AKP’nin yükselişiyle din ve siyaset birbirinin ayrılmaz parçası haline geldi. 1980 darbesi ile güçlenmeye başlayan bu ilişki AKP ile geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. En açık örnek olarak, militarizmle hayat bulan güncel siyasette ve medyada Genelkurmay Başkanı’nın demeçlerinin yerini Diyanet İşleri Başkanı’nın demeçleri ve Diyanet’in fetvaları doldurmaya başlamıştır. AKP, iktidar olduğu dönem boyunca İslam […]
AKP’nin yükselişiyle din ve siyaset birbirinin ayrılmaz parçası haline geldi. 1980 darbesi ile güçlenmeye başlayan bu ilişki AKP ile geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. En açık örnek olarak, militarizmle hayat bulan güncel siyasette ve medyada Genelkurmay Başkanı’nın demeçlerinin yerini Diyanet İşleri Başkanı’nın demeçleri ve Diyanet’in fetvaları doldurmaya başlamıştır. AKP, iktidar olduğu dönem boyunca İslam dinini gündelik hayatın her alanında görünür hale getirmiş ve toplumu büyük ölçüde dindarlaştırmıştır. Bu dönüşüm sürecinde başarılı olan AKP, toplumda yarattığı dinsel kaos ile iktidarını pekiştirmiş ve dinsel bilgiler üzerinde Risaleler ile başlayan bir devletleştirme sürecine girmiştir.
Cami yaptırma derneklerini, eski (tarihi) camileri yıkıp yerine (alttan ısıtmalı) modern camiler yapma furyası izledi. Zaman içinde cami cemaati de kalabalıklaştı. Ramazan ayında teravihlere katılım, mevcut cami kapasitelerini de zorlamaya başladı. Sokaklardaki Ramazan eğlenceleri, şehrin temel mekanlarına kaydı; Ramazan’a özgü müdahaleler, sayfiye yerlerindeki akşam eğlencelerini aratmayacak kadar şenlendi. Bunlar AKP’nin hanesine artı olarak yazıldı. 1980 sonrası toplumun dindarlaşması ve bu değişimin politik olarak oya dönüşmesinde kesinti ve dönüm noktaları olarak 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı ve 28 Şubat 1997 bulunmaktadır. Bu iki kesinti, Milli Görüş hareketinin AKP’ye dönüşmesi sürecinin kilometre taşıdır. Bu açıdan AKP, Turgut Özal’la dolaysız bir bağ kurarken, ardılı olduğu Milli Görüş hareketiyle aynı bağı kurmaz. Ancak, örgütsel olarak kurulmayan bağ, insan unsuru için geçerli değil: Sivas Davası’nda avukatlık yapanların büyük bir bölümünün AKP listelerinden milletvekili olduklarını bir kez daha burada hatırlatalım. AKP’nin temel söylemlerinden biri olan “biz gelene kadar din baskı altındaydı”, 1980 öncesini hatta çok daha eskileri, tek parti dönemini işaret etmektedir. Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarındaki geçmiş karşılaştırmaları için kullandığı tarihi aralık tek parti dönemi; ölçüt ise İsmet İnönü’dür. AKP’nin tarih tezleri teknik olarak Menderes’in başbakanlığı öncesini muhatap almaktadır.
Maneviyatın medyatikleşmesi
AKP döneminde birkaç saatlik din ve inanç programlarından TRT Diyanet’e ve 7/24 dini yayın yapan özel kanallara geçiş yaptık. Pek çok televizyon ekranında Kur’an okuyan, okumayı öğreten ve dini konularda açıklama yapan hocalar türedi. Yüksek bütçeli iftar ve sahur programları ana akım medyanın yayın akışında vazgeçilmez oldu. Adının başına “hoca” ekleyen, soluğu televizyon programında almaya başladı. Ancak aralarındaki çekişmeler yüzünden kimin sahte kimin gerçek; aldıkları eğitimlerin ise ne kadar yetersiz olduğu ortaya çıktı. Pek çok uzman “hoca”, resmi açıdan geçerli olmayan geleneksel eğitim almasına rağmen, sadece dini konularda değil, pek çok konuda toplumun bilgi kaynağı olmaya başladı. Ekranlar, gündelik hayatın yeşillenmesine uygun olarak, aynı hızda yeşerdi.
Toplum giderek daha fazla dinin gereklerine uygun yaşayıp en karmaşık dua ve zahmetli ibadetleri yerine getirirken, dinin 1400 yıllık en temel kurallarını bile hala Ramazan sohbetlerinde soru olarak sormakta tereddüt etmemektedir. Belki televizyon programlarının formatı, soruların basit olmasına dayanıyor olabilir; ancak dikkat edilmesi gereken nokta şu: Aynı soru, farklı programlarda farklı yanıtlanmaya başlandı. Önceleri mizahi içerikleri nedeniyle seyredilen Cübbeli Ahmet ya da kedicikleri ile Adnan; verdikleri şaşırtıcı dini bilgilerle (ya da dini bilgileri şaşırtıcı bir üslupla aktarmalarıyla), birer bilgi kaynağına dönüştüler. Daha başka bir açıdan İhsan Eliaçık’ın antikapitalist söylemi, inananların büyük bir kesimi açısından sıra dışı ya da marjinal kalmaya başlamıştır. Yanıt verebildiği soruların çeşitliliği düşünüldüğünde Wikipedia ile yarışan Nihat Hatipoğlu ise televizyon programlarından en çok para kazanan kişi olmasıyla anılmaya başlamış; el verdiği oğlunu da aynı yolda eğiterek programında konuk etmeye başlamıştır.
