Geçtiğimiz hafta Ergin Yıldızoğlu’nun kaleme aldığı “Genel seçimler yaklaşırken bazı düşünceler” makalesi, seçim öncesinde sol siyasi öznelerin nasıl tavır alacağı, aldıkları tavrın ne gibi sonuçlar doğurabileceğine ilişkin bazı öngörüler içeriyordu. Bilhassa üzerinde durulması gereken noktalardan birisi “Her iki olasılıkta da sosyalist hareketin farklı kümelerinin hedeflerini ortaklaştırması, güçlerini birleştirmesi, mücadele ve savunma kapasitelerini arttırması gerekiyor” cümlesiydi. […]
Geçtiğimiz hafta Ergin Yıldızoğlu’nun kaleme aldığı “Genel seçimler yaklaşırken bazı düşünceler” makalesi, seçim öncesinde sol siyasi öznelerin nasıl tavır alacağı, aldıkları tavrın ne gibi sonuçlar doğurabileceğine ilişkin bazı öngörüler içeriyordu. Bilhassa üzerinde durulması gereken noktalardan birisi “Her iki olasılıkta da sosyalist hareketin farklı kümelerinin hedeflerini ortaklaştırması, güçlerini birleştirmesi, mücadele ve savunma kapasitelerini arttırması gerekiyor” cümlesiydi. Yıldızoğlu HDP’yi ve seçim öncesi işbirliklerini de dâhil ettiği siyasal bileşkede HDP’nin barajı geçmesi için desteklenmesi durumu üzerinde duruyor, bunun geometrik olarak artacak “bir güç çarpanı yaratabilmesine” dikkat çekiyordu. Buradan hareketle seçimlerden önce gerek köşe yazılarında gerek sohbetlerde gerekse sosyal medyada en çok dillendirilen ihtimaller üzerinden akıl yürütmeye devam etmek istiyorum.
Yöntemsel açıdan ihtimalleri irdelemeye çalışalım. Sol muhalefetin seçimlere birkaç ay kalmışken önünde iki seçenek var: Ya seçimlerde yer alacak ya da seçimi boykot edecek. Burada boykotu eleyenler başka bir alt-kümeye yöneliyor. Seçimlerde hangi partinin veya oluşumun içinde yer alacaklarına karar verecek. Buna küme diyorum çünkü her kümenin içinde bir veya birden fazla siyasi özne olduğu gibi farklı kümelerle kesişimler de ihtimaller dâhilinde. Objektif olarak sol-sosyalist partiler arasında iki siyasi küme öne çıkmış durumda: Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Birleşik Haziran Hareketi (BHH). Birisi parti diğeri hareket formunda örgütlenen, birden çok farklı siyasi özneyi içermesi gibi nitel ve nicel özellikleri bu oluşumları belirgin kılıyor.
Her iki oluşumun arasında farklar da mevcut: Gerek kitleleri ve siyasi yapıları bir araya getiren iç dinamikleri, gerek bileşenlerin öncelikleri, gerekse siyasal-ideolojik motivasyonları birbirinden ayrı ayrı. Ne var ki, rejimin otoriter-diktatöryel eğilimlerine, tekçi siyasal anlayışına, gündelik yaşamın İslamizasyonuna karşı çıkışları bakımından benzerlikler de mevcut. Bu da seçim öncesinde farkları ve benzerlikleriyle, iki siyasal çizginin ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceği düşüncesini kuvvetle tartıştırıyor. Şayet iki oluşumun aralarında birbirine karşı direnç noktaları da bulunuyor ve bunlar siyasal kurgulanış anından itibaren somutlaştığından aşılması zor izlenimi uyandırıyor. İsterseniz bunları kısaca açarak ilerleyelim.
