Paris’te 7 Ocak 2015 tarihinde yaşanan Charlie Hebdo katliamı, başta Fransa ve Avrupa’da olmak üzere, bütün dünyada yeni bir tarihi yüzleşmeyi zorunlu kılıyor. Katliamın ortaya çıkarttığı politik sonuçlar, özellikle İslam dünyasında çok daha derin ve sarsıcı olacaktır. Bu süreç İslam dini üzerinde çok yönlü tartışmaları beraberinde getirdi. Gelinen aşamada, İslam Dini’nin tarihsel koşullara bağlı olarak […]
Paris’te 7 Ocak 2015 tarihinde yaşanan Charlie Hebdo katliamı, başta Fransa ve Avrupa’da olmak üzere, bütün dünyada yeni bir tarihi yüzleşmeyi zorunlu kılıyor. Katliamın ortaya çıkarttığı politik sonuçlar, özellikle İslam dünyasında çok daha derin ve sarsıcı olacaktır. Bu süreç İslam dini üzerinde çok yönlü tartışmaları beraberinde getirdi.
Gelinen aşamada, İslam Dini’nin tarihsel koşullara bağlı olarak artık mutlaka bir köklü reforma tabi tutulmasının zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Haliyle bunun yöntemi ve pratik olarak içinden geçeceği yol ile izlenilecek karakteristik evrelerin özellikleri de, demokratik ilke ve ölçüler olmak durumundadır. Bu olmadığı müddetçe, bütün insanlığın başı beladadır.
Bunu derken, esas olarak Paris katliamı üzerinden düşünce özgürlüğüne karşı cinayet yoluyla bir yok etme saldırısının yapılmış olduğunu biliyoruz. Bu, aynı zamanda bütün bir insanlık değerlerine karşı da suç işlemeyi içeriyor. Meseleyi hiç de sağa-sola çekmeye gerek yok. Bu türden katliamları yapan, bizzat İslam din-ideolojisinden esinli ve organize bir siyasal harekettir; onun Batı’yı ve bütün bir demokratik değerleri hedefleyen örgütlenme gerçekliğidir. Buna rağmen ortaya çıkıp fiili olarak bütün bu katliamları yapanların “İslam’la, Müslümanlıkla hiçbir alakası yoktur” demek, en hafif deyimle oportünistliktir.
Eskilerini bir tarafa bıraksak bile, en son bir ay içerisinde İslam adına yüzlerce, binlerce masum insan öldürüldü. Örneğin, Aralık 2014 tarihinde Pakistan’da bir okula yapılan kanlı bir baskında, tamamına yakını çocuk olan en azında 150 kişi civarında insan öldürüldü. Bu insanların tek “suçu” ise okula gitmekti. Nijerya’da daha geçen günlerde bile, bir İslami hareket olan Boko Haram örgütü ele geçirdiği bir kasabada yüzlerce insanı katlettiği basına yansıdı. En önemlisi de El Kaide ve IŞİD’in Şengal’dan Kobane’ye ve oradan da Fransa / Paris’e dek uzanan bir hatta bizzat İslam adına yapmış olduğu seri katliamlar zinciri vardır.
Bu realite tam görülmeden, yapılacak analizlerden gerekli ve doğru sonuçlar ortaya çıkartılamaz. Ayrıca mesele, hem teolojik olarak İslam’ın hem de siyasal bilimlerin bir konusu olarak politik İslam’ın ele alınıp incelenmesi ve bunlar arasındaki bağların doğru analiz edilmesinin de artık kaçınılmazlığıdır.
Politik İslamcı hareket adına yapılan ve esasen uluslararası güçlerin Ortadoğu’daki işgallerine hizmet eden katliamlara karşı İslam dünyasında birçok ses yükseldi. Bu katliamların din olarak İslam’da nasıl göründüğüne akademik ve teorik eleştirel yaklaşımlar fazlasıyla ön aldı. Ayrıca bu tartışmaların, özellikle İslamcı çevrelerden gelmiş olması da oldukça sevindirici ve önemlidir.
