Üç dönem kuralı ve önseçim, siyasette kontrollü yenileşme için iyi bir vesile olabilir. Yeter ki üç dönem “Üç dönem Ankara’da, üç dönem yerelde belediyede” düsturuyla, önseçim de “Ben delegeyi seçeyim, delege de beni” mantığıyla işletilmesin, ruhuna uygun olsun “Acaba AKP içinde çatlak mı var?”, “Çatlak derinleşiyor mu?” konulu haberlerin Bülent Arınç’tan sonra pabucu dama atılan […]
Üç dönem kuralı ve önseçim, siyasette kontrollü yenileşme için iyi bir vesile olabilir. Yeter ki üç dönem “Üç dönem Ankara’da, üç dönem yerelde belediyede” düsturuyla, önseçim de “Ben delegeyi seçeyim, delege de beni” mantığıyla işletilmesin, ruhuna uygun olsun
“Acaba AKP içinde çatlak mı var?”, “Çatlak derinleşiyor mu?” konulu haberlerin Bülent Arınç’tan sonra pabucu dama atılan aktörü Abdullah Gül, milletvekilliğine yeniden aday olmayacağını kibarca açıkladı ve İslam Kalkınma Bankası’nda görev aldı. Görece önemsiz bulunduğundan olacak ki haber bültenlerinde sadece altyazıyla geçiştirildi. Oysa Clinton’ın hala konuşmalarından büyük paralar kazandığı, Schröder’in Ruslara danışmanlık yaptığı bir dünyada, trende oldukça uygun bir hareket, ve fakat siyaset algısı memleketim topraklarıyla sınırlı yorumcular içinse bir nevi tenzil-i rütbe. Gül’ün milletvekilliğine dönmeden bu şekilde devam edecek olması, isminin ilerde uluslararası kurumlar için yapılacak başkanlık seçimlerinde aday olarak telaffuz edilmesi için de bir şans.
Abdullah Gül’ün yeniden siyasete dönmesi için pek çok kişi duaya durdu. Gül’e bağlanmış bir siyasi kariyer de olabilir bunun nedeni, Erdoğan’a bayrak açmak isteyip de kendisine sancaktar arayanlar da. Tarhan Erdem’e göre, Gül’ün siyasal hayattan çekilmesi kendisine ve halkına haksızlık. İleri yaşının getirdiği muhafazakârlıktan olacak, AKP’nin 3 dönem kuralını da anlamsız bulan Erdem, Gül’ün açıklamalarından geleceğinin ne olacağını anlamadığını söylüyor, bahsettiği açıklama da şu: “Herkes biliyor ki ben AK Parti’nin kurucusuyum. Kurucusundan da öte, kuruluş sürecini, o zamanki yenilikçi hareketle birlikte, herkes hatırlar, sonra da partinin bütün Türkiye’deki reformcu çalışmalarını, Türkiye’deki yapısal değişiklikleri hep beraber yaptık. İçeride, dışarıda büyük başarılar hep elde ettik. Cumhurbaşkanı olduğum süre içerisinde partiler üstü durmaya gayret ettim. Cumhurbaşkanlığı bitince de nihayet partime döndüğümü söyledim. Bu şu anlama geliyor: Tabii ki de arkadaşlarımın başarısının, arkadaşlarımın her bakımdan Türkiye’ye daha çok başarılı hizmetler yapmalarını hep destekleme anlamındadır.”
Gül’ün açıklamasını hiç lüzum yokken Türkçe’den Türkçe’ye tercüme etmek gerekirse “O zaman biz yeniydik, yapacağımı da yaptım, şimdi yeni bir yeni lazım, mümkünse bu da bizim partimiz içinden çıksın, ben de bu arkadaşları destekleyeceğim.” Oysa Erdem ve medyanın Erdoğan’ın Gül’ün üstünü çizdiği soslu genel görüşüne göre, Gül siyaset dışına itiliyor, Meclis’e gir(e)mezse siyaset yapamaz ve yeni gelenler, deneyim sahiplerinin etkisi dışında siyaset yapabilir. (Allah korusun Meclis’e gençler girerse halimiz nice olur?) Öyle ya, devlet yönetme çoluk çocuğa bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir ve öyle ya, bu zamana kadar “başımızda bulunan bir büyük”lerden memleket olarak çok memnun kaldık.
Abdullah Gül’ün 65 yaşındaki erken emekliliğine üzülmeden önce, karşılaştırma bakımından güncel siyasete ve geçmişteki durumlara da bir bakmak gerek. Halen aktif siyasette olan Bahçeli’yle Kılıçdaroğlu 1948 doğumlu, başbakanlık kovalıyorlar ve daha da kovalayacağa benziyorlar. Abdullah Gül 1950 doğumlu ve aktif siyasette çıkabileceği en üst yerlere zaten çıktı. Şu saatten sonra tekrardan milletvekilliği için başvurmak, İnönü’nün sonunu kendine istemek demek: Koca İsmet Paşa, o kurt siyasetçi kocayınca, arkasına sığınanların kendi siyasi ikballeri uğruna onu o yaşında parti içi mücadelelere sokmasıyla maskara olmadı mı? Ecevit’in söylemine karşı söylem üretemeyenler, koltuk kapma uğruna hem de 1972 gibi geç bir tarihte İnönü’nün titreyen gölgesine sığınmadılar mı? İnönü gibi bir ismi deviren Ecevit, son başbakanlığı döneminde yaşıyla ilgili seviyesiz esprilere maruz kalmadı mı?