HDP
HDP, BHH’ye ve diğer siyasi partilere nazaran, omurgasını Kürt sorununun “barışçıl çözümüne” dayandırıyor. HDP içinde nicelik itibariyle Kürt Hareketinin ağırlığı olmakla birlikte sol çizgiyi temsil eden başka partiler de yer alıyor. HDP’nin benimsediği siyaset formatı ise, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana, “radikal demokrasi”. Laclau ve Mouffe’un mimarı olduğu, sınıfsız hegemonya tasvirine dayanan, sınıf siyasetini ikincil bir kategoriye yerleştiren “demokrasi” mantığını sosyalist ideolojiyle uyumlulaştırmaya çalışan bu yaklaşım, partinin “yeni yaşam” söylemiyle birlikte merkezinde yer alıyor. HDP’nin bu anlamda bir “Türkiye partisi” olarak kurgulanmasında bu söylem ve yaklaşım görünür yüzü kılınmaya çalışılıyor. Ne var ki “radikal demokrasi” HDP’de de özümsenmiş değil ve HDP dışından, başta HDK içinden, sosyalist bileşenlerinden tepki çekiyor. Ancak HDP, siyasal kompozisyonun hem bir ulusal hareketle desteklenmesi hem de siyasal amaçlarında iç-tutarlılığını kaybetmemesi gibi etkenler nedeniyle avantaja sahip ve iç-çelişkilerini bu avantajı sayesinde geçici olarak askıya alabiliyor.
HDP’nin “Türkiye partisi” olma yolundaki en önemli deneyimi Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. Demirtaş’ın güçlü belagate sahip karizmatik figür olarak öne çıkması, HDP’nin konumsal avantajını daha da pekiştirdi. Rejimin otoriterleşmesine karşı “yeni yaşam” üzerinden iyi bir hitabetle sunulan avantaj kendisini yaklaşık 4 milyonluk oy ve yüzde 9,76’lık oy oranıyla gösterdi. HDP açısından moment değiştirme isteğini arttıran bu olay, siyasal teamüllere bakışını farklılaştırdı.
HDP’nin taktiksel perspektif değişikliğinde ilk dile getirdiği şey, Haziran seçimleri öncesi seçim barajının kaldırılması önermesi oldu. Bağımsız girmek yerine parti olarak gireceğini açıklayan HDP, oy oranlarındaki artışa ve tabandaki yükselişe güveniyor. HDP, mecliste yer almamasının kritik bir siyasal boşluğa yol açacağının farkında ve bu boşluk hem HDP hem de AKP açısından, boşluğun nasıl doldurulacağına dair (çelişkisel) bir sorunsalı içeriyor. HDP’nin yüzde 9’larla baraj altında kalmasının parlamenter sistemi ve siyasal hesapları kilitleyeceği şüphesiz. AKP’nin “ileri demokrasi” söyleminden elinde son kalan çözüm sürecinin legal muhatabının meclis dışında kalması, AKP’yi yeti kaybına uğratacaktır. (HDP, bunun da farkında.) CHP’yi MHP’yi “Sivas’ın ötesinde siyaset yapamamakla suçlayan” AKP’nin çözüm süreci üzerinden bağının kopması, eleştirdiği muhalefet partileriyle aynı klasmana düşme ihtimali taşımaktadır. Ancak HDP’nin meclise girememesi AKP’nin “iç güvenlik paketi” olarak telaffuz ettiği, zorla zırhlandırılmış hegemonya koşullarını tahkim edeceği koşulları gerekçelendirmesi için de imkân sunacaktır. Kobanê protestoları sırasında hükümetin övündüğü çözüm sürecinin hesaplamalar dışında zincirleme toplumsal reaksiyona dönüşmesi üzerine alelacele çıkartılan güvenlik paketi, HDP’siz bir meclis ortamında, toplumsal yaşamın tümüne genellenecektir. (Bunun en somut örneği, güvenlik paketinin pilot ili, Cizre’ydi.)
HDP’nin taktik manevralarında öngörüler dışında bir alanın yer aldığını söylemek lazım: Gerek iktidara gerek muhalefete yakın saha araştırmaları, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin seçmenler açısından genel ve yerel seçimler kadar önemli görülmediğini, seçimin mahiyetinin kavranılmadığını ve katılımın düşük olduğunu gösterdi. 2014 yılındaki iki seçimi ampirik olarak inceleyelim: Gezi ve yolsuzluk operasyonlarının sıcaklığında, siyasi iktidar tarafından “İstiklal mücadelesi” söylemi eşliğinde, genel seçim havasında örgütlenen, 30 Mart Yerel Seçimleri’nde 46.924.877 kişi oy kullandı; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise oy kullanan seçmen sayısı 41.283.627 idi.