Bu arada Türkiye Başbakanı Ahamet Davutoğlu gibilerinin, tamamen politik çıkarlar için toplumu etkilemek ve yönlendirmek amacıyla, Charlie Hebdo katliamını “peygamberimize hareket edildi” cümlesiyle gerekçelendirerek dolaylı bir tarzda savunması, katliamı yapan radikal İslamcı güçlere verilen bir destek olarak değerlendirilebilinir. Bunun aynı zamanda çok farklı etnik, kültürel ve mezhepsel bir yapıya sahip bulunan Türkiye toplumu içerisinde ‘yeni’ tür çatışmaları da beraberinde getireceğini görmek durumundayız. Özellikle de Huda-Par üzerinden bu tarz çıkışların, Kürdistan coğrafyasında iç çatışmaları tetikleyeceğine dair bir veri olarak karşımıza çıkıyor. Aynı şekilde Cumhuriyet gazetesine karşı ortaya konulan tepki de, gelecekte ne tür sorunlarla karşılaşacağımızı gösteriyor.
Fransa Cumhurbaşkanı F. Hollande’ın, hem A. Davutluğu’nun protesto yüzüşüne katılmasına karşı nötr kalması, hem de çıkıp, bu Paris katliamını gerçekleştirenlerin “İslam ile ilişkilendirilemeyeceğini” söylemesi tamamen politik/ diplomatik teamüllere dayanıyor ve onun bir gereğidir. Yoksa özünde gerçeğin böyle olmadığı biliniyor. Nitekim bu yönlü bir politik tutum alma boşluğu hissedilmiş olunacak ki, daha sonra İtalya Başbakanı Matteo Renzi, “Davutoğlu’nun yürüyüşe katılması biraz sırıtıyordu” diye bir ifade kullandı. Çünkü Türkiye’nin IŞİD ile işbirliği ve ortaklığı herkesçe çok iyi biliniyor.
Hakikaten de IŞİD’e aktif destek veren Erdoğan, kendisini Ortadoğu’nun halifesi olarak görmeye başladı. Erdoğan’a, Neo-Halife dersek, bu yanlış olmaz.
Nitekim The Economist, The Times gibi dergilerin Erdoğan’ın izlediği politikalarla radikal İslamcı örgütleri güçlendirdiğine dair eleştirileri dünya çapında tavan yapmış bulunuyor. Bu durum, esasen uluslararası kamuoyunun uyarı ve eleştirilerinin bir başka yansımasıdır. Uluslararası kamuoyunun baskısıyla küresel güçlerin alacağı tutum, hem dünya çapında hem de Kürdistan ve Türkiye başta olmak üzere tüm bir Ortadoğu bölgesinde yeni bir mücadele döneminin başlayacağını, bütün politik dengelerin yeniden belirleneceğini gösteriyor.
Meselenin bilincinde olanların ortak noktası, tehlikenin artık düşünce özgürlüğünü de bir hayli aşıp, doğrudan bütün bir yaşama kastetme boyutuna ulaştığıdır. Buna rağmen bizlerin önerisi ve öncelliğimiz, artık Siyasal İslam’a karşı ilkesel bir ideolojik mücadeleyi yükseltmektir, yaygınlaştırmaktır. Süreç artık ilkesel bir tutum belirleme zamanıdır.
Eğer “hassasiyetleri gözetelim” diye, bugüne kadar olduğu gibi, yine bu biçimde devam edersek, her zaman açık verme ve boşluk bırakmaktan kurtulamayız. Dahası, şayet varsa kimi İslamcının, Müslüman’ın öldürmek dışında bir sözü ve söylemi, onlarla da uygarca konuşma kapısı zaten açıktır. Bunun da yolu ve yöntemi bellidir. Düşünce özgürlüğü temelinde ve karşılıklı saygı içerisinde uygarca her konuyu konuşup tartışmaktır.