AKP’li yıllarda yaşanan en önemli dönüşüm; yeni katılımlarla genişleyen, patronlarının değişmesiyle yayın çizgisini değiştiren ve TMSF eliyle devletin de patron olduğu medya sektöründe görüldü. Kamuoyu tarafından yandaş medya ya da “havuz medyası” olarak anılmaya başlanılan yeni medya ile dinsel kaos somutlaşmaya başladı. Bazı medya gruplarıyla AKP arasındaki ilişkinin sahiplik ve mülkiyet ilişkisinden çok daha öte olduğu; o zamanlar Başbakan olan Erdoğan’ın telefonla yayın akışına müdahale ettiği ortaya çıktı. Yakın tarihimizin Gezi Süreci, Soma Katliamı ya da yolsuzluk iddiaları gibi en önemli olaylarında, bu gazetelerin aynı manşetle, aynı içerikle çıktığına hep beraber şahit olduk. Bazen 6 gazete, bazen 10 gazete, bazen 12 gazete aynı manşeti atarak, hap şeklindeki kitlesel bilgi üretimine dâhil oldular.
Dinsel kaos
AKP’den önce tembellikten yapılmayan, ötelenen ibadetler, toplumun hızla dindarlaşmasıyla kitlesel olarak yapılmaya başlanmıştır. Cuma namazı saatlerinde kurum yemekhanelerine öğle yemeği servisine göz atmak yeterlidir. Açılışlarda ya da kutlamalarda atıştırmalıklarla içkinin de sunulduğu “kokteyl”ler format değiştirmiş, adı “ikram”a dönüşerek şarap kadehlerinde su içilmeye başlanmıştır. AKP, sadece resmi kurumlarda değil, bütün mekânlarda gündelik hayatı dini uyaranlarla kuşatmayı başarmıştır.
Popüler dini bilgilerin ve dini uyaranların yaygınlaşmasına rağmen vatandaşın manevi ikliminde dinsel kaos hakimdir. Toplumun büyük bir kısmı, AKP vesilesiyle temel Kur’an kurslarına devam etmiş, en azından Kur’an okumayı öğrenmiştir.[1] Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın yetiştirmek istediği “dindar nesil” için eğitim müfredatlarına çok ciddi müdahaleler yapılmıştır. Toplumun geri kalanı ise Diyanet’e emanet edilmiştir. Kur’an okumayı öğretmek, insanların zihnini Kur’an ile meşgul etmek; dinin öğrenilmesi anlamına gelmemektedir. Evet, din devlet eliyle çok geniş bir ölçekte örgütlenmektedir, ancak toplumun dini öğrendiği meselesi açık değildir.
Bütün dini eğitimler yoğun bir Arapça ile yapılmaktadır. Ancak herkese Arapça, özellikle de Kur’an’ın Arapça’sını öğretmek imkansızdır. Resmi olarak böyle bir çaba da yoktur. Eğitimlerde Arapça’ya yüklenilen alternatifsizlik ve yoğun Arapça içerik, dini bilgilerin özünün ne olduğunu anlamama gibi temel bir soruna yol açmaktadır. Bu dil sorunu ise toplumun önünde dini bilgilerin özümsenmesinde bir bariyer olarak durmakta; dinsel kaosun yeniden üretilmesine neden olmaktadır. Kuran’ın Arapça’sının bugün konuşulmakta olan Arapça’dan farklı olduğunu, Arapça konuşan ülkelerde bile buna benzer sorunların olduğunu hatırlatalım.
Bu kaos, AKP’nin işine gelmektedir ve doğrudan AKP eliyle üretilmektedir. AKP öncesinde “çok güzel bir uyum vardı, bunu AKP bozdu” demiyorum. AKP toplumu din ile şekillendirirken, insanlar neyi neden yaptığını bilemeyecek kadar dini bilgilere yabancılaşmıştır. İki örnekle açıklayayım. İlk örneğimiz, Van’da yaşanan olaylar sonrası camiye kaçan göstericileri, camide öğle namazı kılanlardan ayırmak için polisin cami kapısından çıkan çocuğa “öğle namazı kaç rekat?” diye sormasıdır. Çocuk “4 rekat” dediği için göz altına alınır.[2] Van’da o gün o camide öğle namazı için bulunanların çok büyük bir kısmı 4 rekat namaz kılmıştır. Polisin bunu bilmemesinde bir tuhaflık yoktur; tuhaf olan kısmı, polisin bilebildiği dini bilgilerinin tüm Müslümanlar için aynı olduğunu sanması ve gözaltı işini yaparken bunları kullanmaya çalışmasıdır. İkinci örnek ise Ezan sesi duyulduğunda evlerde müzik seslerinin kısılması ya da meydanlarda kalabalıklara hitap eden siyasilerin konuşmalarına Ezan süresi boyunca ara vermesi. Bu örneği biraz daha geliştirebiliriz. Camilerdeki ezan yayınlarının sesi giderek yükselmektedir. Erzurum’da yaşayan bir vatandaş, cami hoparlöründen yapılan ezan yayınının yüksek sesinden rahatsız olmuştur (ezan’dan rahatsız olmuyor). Ölçümler yapıldığında Ezan sesinin yasal sınır olan 64 desibel yerine 104 desibele ulaştığı görülünce Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuldu. Ancak Cumhuriyet savcılığı, İslam dininin önemli sembolü olan ezanın, gürültü olarak nitelendirilmemesi gerektiğini ifade ederek, şikayetle ilgili kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.[3] Halbuki şikayetçi ezanı zaten gürültü olarak nitelememiş; sadece sesinin yasal sınıra çekilmesini istemiştir. Her iki örnek de şunu gösteriyor: Biri savcı, diğeri polis olan devlet görevlileri işlerini yaparken, dini bilgilerini kullanıyorlar (“dini bilgi” kullandıklarını topluma göstermek istiyorlar). Yaptıkları müdahale dini açıdan cahilce; meslekleri açısından ise işgüzarca. Dinsel kaos var.