Üç adaylı seçimde, AKP’ye oy vermeyecek seçmen açısından İhsanoğlu ve Demirtaş seçenekleri vardı. CHP-MHP-Cemaat konsorsiyumuyla İhsanoğlu adaylığı, sadece sosyal-demokrat ve ulusalcı değil, milliyetçi seçmende de oyların kayışı olarak cisimleşti. Cemaat ve MHP’den kayan oylar AKP’de toplanırken CHP’den ve partilere angaje olmayan (pasif-rıza sergileyen) seçmenlerden kayan oylar Demirtaş’ta kümelendi. Demirtaş, HDP’nin söylemlerinin taşıyıcısı olarak, kamuoyundaki olumlu ve genç imajı ile İhsanoğlu’nun oylarını törpüledi. Bu başarı, söz konusu konjonktüre özgüydü. Şimdiyse seçim barajını bu başarıya güvenerek zorlamak bir risk teşkil ediyor. Riski gören HDP, 2015 seçimlerinde, hem Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki, hem Kobanê zaferindeki, hem de Syriza’nın iktidarı ve Syriza ile kurulan benzerliklerin sağladığı rüzgârla seçim barajını atlatarak, kalıcı bir şekilde siyasal düzleme yerleşmeyi amaçlıyor.
Somut olan üzerinden ilerlersek, HDP için Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki seçmen psikolojisinin ve davranışının nüksetmesini beklemek aşırı iyimser bir tutum olur. Ayrıca seçim zamanı HDP’nin göstereceği adayların profilleri, bu isimlerin sola yakınlıkları, rejimle kurdukları ilişki biçimleri kritik birer belirleyicidir. Enstantaneler üzerinden düşünelim: Sırrı Süreyya Önder’in Yüce Divan oylamasında iktidar partisi mensupları ile kurduğu yakınlık, HDP’li veya HDP’ye sıcak bakan tabanda hoşnutsuzluğa yol açmıştır. Bu isimlerden birisi, Roboski katliamını aydınlatmak bir yana bunu öteleyen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile Önder’in sıcak davranışları HDP içinden ve sempatizan düzeyindeki kişilerden tepki toplamıştır. Bu ve benzeri durumlar, hem AKP’den muzdarip ve rahatsız seçmenle hem de ittifak yapılması muhtemel öznelerle HDP’nin kuracağı siyasal ilişkiyi doğrudan etkileyecektir. Başka bir örnekten hareket edelim: AKP’nin hukuk ilişkilerini kendisine göre tanzim ederek devlet aygıtı içinde güçlendiren 2010 Referandumu’nda AKP projesine “yetmez ama evet” diyerek destek olan Mithat Sancar, 2015 genel seçimi öncesinde HDP’den aday olacağını açıkladı. O dönem AKP’nin “demokrasi mücadelesi” ve “darbelerle hesaplaşma” söylemini savunan bir ismin rüzgârın tersine döndüğü ortamda AKP’nin karşısında, muhalefet partilerin birisinde yer alacağını açıklaması, toplumsal muhalefetteki seçmenler açısından Numan Kurtulmuş vakası olarak zihinlerde somutlaşır. Bu yöntemsel bir hatırlamadır. Malumunuz Kurtulmuş, HAS Parti Genel Başkanı olduğu sürede AKP’yi eleştirirken, kendi çıkarı doğrultusunda AKP’ye transfer olmuştur. Şuan benzer bir durum Sancar için geçerlidir; AKP’ye entelektüel olarak yakınlaşan bir ismin seçimlerde AKP’nin karşısında yer alması “masumane” görülmeyecektir çünkü Sancar ve diğer sol-liberallerin çoğunluğu, Referandumla birlikte dolaylı veya dolaysız yol açtıkları toplumsal maliyet için özeleştiri vermiş değildir. HDP’nin bu tip siyasal konumu paylaşmış isimleri aday gösterirken ince eleyip sık dokuması gereklidir çünkü rejime muhalif seçmenlerden HDP’ye gelmesi muhtemel oy oranlarını olumsuz etkileyebilir.
