’ye demokrat kimlik biçme gayretkeşliği, yaşam hakkı ihlallerinin ve polis şiddetinin tavan yaptığı günümüzde buhar oluveren Genç Siviller eylemcilerinin, askeri vesayete karşı başörtülü-başı açık “çoğulcu’’! AKP demokrasisinde el ele birleşmeleri bu günlere denk düşer. AB fonlarından nemalanmak üzere çoğu eski solculardan oluşan STK’ların pıtrak gibi ortaya çıktığı (ve sonra kendiliğinden kapandığı!) insan hakları projeciliğinin insan haklarının güçlendirilmesi sanıldığı bulanık ortamda sapla saman karışır.
AKP’nin, Derviş’in ekonomik politikalarından devamla dört elle sarıldığı neoliberal yeniden yapılandırma sonucunda birer ikişer kadük edilen ekonomik ve sosyal haklar, ihlal edilen sosyal devlet normları, özelleştirmeler, piyasalaştırmalar….İnsan haklarının ayrılmaz bütünlüğü ve birbirlerini etkilemeleri prensipleri bizzat hak STK’larınca göz ardı edilir. Emekçilerin ve kent yoksullarının AKP tarafından içine düşürüldükleri ekonomik darlıklar üzerinden AKP himayeciliği ve yardımsever AKP belediyeciliği yükselir. Sınıf içeriğinden yoksun, ekonomik sosyal hakları göz ardı eden analizlerde AKP’ye prim getirecek noktalar ön plana çıkartılır. Özetle, Deniz Yıldırım’ın vurguladığı üzere, ‘’AKP hegemonyasının en çok da ideolojik düzeyde yeniden üretilmesini sağlayan; ona statüko, askeri vesayet, merkezin otoriter güçleri karşısında demokrat ve hatta devrimci roller yükleyen; diktanın böyle inşa edilmesine başından beri ideolojik harç taşıyan…[3]’’ düşünce iklimi adım -adım inşa edilir.
Öte yandan, bu tozpembe tabloyla tamamen uyumsuz olarak AKP hegemonyasının en görünür olduğu alan kentsel mekânlardır. 2002’den itibaren ardı ardına çıkartılan yasalar eliyle önce TOKİ’nin hegemonik biçimde yeniden yapılandırılması, daha sonra 2011’de kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vasıtasıyla da yerel politikaların ve kararların merkezileştirilmeleri, dozer yasalar olarak dönüşüm/yenileme/afet yasaları, mahalle yıkımları, zorla tahliyeler, emekçi ve alt gelir gruplarına dayatılan TOKİ siloları… Bitmedi, kent mücadelesindeki her hukuki kazanım sonunda yeniden çıkartılan yasalarla kadük edilen hukuk, cim karnında nokta plan değişiklikleriyle iptal edilen planların yeniden kotarılışı, tarih ve kültür varlıklarını yağmalayan, yeşil alanları, yaşam alanlarını talana açan, kamu yararı yerine sermaye yararını gözeten projelere karşı çıkan koruma kurullarının dönüştürülüşü, meslek odalarının yetkilerinin tırpanlanması, mahkemelerin yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen devam eden inşaatlar, hukuku alenen çiğneyen mülki amirler ve tekmili birden mekan üzerinden hukukun hiçe sayılışına, kentsel kamusal alanlar üzerindeki haklarımızın tepeden inme projelerle ilga edilişine, hegemonyanın giderek azmanlaşmasına şahit oluruz. Otokrat, babasının çiftliği misali (Alev Alatlı Orwell’i bu nedenle anmış olabilir mi?!) kentin merkezinde kim kalacak kim göç edecek tayin eder. Hangi kamusal alanı/binayı/parkı kime verecek, kim nerede ne kadar kentsel rant sağlayacak, kupon araziler nasıl yağmalanacak her şey hesaplı kitaplıdır. 2011 seçimlerinden bu yana tepeden inme çılgın projeler olağanlaştırılır, büyüme adına alkış tutulur, yaratacakları ekolojik ve toplumsal yıkım ise özenle gözlerden kaçırtılır.
Ta ki arsızlık elini o 3-5 ağaca uzatana dek! Otokrasinin kötücül yüzü işte oradan ülke boyunca sırıtıverir. Gezi, o zamana dek görülemeyeni görünür eder; dahası, kent mücadelesinin ekolojik mücadeleye eklemlenebilmesini de mümkün kılar. Kent ve kır mücadelesi süreç içinde omuz omuza değerek güçlenmeye ve talan projelerine karşı barikat olmaya durdukça, yağma düzenini her pahasına sürdürmek isteyen neoliberal otokrasi de hegemonyasını polis şiddeti, gösteri ve yürüyüşler ile demokratik protestolara karşı tahammülsüzlük ve son kertede faşizmin yasası PVSK üzerinden yeniden ve çok daha güçlü tanzim sürecine girer.
PVSK kuşkusuz kent ve kır mücadelesini etkileyecektir. Öte yandan, ana damarlar tıkandığında onların vazifesini üstlenen kılcal damarlar misali mücadele bambaşka yollar bulacak, başka damarlardan akacaktır, kuşkumuz yok. Ama burada otokratın kendine sorması gereken, sınırsız şekilde destek çıktığı yağma ve talan sermayesinin eline verdiği kozlar ile ve ardına koyduğu bu faşist yasa ile nasıl bir Frankeştayn yaratmakta olduğudur!
[1] ‘’Kadın cinayetleri yüzde 1400 artış gösterdi’’ http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25024737/
[2] Bedri Eryılmaz. ‘’Bir Adım İleri İki Adım Geri’’ http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2007-3/7.pdf
[3] Deniz Yıldırım. ‘’Karşı Hegemonya’’ http://ilerihaber.org/yazarlar/deniz-yildirim/karsi-hegemonya/550/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.