Meal, tercüme
Klasik İslam bilimleri metinlerinin ve Kura’an’ın dili Arapça’dır. Türkiye’de Kur’an’ın çeviri deneyimlerinden ulaşılan sonuç, yapılan iddialar açıktır: Kur’an Türkçe’ye “çevrilemez”, bu “iş” insanların tek başına becerebileceği bir faaliyet değildir.[4] Büyük şair Mehmet Akif’in çeviri girişimi bile yarım kalmıştır. 2015 yılında herkesin ulaşabileceği, anlaşılabilir bir Türkçe Kur’an yoktur. Piyasada bulunan pek çok metin zaten çeviri iddiasında değildir. Onların adı meal’dir: Arapça kelimelerin Türkçe’ye çevrilmesinde yoruma açık kelimelerin açıklamalarını parantez içlerine yazarak ya da dipnotlara açıklayıcı metinler konularak yayınlanmasıdır. Kutsal metinlerdeki tanrının sözlerinde, anlamın kaybı olmasını istemeyen bu çabalar, metni daha da okunmaz hale getirmektedir. Orijinal Arapça kelime, parantezin içinde başka bir Arapça kelime ile açıklanmakta ya da kelimenin köken bilgisi ile hangi anlama geleceği tartışılmaktadır. Bu nedenle, mealler Arap alfabesi ile yazılmış orijinal metnin Latin alfabesi ile yaygınlaştırılma çabasıdır, denebilir. Akışı bozan açıklamalar, metnin soluksuz ve bir kerede okunmasını engellemekte; okuyucu düzeyinde anlamı belirsizleşmektedir. Bu haliyle meal ile tefsir arasındaki farklılıklar da çoğu zaman ortadan kalkmaktadır. Çeviri ya da tercüme başlığıyla yayınlanan metinler ise oldukça azdır.[5]
Başka bir açıdan bakacak olursak Kur’an çevirilerindeki problem şudur: Çeviriler iman sahibi inananların bilginin kitleselleşmesi isteğiyle değil, bizzat siyasal iktidarın toplumu dönüştürmek arzusuyla devlet eliyle yapılmaktadır. Cumhuriyet sonrasında denenen kendi ana dilimizde ibadet, devletin manipülasyon aracıdır.[6] Mehmet Akif’ten Elmalılı Hamdi’ye, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Diyanet Vakfı’na, en yaygın mealler devletin siparişi ya da doğrudan devlet tarafından kaleme alınmıştır. Kaçınılmaz olarak, toplum kendi yarattığı devlet mekanizmasının sipariş metinlerine her zaman şüpheyle yaklaşmış ve mesafeli durmuştur. Bir de buna Osmanlı’da ulemanın tarihsel olarak Saray çevresinde yer aldıklarını eklersek, eleştirel mirasın ne kadar cılız olduğu daha rahat görülecektir.
İncili Latince’den İngilizce’ye ilk çeviren William Tyndale (1494–1536)[7] burada anılmayı hak ediyor. Tyndale, üst sınıftan sınırlı sayıda insana hitap eden Latince İncil’i, rahiplerin ve kilisenin tekelinden çıkarıp sıradan bir köylünün anlayacağı hale getirmeye çalışmış, İngilizce’ye ilk İncil çevirisini yapmış ve bu çabalarının bedelini hayatıyla ödemiştir. Dahası, Latince’den yaptığı çeviride çok basit ve kısa ifadeler kullanarak Shakespeare’le beraber modern İngilizce’nin iki kurucusundan biri sayılmıştır. Parantez içlerinde Latince kelimeler ya da sayfa altında Latince’den bozma İngilizce kelimeler kullanmamıştır. Hatta daha sonra yayınlanan İncil’lerde onun çevirisi temel alınmış ama adı uzunca bir süre anılmamıştır. İnsanlara Latince kelimelerle yoğunlaştırılmış İngilizce metinler sunulmamış ve İncillerin üzerine “çeviri” yazılmamıştır. İncil hakkında verilen bu kısa bilgi, İncil’le Kur’an karşılaştırması yapmak değildir. Kur’an’ın çeviri faaliyetleri açısından bir karşılaştırma ancak harfleri bile kutsal kabul edilen Tevrat ile yapılabilir. Tevrat açısından durum daha kolaydır, çünkü Tevrat’ın başka bir dile çevrilmesine gerek yoktur. Yahudiler’in ana dilinde yazılmıştır ve bu dini başka bir anadili olanlar benimseyemez.