BHH
HDP ile karşılaştırıldığında, BHH hem siyasi parti formunda değildir, hem de yerleşiklik sürecini tamamlayamamış durumdadır. Yolun başındaki BHH bileşenleri üç ilkeyi hareketin odak noktasına almıştır: Halkçı-kamucu program, laik ve bilimsel eğitim, rejimden duyulan rahatsızlık. Şu an için BHH’de kişisel ve kurumsal temsil likiditesi oldukça yoğundur fakat program üzerinden azami mutabakat sağlanmış durumdadır. HDP’nin “radikal demokrasi” formatını eleştiren bir bileşen yapısına sahip BHH, laiklik ve sınıf belirlenimi eşliğinde Kürt Hareketi ile kinetik bir siyasallık yakalayabileceğini düşünmektedir. Belirtmek gerekir ki Hareketi bağlayıcı görüşler olmamasına karşın, Merdan Yanardağ’ın söyleşisindeki gibi zımni veya sarih şekilde HDP’yi eleştiren açıklamalar da gelmektedir. Farklı tonlardan açıklamaların nedeni temsilde çokluk özelliğidir.
BHH’nin karakteristiğinde bulunan rejimin siyasaların ve siyasetinden rahatsızlık durumu, çözüm süreci üzerinden HDP’yi de dolayımlayan en temel noktadır. Çünkü Kürt Hareketi içinde de bir kesim tarafından irrasyonel bir hale dönüştüğü düşünülen çözüm süreci, siyasal ittifakı hem sağlayabilecek hem de bozabilecek türdendir. Şüphesiz çözüm sürecinin içeriğinde çok fazla denklem ve değişken yer almaktadır ancak BHH’yi destekleyen kitle profili açısından “rejim ile pazarlık süreci” imajı, kanaatleri öncelikle belirlemektedir. HDP ile BHH arasına –ipso facto– mesafe koyma girişimleri bazı kesimlerde “çözüm süreci”nden başlamakta, bu da direnç noktalarını kuvvetlendirmektedir.
BHH henüz seçimlere dair resmi bir açıklamada bulunmadı ve birbirinin aksi yönde görüşler de geliyor. Ancak kamuoyunda iki yaklaşım/beklenti çok sık dillendirilir halde. Birisi CHP ile diğeri HDP ile belirli şartlar etrafında parlamenter seçeneği zorlamak. İkisinin aynı anda olması zor görünmektedir çünkü CHP, Kürt Hareketi/HDP ile arasına mesafe koymayı tercih etmiş durumdadır. CHP’nin sağ/muhafazakâr seçmenle yakınlaşma hamlelerinin arttırdığı bir dönem olması mesafeye neden olmuştur.
Oldukça erken bu tahminler gerçekleşirse, BHH açısından avantajlar ve dezavantajlar söz konusudur. Avantajlardan başlarsak, CHP veya HDP gibi yerleşik partiler aracılığı ile parlamentoda yer almak ihtimaller dâhilindedir; hattı zatında birden fazla vekilin girmesi durumunda HDP’nin ilk dönemi gibi, BHH’li vekiller istifa ederek grup kurulabilir. Lakin HDP veya CHP’nin vekil kontenjanını kaç adet belirleyeceği, adayların belirlenmesinde müdahil olup olmayacakları ayrı birer sorudur. Örneğin HDP’ye uzak duran, bunu açıklaması ile dile getiren Merdan Yanardağ’ın veya benzeri bir pozisyondaki ismin CHP aracılığıyla BHH vekili olması BHH-HDP diyalogunu nasıl etkileyecektir?
Dezavantajlar ise daha akılda kalacak türdendir: Kendi güç kapasitesini hesaplamadan başka bir parti vasıtasıyla seçimlere girmesi BHH’yi gerek kendi potansiyelini sorgulama bakımından gerekse üçüncü bir tercih olarak sunulan alternatif fikrini zayıflatması bakımından ikircikliğe sahiptir. Buradan yaklaşıldığında, BHH’nin diğer partilerle eşit ilişki kurmasında etkili olacak şey, kendi meclislerinden çıkaracağı adaylardır. BHH, seçim düzleminde, konsolidasyonunu gerçekleştireceği süreçte, bölgesel bir kampanya ile kendi öz-dinamikleri ile tek bir aday dahi çıkartabilirse, “parlamenter-demokrasi engelini” öz-gücüyle aşabilirse, BHH’nin kuruluş amacı ve siyasal seyri arasındaki örtüşme daha kuvvetli hale bürünür. Parlamento, bu noktada, kuvvetden fiile sembolik bir anlama sahip olur.
