Syriza, varoluşunu tamamen Yunan doğrudan eylem ve yatay mücadele kültürüne borçludur. Bu kültür, direniş yıllarının sonuçlarıdır. Bu ağları gözetmeden parti politikaları hakkında konuşmak bütünüyle cahilliktir Syriza’nın zaferi -Yunanistan’ın doğrudan eylem ve yatay mücadele kültürünün bir ürünü- Avrupa boyunca yankılanacak. 1941 Nisan’ında, Yunanlıların İtalyan kuvvetlerini kovmalarından yaklaşık bir yıl sonra, Nazi Almanya’sının orduları, tanklarını Atina’ya […]
Syriza, varoluşunu tamamen Yunan doğrudan eylem ve yatay mücadele kültürüne borçludur. Bu kültür, direniş yıllarının sonuçlarıdır. Bu ağları gözetmeden parti politikaları hakkında konuşmak bütünüyle cahilliktir
Syriza’nın Avrupa Parlementosu Üyesi Manolis Glezos 2011’de çevik kuvvet polisleriyle karşı karşıya.
Syriza’nın zaferi -Yunanistan’ın doğrudan eylem ve yatay mücadele kültürünün bir ürünü- Avrupa boyunca yankılanacak.
1941 Nisan’ında, Yunanlıların İtalyan kuvvetlerini kovmalarından yaklaşık bir yıl sonra, Nazi Almanya’sının orduları, tanklarını Atina’ya soktu. Partenon’u koruyan bir Evzoni’ye (Yunan askeri) Yunan ulusal bayrağını kendi bayraklarıyla değiştirme emrini verdiler. Bayrağı indirdikten sonra Evzoni kendini bayrağa sarıp Demokrasi Tiyatrosu’ndaki kayalardan ölüme atladı.
Yaklaşık iki ay sonra bir gece Nazi taburları Hitler’in Girit’i işgaline kadeh tokuşturuyorlardı. On sekiz yaşındaki Manolis Glezos’un da dahil olduğu fener ve bıçak donatımlı iki çocuk, taburları gizlice geçip Akropolis’e girdiler ve havada dalgalanan Nazi Almanya’sının ünlü gamalı haçını ele geçirdiler. O akşam gamalı haçı paçavra gibi yırtıp sonra da gömdüler ve bazı parçaları anı olarak da sakladılar. Anakarada telgraflar bir anda parladı ve eylem, Yunanistan başta olmak üzere bütün Avrupa’da kitlelere ve insan güçlerine bir direniş çağrısı haline geldi.
Sert muamelenin sebebi nedir?
Glezos hayatı boyunca üç kere ölüme mahkûm edildi, on yıldan fazla hapiste tutuldu, Sovyet posta pullarında anıldı, üç kitap yazdı, sele önlem amaçlı sistemler kurdu, felsefe, jeoloji ve inşaat mühendisliği alanlarında onursal profesörlüğe atandı. 92 yaşında Syriza’nın en öne çıkan destekçilerinden biri oldu. Radikal sol partilerden oluşan koalisyon 2004’te ulusal oydan aldığı yüzde 3’lük payı bugün yüzde 36’ya çıkardı.
2010’da Atina’da bir sokak eyleminde yine sokaklardayken bir çevik kuvvet polisi tarafından biber gazı ve yüzüne yumruk yedi. 2012’de Parlamento üyesi oldu ve 2014’te Avrupa Parlamentosu’nda Yunanistan’ı temsil etti. Brüksel’e “karşı-devlet, karşı-sistem ve troyka (üçlü başkanlık sistemi) karşıtı” söylemler getirerek en çok da Almanya’dan tazminat almak için propaganda yaptı.