Din hizmetlerindeki ve İslam’ın temel metinlerindeki yoğun Arapça hakimiyeti, AKP’nin iktidarında, toplumla kurulan dile de yansımış ve iletişim dilimiz görece daha çok Araplaşmıştır. Arapça sevgisinin toplumda bulduğu karşılık, yeni doğanlara konulan isimlerden de takip edilebilir. Arapça anlamsız hecelerin bile, Kur’an’da geçtiği için isim olarak konulduğunu hatırlatmakla yetinelim. Arapça sevgisinin yanına bir de Osmanlıca aşkını ekliyoruz: “Dedenin mezar taşını okumak istiyorsan Osmanlıca öğrenmelisin” sloganıyla yola çıkan Osmanlıca dayatması. Halbuki Osmanlıca öğrenip de mezarlıklarda mezar taşı peşinde koşana ya da Osmanlıca bilenlerden mezar taşı okunmasında yardım istenildiğine şu güne kadar şahit olmadık. Dildeki Araplaşma ve Osmanlıca aşkı, gündelik iletişimi daha da kaosa sokmaktadır. Yazın hayatına derinlik getirmesi ve kişilerin kendini ifade etmesine faydası olabilecek temel Osmanlıca bilgisi, bir sabah uyandığımızda bir dayatma olarak karşımıza çıkmakta; bu durum da iyice sevimsizleşmektedir. Siyasette ve gündelik hayatta ölçüsüzce kullanılan bu ağdalı dili anlamak için Ferit Devellioğlu’nun hazırladığı sözlükten çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğu açıktır.[8] Burada Altan Öymen’in itirazı ve bilgilendirici açıklamaları dikkatlice okunmalıdır.[9] Dindeki kaosu oluşturan dildeki kaos durumu, bizzat AKP’li hükümetin başında da vardır. Başbakan Davutoğlu, yanlış kullandığı Osmanlıca ifadelerden sonra AKP’lilerce alkışlanmış ve yine yanlış olan başka Osmanlıca ifadelerle AKP’li olmayanlara ihtarda bulunmuştur.
Ali Bulaç’ın zihnini meşgul eden soru, Türkiye’de neler olduğunu anlamaya çalışan herkesin zihnini de meşgul ediyor: “Neden Müslümanlar, kitaplarında yer alan hükümlere göre hayatlarını kurmuyorlar, neden ihtilafa düştüklerinde İslami hükümlere göre ihtilaflarını çözemiyorlar?”[10] Ali Bulaç, tam da dinsel kaosu açıklıyor kendi cümleleriyle. Bereket versin ki, kendisi ile yanıtlarımız taban tabana farklı: Müslümanların pratikteki zafiyetlerinin nedeni teorik bilgilerinin de zayıf olmasından kaynaklanıyor. Arapça’nın kurduğu dil bariyeri nedeniyle toplum bir yandan pratikte dindarlaşırken, diğer yandan sahip olduğu dini bilgi zayıf kalmakta ve dine yabancılaşmaktadır. Yukarıdaki yüksek sesli ezan sesi yayını örneği buraya da uygun ama daha pratik bir örnek olarak türbanı verelim. Son on yılda, başörtüsünün özgürlüğü konusunda (uzunca yıllar sürüncemede kaldıktan sonra) pürüzleri gideren AKP iktidarı oldu. Bu durum, kamuoyuna türbana özgürlük olarak sunuldu. Ancak hangi türbana? Dönemin modası “sıkmabaş türban” son elli yılda icat edilmiş bir biçim. Sıkmabaşın mucidi Şule Şenler bile bunun İslam’ın emrettiği örtünme modeli olmadığını biliyorsa, neden kadınlar bu modeli tercih ediyor o zaman?[11] AKP, neden İslam’ın emrettiği örtünme biçimini değil de, sıkmabaş türbanı serbestleştirmiştir? (neden çarşaf değil?)
Ve tefsir: Risalelerin devletleştirilmesi
Temel İslam bilimleri metinlerinin Türkçe çevirilerini bir yana bırakalım. Kutsal metinlerin anlaşılması için yazılmış açıklayıcı metinlerin durumuna bakalım ve AKP’nin yarattığı dinsel kaos ortamını derinleştirmek adına, en çok okunan tefsirlerden birine yaptığı devletleştirme hamlesi ile devam edelim. Bu anlamda Türkiye’de en çok okunan yardımcı metinlerden biri Nur Risaleleri’dir.[12] Tam da itiraz ettiğimiz yere denk düşen bir şekilde, dili ve üslubu açısından sözlük kullanılmadan Risalelerin okunması imkansızdır. Sözlüklere bakmanın yeterli olmadığı yerlerde, özellikle sohbet toplantılarında yetkin birisinin (üstadın), size (müride) olan biteni anlatması gerekmektedir. Risaleler, 20.yy için bu topraklarda en çok yararlanılan açıklayıcı metin ya da tefsir; yani Kuran’ın kılavuzu olarak bilinmekte ve böyle gösterilmeye çalışılmaktadır.[13] Bu popülerliği nedeniyle pek çok yayınevi tarafından okuyuculara ulaştırılmıştır ve hatta sadece Risaleler’i basmak için yayınevleri kurulmuştur.
2014 yerel seçimleri öncesinde Başbakan Erdoğan’dan Bitlis’teki seçim konuşmasında Risaleler’i devletin basacağını, hatta çoktan bastığını öğrendik.[14] Bu konuşmadan kısa süre sonra, bastıkları Risaleler’i dağıtmak üzere bandrol başvurusu yapan yayınevlerinin talepleri Kültür Bakanlığı tarafından geri çevrilmiş ve fiiliyatta bütün Risaleler’in basımı ve dağıtımı durdurulmuştur.[15] Bu engelleme ertesinde gösterilen tepkiler ise yetersiz kalmıştır.[16]
Risaleler’in yasalara dayanılarak basımının durdurulması, 2014 yılına damgasını vuran ve halen sürmekte olan AKP-Cemaat mücadelesi içerisinde karambole gitmiş gözüküyor. Her ne kadar Nurcu olarak bilinse de cemaatin üyelerinin takip ettiği temel metinler Fethullah Gülen’in kitaplarıdır. Gülen Cemaati’nde Nur Risaleler’inin yeri ikincildir. Yazı içinde dedikodu yapar gibi, “Gülen Cemaati, Risaleleri okumuyor, aslında Nurcu değiller, duyun bunu!!” demiyorum.[17] Fethullah Gülen 2004 yılında verdiği röportajda, her zaman Risaleler’in sadeleştirilmesi tarafında yer aldığını belirtiyor ve Necip Fazıl’ın çabalarını olumladığını aktarıyor.[18] Bu röportajdan altı yıl sonra, Risaleler’den bir kitabın sadeleştirilerek yayınlanması, kamuoyunda kabul görmemiştir.[19] Gülen Cemaati’nin sadeleştirme çabaları tahrifat olarak suçlanmış, her isteyenin istediği şekliyle Risaleler’i yayınlamasının sınırlandırılması için “devlet tekeli”nin olumlu karşılanması yönünde bir argüman geliştirilmiştir. AKP’nin Risaleler’i devletleştirme hamlesi ile Gülen Cemaatı’nın “sadeleştirme denemesi” arasında iki yıllık bir zamanlama problemi var. İkisi arasında kurulan doğrudan ilişki, gerçeği çarptırmaktan başka bir şey değildir.