İttifak
Zaafların ve zayıflıkların apolojistliğini yapmadan, çoğu kişinin aklındaki fikir şu diyebiliriz: AKP’ye karşı sağı dışarıda bırakan, tüm solu kapsayan, solun merkezine yerleşecek bir birlik ideasıdır. Buna idea demek doğru; Alain Badiou Kant üzerinden ‘idea’dan bahsederken düzenleyici ve kurucu yönü olduğunu söyler. Bizde de bu tip bir idea ile sol muhalefetin düzenlenmesi ve muhalefetin erklerde söz sahibi olarak kurucu bir yönü olması eğilimi, parçalı ve tekil de olsa, yoğunlaşmaktadır. Bu ideada bazılarınca birliğin ölçeği CHP’yi alacak kadar genişlemektedir. Ancak hâkim eğilim, BHH ve HDP’nin ilkesel düzeyde, siyasal mukadderat ortaklığından ziyade seçim düzeyinde ittifakıdır. Bu ittifakta arzulanan, sınıf siyasetini içeren; Kürt halkı ile sınıf ve laiklik üzerinden, Türk halkı ile Kürt Sorunu üzerinden irtibatlar kurabilecek; rejime karşı “halkların birliği” seçeneğini filizlendirmektir. Bu seçenek, optimumdur ve taban düzeyinde sorgulanmaya da müsaittir. Seçime endeksli ittifak fikrini kimisi pragmatik yönü ağır olmasından ötürü kısa ömürlü değerlendirirken, kimisi ilkesel programın süreklilik kazanacağı bir örgütsel mantığa dönüşmesini beklemektedir. Ancak buradaki niceliksel güç, örgütlülük düzeyi ve siyasi tecrübesi açısından HDP’de olduğundan, HDP’nin cevaplarına ve tavırlarına göre siyasal kompozisyon netlik kazanacaktır. Örneğin olası bir ittifak süreci “asimetrik güç ilişkisine yol açar mı?” ve “asimetrik olan nasıl simetriye kavuşturulur?” soruları gündemdedir. HDP’ye nazaran BHH’nin “nitel” bir alternatif fikrini temsil ettiği kompozisyonda, ilişkiyi simetriye oturtabilecek kısa vadeli çözüm, hem adaylarda hem de programda sağlanabilecek bir uzlaşmadır. Çünkü aday profilleri iki ayrı siyasi oluşum için kuşku uyandırıcı vaziyettedir: Charli Hebdo saldırısı ile uluslararası konjonktürün de hassaslaştığı laiklik vurgusunda ısrarcı BHH’li bir aday ile muhafazakâr seçmeni gözetecek, HDP içinden İslamcı motiflere sadık, Altan Tan gibi bir ismin seçimlerde aynı ittifak içinde ortak çalışması, taban açısından kendiliğinden kabullenebilecek bir durum değildir.
Sözü uzatmayayım; program ve adaylar üzerinden asgari mutabakatın sağlanması seçim öncesi yüzde 10’u aşmaya yarayacak bir momentin oluşumunu kolaylaştırır ve hızlandırır. Yunanistan’da bir koalisyon olan Syriza’nın seçim başarısı, İspanya’da her geçen gün iktidara yaklaşan Podemos Hareketi, Türkiye’deki koalisyon ve ittifak denklemlerini-beklentilerini arttırmaktadır. Bu da siyasetin özünde varolan, dayanışmanın ve pratiğin yarattığı birlikte hareket etme duygusunun sonucudur.
Ne var ki, siyasal çizgi her zaman doğrusal değildir. Badiou’nun ifadesiyle siyasette “zar atma” hali, bir tür “bahse girme” her zaman vardır. Yukarıda sıraladığımız seçenekler, zarların düşüşüne göre, her zaman istenilen sonuçlar doğurmayabilir veya beklentileri de aşabilir. HDP ve BHH arasındaki ideolojik ayrışmalar ve benzerlikler, oyları arttırabileceği gibi kitlesel desteği de etkileyebilir. Bu nedenle süreç titizlikle okunmalı, manevralar buna göre yapılmalıdır. Çünkü “yapmış olmak için yapılan” birliktelikler negatif sonuçlar doğurabilir. Şimdilik bileğimizi ve zarlarımızı iyi tutalım; idea’dan vazgeçmeyelim…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.