Tarihinden örnek çaldığımız CHP’de anlamsız bir heyecan var şu: Önseçim. Mantığı gereği yeni kadrolara yer açması beklenen, partiye örgütlerinde hizmet verenlerin öne çıkmasını sağlaması gereken ve merkezin tahakkümünü kırmak amacıyla bir araç olarak kurgulanan önseçim, en azından uzaktan görüldüğü kadarıyla, CHP’de yılların siyasetçilerin kendilerini örgüte onaylatarak merkezde edecekleri kavgada ellerini güçlendirme işlevi görüyor. Eğer Önder Sav “Ben bir önseçim sevdalısıyım” diyor, Kadıköy’ün Süleyman Demirel’i Selami Öztürk yine selam gönderiyor, düşman kardeşler Baykal’la Sarıgül önseçim için koşturuyor ve tüm bunların sonucu olarak Kılıçdaroğlu da İzmir’den önseçime giriyorsa, klasik manşet yine atılabilir: “CHP yine karıştı.” Kaldı ki, Sav’ın önseçim sevdalısı olduğu bir önseçimden herkesin huylanması gerekir.
CHP içinde önseçimde yarışacak olanlardan Sarıgül 1956 doğumlu ve hala “değişim” vaat ediyor: “Değişmeyen tek şey, değişim sloganının kendisidir.” Erdoğan 1954 doğumlu ve bir yere kadar bu iki isim benzer yaşam öyküsüne sahip, hatta seçmen kitleleri de, en azından Sarıgül CHP’ye geçene kadar, üç aşağı beş yukarı aynıydı. Kendi kuşağından birine, hem de benzer öykülere sahip ve aynı kitleye oynayan iki kişiden biri siyasette alabildiğine yükselmişken, öbürü hala milletvekilliği için uğraşıyorsa, hem de henüz 31 yaşında kazandığı bir sıfatın peşine, 60 yaşına gelmişken tekrar düşüyorsa, sizce bir yerde yanlışlık yok mu?
Bir de seçilmelere doymamışlar var. Meclis’te fosil olmak için öncelikle partide önseçime girecek adaylardan Baykal 1938, Sav 1937 doğumlu. Kaç dönemdir Meclis’in ilk oturumunu hep CHP’den bir isim yönetiyor: Şükrü Elekdağ’dan görevi Oktay Ekşi aldı ve bu yaş grubu CHP içinde hiç de azımsanacak bir noktada değil. Gençlere tavsiye verme yaşında olanlar, gençlerin önlerini nasıl tıkasak da yerimizi sabitlesek peşinde koşturuyorlar. Bu gidişle CHP’nin 1930’lar ve 40’larda doğan kuşağı, Meclis kürsüsünde konuşma yaparken fırlayan takma dişlerini toplamak zorunda kalacak ya da CHP yasama dönemine 125 vekille girip 87 vekille tamamlayacak ve Meclis düzenli olarak “Cenaze nedeniyle kapalıyız” moduna girecek. Erdem’in dediği, yeni gelenlerin deneyimlerinden yararlanacağı isimler CHP’de aşırı fazla, peki bu kadar deneyim ne işe yarıyor? Aynı yerde uzun süreli durmak çürümenin de sebebi olmaz mı?
“Siyasetçilik” bir meslek değildir, hangimizin mesleğe devamı için dört-beş yılda bir bütün ülke seçime gidiyor? İdeal anlamda siyaset, herkesin hayatında bir dönem yapıp çekilebileceği, herkesin yarışmasının adil olması gereken kısa süreli bir görevdir, bir bisiklete sırayla binen çocuklar gibi. Bunu başarmak için gelmesini bildiği gibi gitmesini de bilen siyaset insanlarına ihtiyacımız var. Bu bağlamda “Gül’le Erdoğan’ın arasındaki çatışma derinleşiyor”, “CHP’de yeniden aday olmayan Hüseyin Aygün, Şafak Pavey’in dertleri ne?” dedikoduculuğuyla düşünmektense, bu isimlerin siyasette pek alışılmış olmayan tavırlarını desteklemek, Gül’ün arkadan gelenleri destekleyeceği minvalindeki açıklamasını alkışlamak, Pavey’in henüz bir dönem milletvekilliği yapmış olmasına ve bu yaşına rağmen “Gençlerin önünü açmak için aday olmuyorum” lafına hayranlık duymak gerek. Üç dönem kuralı ve önseçim, siyasette kontrollü yenileşme için iyi bir vesile olabilir. Yeter ki üç dönem “Üç dönem Ankara’da, üç dönem yerelde belediyede” düsturuyla, önseçim de “Ben delegeyi seçeyim, delege de beni” mantığıyla işletilmesin, ruhuna uygun olsun.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.