Kimliğinde yazan adıyla “Sait Okur” ya da “Saidi Nursi” Mart 1960’da öldü. Yazdığı eserleri takipçileri tarafından yayınlanmaya ve dağıtılmaya devam etti.[20] Kanuni mirasçıları hiçbir zaman Risaleler’in dağıtılmasına engel olmamış ve yasal anlamda hak talebinde bulunmamışlardır. Türkiye’de yasaklı kitaplar listesine ne zaman girdiği belli olmasa da 1993 yılında Fikri Sağlar’ın Kültür Bakanı olduğu dönemde Risaleler “yasaklı kitaplar” listesinden çıkarılmıştır. SHP-DYP Koalisyon hükümetinin bu adımı semboliktir; öncesinde yasaklı olmasına rağmen basılması ve dağıtılması engellenmemiş, yasalar üstü muamele görmüştür.[21] 1999’da yeni bir yasal düzenleme ile Kültür Bakanlığı telif hakkı kontrolü nedeniyle, bütün kitaplara bandrol uygulama zorunluluğu getirmiştir. Ancak Risaleler’i basan yayınevlerine telif hakkı takibi yapılmadan[22] bandrol verilmeye devam edilmiştir. Bu dönemde Risaleler’in mahkeme koridorlarında görülme nedeni, Risaleler’i yayımlayan yayınevlerinin birbirlerini şikayet etmelerinden kaynaklanmıştır. Bu dönemde, bandrolün nasıl alındığını, yine yayınevlerinin arasındaki problemlerin kamuoyuna aktarılmasıyla öğreniyoruz: resmi bir vasiyeti olmadığı için, Saidi Nursi’nin ölüm tarihi boş bırakılarak bandrol alınabilmiştir.[23]
Bandrol uygulaması olmasına rağmen 1999-2014 yılları arasında yasal çerçeveden etkilenmeyen Risaleler okuyucularına ulaşmaya devam etmiştir. Sık sık belirli konularda farklı yayınevleri birbirlerini tahrifat yapmakla suçlamıştır. Sadeleştirme meselesini bir tarafa koyarsak, bu suçlamalarda tahrifatın orijinal metnin Latin harflerine dönüştürülmesi aşamasında yapıldığı iddia edilmektedir.[24] Nisan 2014’ten sonra ise Risaleler’i basan yayınevlerinin bandrol talepleri reddedilmiştir. Kültür Bakanlığı, çeşitli tahrifat şikayetlerini ve yasal varislerin açtığı davaların[25] sonuçlanması gerektiğini işaret ederek, yayınevlerine bandrol alabilmek için beklemelerini söylemiştir. Yani, telif hakkı ve bandrol zorunluluğu 1999’da getirildi ama Risaleler’e ilk kez 2014’de AKP’nin müdahalesi ile (seçim vaadi olarak) uygulandı. Süreç kamuoyu açısından belirsiz bir hal almışken, Soma Katliamı sonrasında Meclis’te görüşülmeye başlanan torba yasaya konuyla ilgili bir kanun önerisi eklenerek, Risale karmaşası devam etti.[26]
Torba yasa ile 5864 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 47. maddesinde değişikliğe gidilerek Risaleler’i basma izni tamamen Bakanlar Kurulu’na verilecek; böylece telif ve bandrol alma sorunu çözülecekti. Torba yasadaki yasalar teker teker oylanarak Meclis’te kabul edildi. Geçmiş tecrübelerine dayanarak bandrol almaktan kurtulacağını düşünerek sessiz kalan yayınevleri, Risaleler’i basma haklarını tümden devlete kaptırdı.[27] Daha sonra, Risaleler’i basmak için ısrar edenlerin açtığı davalar ve yasal varislerin itirazları sürerken; torba yasa ile Risaleler’i basma hakkına sahip olan Bakanlar Kurulu, yetkisini Kasım ayında Diyanet İşleri Başkanlığı’na aktardı.[28] Velhasıl, Risaleler önce devletleştirildi; ardından da Bakanlar Kurulu kararnamesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı, Risaleler’i basmakla görevlendirildi.[29]
Şu anda Risaleler’in basım ve yayım izni yasal olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’ndadır. Yeni bir gelişme olarak, Ocak 2015’te Risaleler’i basacak altı yayınevi Diyanet tarafından belirlenmiştir.[30] Sadece (AKP’nin seçtiği) bu yayınevleri, aslına uygun bastıkları Risaleler için bandrol alabileceklerdir.[31] Bitlis’te halka gösterilen Diyanet’in hazırladığı örnek kitabın bir sayfasında Türkçe açıklama diğer sayfasında orijinal metin yer alırken; bugün yayınevlerine imzalatılan sözleşmedeki şartlara göre Risaleler’de açıklayıcı metinler ya da dipnotlarla kelime açıklamaları olamayacaktır. Bu durum, AKP’nin isteğine göre basılan metinlerin, hiçbir şekilde okunulmayacağı anlamına gelmektedir. Diyanetten yetkiyi alan yayınevleri, daha bir ay geçmeden Risaleler’in ilk formlarını hazırlayarak tanıtım faaliyetlerine başlamışlardır. Daha öncesinde yayınevleri farklı versiyonları baz alırken, Risaleler devlet eliyle tektipleştirilmişlerdir. Risaleler’de yıllardır sağlanamayan sayfa birliğinin devlet eliyle sağlanmış olması açısından bakıldığında, bu duruma sevinenler bile bulunabilmekte.[32] AKP, bilgiye erişime yasalarla müdahale ederek devlet engeli koymuş ve Risalaleler’i devletleştirmiştir.
