İstedik ki kimse kendini dev aynasında görmesin, kimse devrimci hareketi kendine menkul saymasın, kolektif irade kahramanlıkların da, yenilgilerin de, ebedi galibiyetlerin de müsebbibi sayılsın Biz gariban insanlarız. Ağzımız vardır, dilimiz yoktur çoğu zaman. Tanığımızdır halk: Hamravat suyu olmasını da biliriz, “bizim de dağlarımız vardır Che Guevara” demesini de. İlki bilge olduğumuzun kanıtıdır, ikincisi devrimden asla […]
İstedik ki kimse kendini dev aynasında görmesin, kimse devrimci hareketi kendine menkul saymasın, kolektif irade kahramanlıkların da, yenilgilerin de, ebedi galibiyetlerin de müsebbibi sayılsın
Biz gariban insanlarız. Ağzımız vardır, dilimiz yoktur çoğu zaman.
Tanığımızdır halk: Hamravat suyu olmasını da biliriz, “bizim de dağlarımız vardır Che Guevara” demesini de. İlki bilge olduğumuzun kanıtıdır, ikincisi devrimden asla vazgeçmeyeceğimizi gösterir.
İnatçı insanlarız biz. “Dediğim dedik, çaldığım düdük” türü kör bir inat değildir bu. Bilgelikle devrim ateşinin birleştiği çatakta devrimin elle tutulur gözle görülür hale geçmesi için varını yoğunu ortaya dökmektir.
Varımız yoğumuz budur işte. Varımızı çoğaltmanın, yoğumuzun umudu karartmasına izin vermemenin derdindeyiz. Derdimiz, bu memlekette iktidarı yoksulların nam-ı hesabına değiştirmektir. Bunu bir vekâlet ilişkisi gibi görenlerden de, “biz bilirizci”lerden de, “halkımız ne eylerse güzel eylerci”lerden de olmadığımızı cümle âlem bilir.
Gezi İsyanı günlerinde Tuzluçayır’da, Dikmen’de, Armutlu’da varımız yoğumuzla nasıl göğüs göğse geldiysek zalimlerle, zulümden kaçarak memleketimize sığınan Ezidileri, Kürtleri, Arapları gülücüksüz, battaniyesiz, bebek mamasız bırakmamaya da öyle gayret ettik.
İstanbul’un kuzeyindeki yeşile, Dikmen’in vadisindeki serinliğe, Karadeniz’in deli sularına, suların can verdiği bin bir çeşit renge nasıl sahip çıktıysak, metal işçisinin de yoldaşı olmaktan öyle geri durmadık. Taşeron işçiler yoldaşımızdır bizim; sağlıkçılar, enerjiciler, güvenlikçiler. Onlardan öğrendik, onlar olduk; onlar öğrettiklerine dönüştü; büyüdük.
Mütevazı bir halk hareketinin, mütevazı olmayan sonuçlar yaratmasına “devrim” dedik ve öyle yaşadık; güvendik, inandık, kendimizi sakınmadık. İstedik ki kimse kendini dev aynasında görmesin, kimse devrimci hareketi kendine menkul saymasın, kolektif irade kahramanlıkların da, yenilgilerin de, ebedi galibiyetlerin de müsebbibi sayılsın.
Zamanı geldi, yüzümüzü gözyaşlarımızla yıkamasını bildik, başka çaresi yoktu çünkü. Zamanı geldi belayı ellerimizi kirletmeden ellerimizin tersiyle bertaraf ettik, başka yolu yoktu çünkü. Kibrin karşısında olduk hep. Her şeye tahammül ettik, yalnızca politik kibri içimize sindiremedik. Politik kibre asla müsamaha göstermedik. Ne yaptık müsamaha göstermeyip, gönül koyduk sadece. Kim azsa yanında saf tuttuk, kim mağdursa peşine takıldık.
Ve hep ayaklarımızın üstünde durmasını başardık. Ne der halkımız buna: “Kendi yağınla kavrulmak.” Öyle yaptık. Kendi yağımızla kavrulduk. Kendi yağımızla kavrula kavrula yağı yakmamayı öğrendik.
Yenildik yenilmesine lakin ahlâki konularda başımızı dik tuttuk. Kimseyi ezmedik, kimsenin kalbini kırmadık, kimseye sesimizi yükseltmedik, akçeli işlerden, iktidar ilişkisinden uzak durduk.
Misal, kuş sürüsüydük biz. Misal, göçemedik kış aylarında, sıcak iklimlere, hata yaptık. Kara kışa yakalandık, kırıldık, bir bir düştük. Ne kanatlarımızda derman vardı ne de soğuğa direnmek mümkündü. Lakin temel ilkelerimizden asla taviz vermedik, siyaseten yalpalamadık, demokrasiden ve nezaketten nasibini almayanları sokmadık hanemize.
Ne koltuk derdine düştük, ne rahat bir hayatı amaç edindik. Bu halkın çocuklarıydık biz.
Şimdilerde unutulmuş bir şiiri mırıldanarak yürüyoruz: ‘Gülmenin bir halk gülüyorsa gülmek’ olduğunu bilmekle kalmıyor, tarifsiz bir fedakârlıkla diri tutmaya çalıştığımız devrimciliği daha da görünür kılmak için bir adım daha atıyoruz. Tuzluçayır’ı çoğaltacağız, bunu yapacağız.
Biz gariban insanlarız. Ekmeğimizi bölecek, yakası aşınmış gömleği giymeye devam edecek, iktidar sahiplerine muhtaç olmayacak, sırça köşkleri yıkacak, yoksulların arasına karışacak, mazlumların yanında saf tutacağız. Üzerine methiyeler düzülen devrimci hareketin tarihi böyle yaratılmıştır çünkü.
Şimdi tarihimizde yeni bir sayfa açılacaksa, şüphe yok ki bu, Mayıs’ın son günlerinde başlayan Haziran’ı da içine alan ateşin harının yüzümüze vurmasıyla olacaktır. İlk satırında ateş ve isyan yer alacak, son satırında ise “tek yol sokak, tek yol devrim” dediğimiz yazılacaktır.
Gezi İsyanı’nın, Haziran başındaki seçimlere denk gelme talihsizliğini ancak böyle etkisizleştiririz. Ancak böyle yaparsak, sandığın ışıltısının gözlerimizi kamaştırmasına izin vermez, yüzümüzü daha da yaksın diye ateşe bir adım daha yaklaşırız.
Çünkü “Mayıs Haziran’a dönerken”, bizim aklımıza seçim gelmeyecek, Nurhak’tan Cevahir’e, Cevahir’den Gezi İsyanı’na sandığa asla sığmayan hüzün ve coşku rehberimiz olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.