Geçen yıl kaleme aldığı bir mektubunun özeti:
“Ülkemiz nüfusunun yüzde 13.4’ünü patlayan bombalar, idamlar, kıtlık, hastalıklar ve düşük doğum oranı yüzünden kaybetti. Sovyetler yüzde 10’unu, Polonya yüzde 8’ini, Yugoslavya yüzde 6’sını…
Aynı zamanda inanılmaz bir ekonomik katastrof yaşadık; altyapımız yok edildi, kaynaklarımız yağmalandı ve kültürel hazinelerimiz çalındı, Almanya’ya götürüldü.
Ve hâlâ, ülkemizin işgalinin bitiminden 70 yıl sonra, ülkemiz Almanya’dan hiçbir tazminat ve mükâfat almadı! Almanya tarafından işgal edilen diğer bütün ülkeler tazminat aldı. Herkes ama Yunanistan değil! Neden? Dahası Yunanistan’ın vermeye zorlandığı kredi asla geri ödenmedi ama Almanya asgari kredi ödeneklerini Yugoslavya ve Polonya’ya geri ödedi. Son olarak Yunanistan’dan çalınan arkeolojik hazineler ve paha biçilemez sanat ürünleri geri verilmedi. Neden? Bilhassa bize gösterilen bu sert muamelenin nedeni nedir?”
Avrupa’nın borç sömürüsü
“Sert muamele” demeli aslında. Geçtiğimiz dört senede Yunanistan ekonomisi yüzde 25 küçüldü. Çocuk yoksulluğu yüzde 40’ta. 250 bin insan elektriksiz yaşıyor. İşsizlik yüzde 26’da ve bu insanların çoğu yardım parası da almıyor. Çalışanlar ise iş güvenliğine sahip değil, maaşları da kesiliyor. Nüfusun yüzde 33’ünün sağlık sigortası yok. Ve liste böyle devam ediyor.
Bu tanıdık bir hikâye. Yunan hükümetine IMF ve Avrupa ülkeleri tarafından zorlu tasarruf koşullarının uygulanması koşuluyla büyük miktarda borçlar verildi ki bu borçlar Yunanistan’ın gayrı safi milli hasılasının yüzde 175’i kadar. Syriza bütün bunları durdurmak istiyor. Yeni ekonomi bakanı yeni kurtarma planını karakteristik bir Yunan sezgisiyle şöyle tarif etti: “Yunanistan’ı borç sömürüsüne çeviren mali işkence politikaları.” O şimdi Yunanistan’ın borçlarının yüzde 50’sini sildirmek için masaya oturmayı planlıyor. (Ki bu tarihte birçok kere tekerrür etti, 1953 Almanya’sı dahil.)
Syriza pilot koltuğunda 40 yaşındaki eski komünist öğrenci lideri Alexis Tsipras ile Avrupa’daki tek tasarruf karşıtı hükümete liderlik ediyor. Yunanistan’a kredi verenlerle, borçlar üzerine masaya oturmaktaki ısrarları soldan çok eleştiri aldı. Birçoğu da onları bakışlarını yumuşatmakla veya hiçbir zaman radikal olmamakla suçluyor.
Syriza bunun üçlü yönetimle olan ilişkisinin temel muhalifliğini anlamış görünüyor; borçlu, ödemek istemiyor, borç veren parasını geri istiyor. İspanya, İtalya ve İrlanda tarafından bakılırsa, onlar toplu olarak pazarlık etme olanağına sahipler. Syriza ise, “Biz ikimiz de Avro Bölgesi’nde olmak istiyoruz. Ama borcu ödemeyeceğiz. Bizi atacak mısınız? O zaman hepimiz ayrılırız ve Avrupa biter” diyor.
Dayanışma yıllarının kökleri
Bu, “Aşılması zor akademik heyeti, insan hakları koruyucuları, parti disiplinine uymayan politikacılar ve vizyonerler” her ne kadar ideolojik olarak “mükemmel” olsalar da radikal değişiklikleri gerçekçi yapan anarşist pratiğin iki yöntemi vardır:
Syriza, varoluşunu tamamen Yunan doğrudan eylem ve yatay mücadele kültürüne borçludur. Bu kültür, direniş yıllarının sonuçlarıdır. Bu ağları gözetmeden parti politikaları hakkında konuşmak bütünüyle cahilliktir.