Sonuç[33]
AKP, imam-hatip mezunlarını pek çok kuruma yönetici olarak atamaktadır. Son dönemde insanların cv’lerindeki imam-hatip geçmişleri hem daha görünür hale gelmiş hem de bu insanlar ödüllendirilmeye başlanmıştır. Böylece toplumu, dini eğitimi politize ederek kontrol altında tutarken, devletin faaliyetlerine yapılacak itirazları ortadan kaldırmaktadır. Bu kişiler, alınları secdeye değen olmaktan öte, sohbet toplantısında Kur’an’dan surelerden ya da hadislerden kolaylıkla yararlanarak, gündelik hayatın problemlerine temas etmektedirler. Bunun en bilineni, iş kazaları sonrası yapılan “fıtrat” tartışmasıdır. Devlet aklı, engellenebilir iş kazasını topluma “fıtrat” olarak yutturmuştur. Daha somut örneklerimiz var. Milletvekiline “AKP, Aile Kollama Partisi mi?” diye soran gazeteciye, Cuma Hutbesinde “aileni koru” diyor diye yanıt veriliyor; Sohbet “Allahın ayetine de mi karşı çıkalım?” ile tamamlanıyor.[34] AKP’li bir bakan internetten arama motoru vasıtasıyla bulduğu ayetlerin 140 karakterlik kısımlarını “her Cuma bir ayet sallayarak” Twitter’dan paylaşıp gazeteci dostuyla şakalaşırken “bakara iyi makara” diye dalga geçebiliyor. Dinleyen pek çok insanı hayrete düşüren ve inançlı insanları utandıran bu seviyesiz sohbet Egemen Bağış ve Metehan Demir arasında yapılmış telefon konuşmasıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, her türlü meselede fetva verebilme kapasitesine sahip devasa bir organizasyondur ve 2014 yılı için “büyük fitne” uyarısı yapmaktadır.[35] Diyanet’in neden güncel politik sorunlara dair fetva verdiğine bu yazının girişinde değindik. Diyanet’e göre iktidara itiraz fitnedir. AKP iktidarını sevin, sevmeyenleri uyarın ve asla itiraz etmeyin. Dinsel kaos, güncel meselelerde devletin kullandığı dilin uhrevileşmesi ve halkın bu dile uzaklaşmasıdır. Yazıyı bitirirken Diyanet’in bir devlet kurumu olduğunu ve 2015 merkezi bütçesinden yedi icracı bakanlığın bütçesinin toplamından daha fazla pay aldığını hatırlatalım.[36]
AKP iktidarlarında devlet, inananların itiraz edemeyeceği dini bir dil kullanmaktadır. Dildeki Araplaşma ve Osmanlıca, kitlelerin daha iyi yönetilmesi amacıyla bu kaosa hizmet etmektedir. On yıldan beri, istediği her şeyi hoyratça uygulayabilen bir iktidarın yapmak istediklerini, zor yoluyla yapacağını söylemesine gerek yoktur; karar alır ve uygular. AKP, insanlara zorla Osmanlıca öğreteceğini duyurarak, zaten hiç öğretmeyeceğini söylemektedir. En temel dini metinlerin bile halkın anlayacağı bir çevirisi bulunmamaktadır. Arapçanın ördüğü bariyer, açıklayıcı olması gereken metinlerde bile engelleyicidir. Bu nedenle 10 yıldan fazla süren AKP iktidarında, toplumun dindarlaşmasına rağmen kitlelerin dini bilgilerinde kaos hüküm sürmektedir. Takipçileri, Risaleler’in sadeleştirilmesine bile itiraz ederken, bir anda metinlerini devlete kaptırmışlardır. Risaleler’i okuyup anlamak, temel dini metinleri anlamaktan daha da zorlaşacak ve bir tefsir metni olarak önemini kaybedecektir. Bu açıdan dinsel kaosun en saf hali Risaleler’in devletleştirilmesidir.
*
[1] Bu konuda büyük bir seferberlik olduğu açıktır. 2014-14 Eğitim-Öğretim yılında Kur’an Kursları için: http://www2.diyanet.gov.tr/EgitimHizmetleriGenelMudurlugu/Sayfalar/HaberDetay.aspx?rid=40&lst=HaberlerListesi
[2] Bu haberi AKP’ye yakın bir haber kaynağı olan bu siteden okuduğunuzda, polisin yaptığının çok normal olduğunu düşünmeniz gerekiyor. Polis memuru ile haber editörünün mezhebi aynı olsa da, vatandaşın ve Vanlıların mezhebi farklı. http://www.haber7.com/polisiye-vakalar/haber/735175-polisin-gostericiyi-cozen-namaz-sorusu
[3] 07/05/2012, Milliyet Gazetesi, http://www.milliyet.com.tr/ezan-icin-suc-duyurusunda-bulundu/gundem/gundemdetay/07.05.2012/1537339/default.htm
[4] Mehmet Akif’in Kur’an’ı Türkçeye çevirmesi meselesi, istesek de istemesek sürekli gündeme gelmeye devam etmektedir. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bile, adaylardan biri, babasının vasiyeti üzerine Akif’in çevirisinin orijinal metinlerini yaktığını tekrar söylemiştir. Verilen mesaj açıktır: Çeviri işine ülkenin bağımsızlık şiirini yazan en iyi şairi teşebbüs etmiş ama sonuca ulaşamamıştır. Başka teşebbüslere gerek yoktur.