Yunanistan’da gerçekleşenler dünya çapındaki toplumsal hareketlerle iç içe geçmiştir. Örneğin, Syriza, İspanya’nın Podemos’u olmadan bugün hiçbir şey ifade etmeyecekti. Podemos, 2015 seçimlerini kazanmak için kurulmuş bir yaşında bir sol parti. Onların zaferi Franco’dan beri süregelen çift-parti yönetimine bir son verebilir. Podemos’un lideri Pablo Iglesias seçimlerden birkaç gün önce Tsipras ile sahnedeydi. Yumrukları havada sıkılmış, yan yana, iki çok tatlı ve sarhoş bilgi-işlem çalışanı gibi duruyorlar ve Leonard Cohen’in klasiğini söylüyorlardı:
“They sentenced me to twenty years of boredom
For trying to change the system from within
I’m coming now, I’m coming to reward them
First we take Manhattan, then we take Berlin.”
….
Beni yirmi yıl sıkılmaya mahkûm ettiler
Sistemi içerden değiştirmeye çalıştığım için
Şimdi geliyorum, onları ödüllendirmek için geliyorum
İlk önce Manhattan’ı alacağız, sonra Berlin’i.”
Syriza’nın zaferi, mesafe olarak birbirlerine uzak Sol’da “bulaşma etkisi” yaratarak bütün Avrupa boyunca yankılanacak. İrlanda’da Sinn Féin, Birleşik Krallık’ta Yeşiller, Almanya’da Die Linke, Fransa’da Partie de Gauche ve aynı zamanda Syriza’yı dost gören radikal Sol ve HDP gibi Kürt grupların da içinde bulunduğu, Yunanistan’ın tarihi ‘düşmanı’; Türkiye.
Küresel yankı
Bir geri bildirim döngüsü var. Tasarruf karşıtı partilerin her biri kitle hareketlerinin bir ürünü. Bu partiler, kitler hareketleri tarafından yaratıldı. Ve -umarız- onların başarıları, kitle hareketlerinin devletsiz ve mülksüz ağlar yaratılmasındaki ilerlemesine olanak sağlayacak.
Bu Avrupa’dan ötesine de ulaşıyor. Yatay mücadele biçimleri 2011’den beri Güney Afrika’da, Kuzey Afrika’da, Doğu Asya’da ve daha da ötesinde hayal edilemez bir şekilde öne çıkmaya başladı. Eskisine göre, bütün Dünya’da, “Demokrasiye ne katkı sağlar?” ve “Pratikte demokrasiye nasıl ulaşırız?” konusunda ortak görüşte büyük değişiklikler var. Bu sorular kapitalizm sonrası geleceğimiz için zemin hazırlayan söylentilerin de ta kendisidir.
Ütopyadan birkaç dakikalığına uzak kalalım. Avrupa kutusundan dışarıyı düşünmek için basit ve gözden kaçmış tek bir sebep var; tazminatlar. Syriza’nın muhtemel başarılarının bize neler müjdeleyebileceğinin tartışmasının yoksunluğunu çekiyoruz. Almanya, Yunanistan’ın İkinci Dünya Savaşı’ndan beri içinde bulunduğu sefalet için geri ödeme yapsaydı bu (sonradan) sömürgeleştirilmiş bütün dünyada yankılanırdı ve uzun zamandan beri dillendirilen ama “gerçekdışı” olarak karşılık bulmuş tarihsel adalet haykırışlarını yüreklendirirdi.
Heathcote Ruthven: “İzlanda’da sanatçıların ve müzisyenlerin kapitalizmle olan ilişkisi” üzerine tezini yazdığı University of Edinburgh’ta Sosyal Antropoloji anabilim dalında çalışma yürütüyor.
[Roarmag’deki İngilizcesinden Emre Erkaslan tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.