[5] Çevirdiği metne, “bu Türkçe Kur’an” deme cesareti gösterecek birisi var mı? Çeviriler-Tercümeler çoğu zaman ciddiye alınmamakta ya da farklı toplumsal grupların hizmetinde olduğu düşünülerek hor görülmektedir. Cumhuriyet sonrası yapılan Türkçe çevirilerden örneklendirirsek; devletin resmi kurumlarının sipariş usulü hazırlattığı çeviriler ve Yaşar Nuri Öztürk’ün çevirisi.
[6] Ana dili Kürtçe olanlar için bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı otorite olmaya devam etmektedir. 2014 Yerel Seçimleri sonrası yapılmış bir haberden aynen aktarıyorum: “AKP’nin hem seçim hem de ‘açılımın’ propaganda silahlarından Kürtçe Kuran Meali için Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez, yerel seçimlere 10 gün kala uzmanlardan oluşan bir kurulun Kürtçe basılmış 3-4 meali karşılaştırdığını söylemiş, meali en kısa sürede hazırlayacakları mesajını vermişti. Diyanet’te ”çok iyi Kürtçe bilenlerden” kurulan komisyon tarafından Abdullah Varlı’nın ‘Qur’ana Pîroz u Arşa Weya Bilind’, Mele Muhammed Garsi Farqini’nin, ‘Meala Fîrûz Şerha Qur’ana Pîroz’ ve Mele Muhammed’in, ‘Ronahiya Qur’ana Pîroz’un Kürtçe Kuran mealleri incelendi. İnceleme sırasında Diyanet bu çevirileri hem ‘içerik’ hem de dil yönünden uygun olmadığını sonucuna vardı. Ancak ‘içerik’ ve ‘dil’ konusundaki sorunların ne olduğu konusuna açıklık getirilmedi.” https://guncelgercek.wordpress.com/2010/02/09/kuran-kurtce-olunca-bolucu-cikti/
[7] Wikipedia’da William Tyndale sayfasının Türkçe çevirisinin olmaması bile durumu yeterince açıklıyor. BBC’deki bu sayfadan William Tyndale hakkında bazı temel bilgilere ulaşılabilir: http://www.bbc.co.uk/history/people/william_tyndale/
[8] Ferit Devellioğlu’nun eski ve yeni harflerle hazırladığı “Osmanlıca-Türkçe Sözlük/Ansiklopedik Lügat”tan bahsetmekteyiz. Şimdiye kadar sayısız baskı yapmış bu eser, alanındaki en önemli başvuru kaynağıdır.
[9] Altan Öymen’in Radikal Gazetesi’ndeki yazısı ders niteliğindedir, 15/02/2015. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/altan_oymen/mefasid_menafi_merhamet_ve_ikram-1293510
[10] Zaman Gazetesi, 16/02/2015 http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/felah-ve-necat-bulamayiz_2278107.html
[11] http://www.milatgazetesi.com/sule-yuksel-senler-ve-huzur-sokagi-/33885/#.VOMVNPnz20w
[12] Bu yazıda “Risaleler” olarak kullanılan; Saidi Nursi tarafından yazılan ve AKP tarafından devletleştirilen “Risale-i Nur Külliyatı” olarak bilinen kitapların tamamıdır.
[13] 1925-60 yılları arasında kaleme alınan Risalelerin dilini; sözlük ya da açıklayıcı metin olmadan anlamak imkansızdır. Yayınevleri Risaleleri yayınlarken, sayfa altına ya da yanına bazı Arapça kelimelerin anlamlarını da yerleştirmekte ve okuyucular tarafından anlaşılır olmasına çalışmaktadırlar.
[14] Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanarak 250 tane deneme baskısı yapılan İşaratü’l-İ’caz adlı eseri 11 Mart 2014 tarihli Bitlis konuşmasında kürsüden halka göstermiştir. Bu konuşmanın tam metni için bakınız www.akparti.org.tr/site/haberler/basbakan-erdoganin-bitlis-mitinginde-yaptigi-konusmanin-tam-metni/60650
[15] Yeni Asya Neşriyat’ın 3 Nisan 2014’deki bandrol talebi red edilerek “yasak” fiili olarak başlamıştır. Bakınız http://www.yeniasya.com.tr/gundem/kimse-bandrol-alamiyor_176254
[16] Risalelerin devletleştirilmesine ilk itiraz Yeni Asya grubundan geldi. Diğer cemaatler konuyla ilgili harekete bile geçmediler ve sürecin tamamlanmasını beklemek üzere “yavaş” davrandılar. Davalar sonuçlanmamış ve yasal süreç halen devam etmektedir.
[17] Kazım Güleçyüz’ün 07/03/2014 tarihli içerden bir yazısı http://www.yeniasya.com.tr/kazim-gulecyuz/said-nursi-ve-fethullah-gulen_215172
[18] Nuriye Akman ile 2004 yılında yapılan röportaj serisinden “Necip Fazıl, Risale-i Nur’ları Sadeleştirmek İstedi” http://tr.fgulen.com/content/view/12061/15/
[19] “Ufuk Yayınları’ndan sadeleştirme açıklaması” ve aynı sayfada yer alan ilgili diğer haberler için bakınız http://www.risalehaber.com/ufuk-yayinlarindan-sadelestirme-aciklamasi-135128h.htm
[20] Ahmet Akgündüz’ün açıklamaları ve Abdullah Demir’in Akgündüz’e yönelttiği eleştiri için bakınız Abdullah Demir, “Said-i Nursi’nin Seyyidliği tartışmaları”, www.zehra.com.tr
[21] 1975 yılında Risalelerin yasaklı kitap listesinden çıkması için yapılan bazı teşebbüsler için bakınız http://www.haber7.com/guncel/haber/1129715-said-nursi-ve-risale-i-nura-chp-iskencesi
[22] Telif probleminin aşılmamış olduğunun bilinmesine rağmen, Risaleleri yayınlamaya devam eden yayınevlerinden birinin hikâyesi için bakınız www.gundem.bugun.com.tr/sevindiren-gelisme-haberi/1067402
[23] “Risale-i Nur’lar Koruma Altında!”, www.nurnet.org
[24] Ana akım Nur Cemaatleri, “Kürt” ve “Kürdistan” kelimelerini orijinal metinlerde görmezden gelerek yayınlamaya devam etmiştir. Nurcuların Zehra Vakfı’nın faaliyetleri istisnadır. Öte yandan Risaleler’in latinize edilirken tahrifat yapıldığına dair günlük gazete Özgür Gündem’de çeşitli defalar yazı dizileri hazırlanmıştır. Benzer tahrifat örnekleri için bakınız Remzi Peşeng, “İşte Risale-i Nur’da yapılan tahrifatlar” http://www.timeturk.com/tr/2012/12/21/iste-risalei-nur-da-yapilan-tahrifatlar.html
[25] Risaleleri basan yayınevleri, yasal varislerin böyle bir dava, şikâyet ve eserler üzerinde hak talebi olmadığını belirtmektedirler. Bakınız Suat Özçelik, “Risale-i Nur’lara bandrol engeli devam ediyor”, 6 Mayıs 2014, Zaman, www.zaman.com.tr
[26] Bahadır Özgür, “Risale-i Nur kavgası”, 4 Temmuz 2014, Radikal, www.radikal.com.tr ve sonraki gelişmeler için “Risale yasağı sürüyor bandrol kördüğüm”, 15 Ağustos 2014, Yeni Asya, www.aktifhaber.com
[27] AKP’ye yakın grupların olumladığı bu durumu izahat yöntemleri gerçekten meselenin ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor. Bir yandan 26 yayınevinin Risaleler’i bastığını övünerek anlatıyorlar, bir yandan da tahrifat, rant, mutlak surette kazanç sağlayan ticaret ve korsan baskıdan şikayet ediyorlar. “Risale-i Nur gerçeği”, 8 Temmuz 2014, http://www.sabah.com.tr/gundem/2014/07/08/risalei-nur-gercegi
[28] Karar 26 Kasım 2014’de Resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
[29] Bu kararnameye ilk imzayı atan Bülent Arınç’ın meseleyi kamuoyuna sunuşu ve Sabah gazetesinde haber oluş şekline ayrıca dikkat edilmelidir. Bakınız “Üstadın vasiyeti yerine getirildi”, 23 Kasım 2014, Sabah, www.sabah.com.tr
[30] 12/01/2015 tarihli haber, http://www.radikal.com.tr/kultur/diyanet_risale_i_nuru_basacak_yayinevlerini_belirledi-1270624
[31] Bitlis’teki seçim konuşmasında halka ilan edilen Diyanet’in bastığı örnek, ana akım cemaatleri tedirgin etmişti. Çünkü Diyanet’in metninde eksik bölümler var: http://www.haberler.com/kazim-gulecyuz-diyanet-risale-i-nurlarda-tahrifat-6957556-haberi/
[32] “Risale-i Nur’da sayfa birliği sevinci” 13/02/2015 http://www.risalehaber.com/risale-i-nurda-sayfa-birligi-sevinci-677g.htm
[33] Elbette bu yazı, Aydınlanma, Kemalizm, Laiklik, özgürlükçü laiklik ya da Marksizm gibi çok daha bilindik kavramlarla kurgulanabilirdi. Sınıf sorunlarına göre dinsel problemlerin tali yanına vurgu yapılarak, devrim özlemi ile kitlelere sabır dilenebilirdi. Eğitim sisteminin içeriğinin giderek daha dinsel olduğu, pek çok konunun yaratılış fikrine aykırı olması nedeniyle ayıklandığı anlatılabilirdi. Ama bu yazı bir ağlama duvarı değil. Gündelik yaşamın problemlerinin, dini terminoloji ile baskılandığı toplumdaki dinsel kaos hali; onu patlamaya hazır bir bomba gibi dimdik ayakta tutmaktadır.
[34] Akraba’ sorusu Metiner’i kızdırdı, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27883201.asp
[35] “Diyanet’ten şantajcılara sert uyarı: Büyük fitne” 26/03/2014, http://www.sabah.com.tr/gundem/2014/03/26/diyanetten-santajcilara-sert-uyari-buyuk-fitne
[36] 2015 Bütçe Tasarısı’na ait kısa notlar: Diyanet Bütçesi – Mustafa Durmuş http://www.sendika.org/2014/11/2015-butce-tasarisina-ait-kisa-notlar-diyanet-butcesi-mustafa-durmus-siyasihaber-org/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.