Ancak görüldüğü üzere, çok sınırlı bazı istisnalar hariç, İslam dini adına konuşanların, ezici kesimi, uygarca bir tartışmayı yürütmekten ve de düşünce özgürlüğünden korkuyor, nefret ediyor. Bunların kendileri dışında bir başkasını anladıkları yoktur. İdeolojik ve teorik tartışmadan kaçan, politik analiz yapma becerisini göstermeyenler, “Siz benim Allah’ıma ve Peygamberime hakaret ediyorsunuz” diyor. Böylelikle tartışma kültürüne uyum sağlamak ve bu ahlakı edinerek kendisini açıklamak yerine, milyonları tahrik etmeyi ve saldırılarına toplumsal bir zemin yaratmayı tercih ediyorlar.
Birileri Allah’ı ve peygamberi yok saydı veya hakaret etti ise dahi, bir İslamcının bu gerekçeyle insanları öldürmesine onay vermesi mi gerekiyor? Bu doğru mudur? Olmadığı çok açıktır. Fakat İslamcılığı ilke edinen birçok kişi ve grup, Allah adına birilerini öldürmek hakkını kendilerinde buluyorlar. Düşünsel gücüne güvenmeyenler için en kestirme yolu fikirleri şiddet yoluyla bastırmaktır. İslam dünyasında en çok başvurulan yöntem de budur ve bu nedenle ideolojik-politik zihinsel gelişme potansiyeli yakalanamıyor. Çünkü sorunların kaynağını kendisinde değil, Allah bağlamında hal yolunu ezber edinmiştir.
Bir İslamcı, Allah’ın varlığına da ve peygamberin hak oluşuna da gösterdiği hassasiyeti, tersten bir ateistin düşünceleri için göstermez, hatta saldırıyı meşru görür. İslamcılar Charlie Hebdo katliamında olduğu gibi böylesi saldırılarla insan düşüncelerini özgürce belirtme hakkını ihlal ettiklerini, onu çiğnediklerini düşünmezler. Mutlak doğruyu kendinde gören İslam dünyasında zihniyet ve algı devrimi kaçınılmazdır. Bütün çağdaş dünyaca geçerli olan düşünce özgürlüğü ve empati yeteneğinin kazanılmasının yolu buradan geçiyor.
İslamcıların toplumsal yaşama bakışında kişi hak ve özgürlüklerine sahip çıkma bilinci ve sorumluluğu yoktur. Bunun İslam dininin yorumlanışıyla doğrudan bir bağı bulunduğunu söylemekte yarar var. Bu sadece İslam dinine gösterilen bir hassasiyet olmaktan ziyade, asasında toplumsal yaşamın her alanında hissettirilen bir bakış açısıdır.
Örneğin Neo-Halife Erdoğan’ın kendisine hakaret ettiği söylenen bir çocuğun nasıl içeri atıldığı da herkesin malumudur.
Ha keza daha önce de vurguladığımız gibi, Cumhuriyet gazetesine karşı nelerin söylendiğini de iyi biliyoruz. Çünkü zihniyet yapıları empati yapamaya asla müsait değildir.
Eğer ABD ve Batı dünyası, hakikaten İslamcı terörü durdurmak istiyorlarsa, onu ortadan kaldırmaya samimi çaba sarf edecekler ise, bu halde Kürdistan Halkının verdiği mücadeleyi ve buna karşın sömürgeci devletin NATO imkanlarını basamak yaparak oynadığı karşıdevrimciği iyi görmek durumundadır.
Her halükarda Neo–Halife Erdoğan’ın İD’e (IŞİD) aktif olarak destek sunması, sadece Rojava meselesi olmayıp, aynı zamanda İslam’a bakış açısında ortaklıkları ve aynı pratik- politik kulvarda olmalarının ürünüdür.
Dolaysıyla Türkiye’nin ve Kürdistan’ın içlerine doğru adım adım bu IŞİD belasının örgütlenmeye başlaması ve Hüda-Par kılıfına dönüştürülmesi bilinçli ve planlı bir hedefi içeriyor.
Bugün sorun Türkiye’de anti-demokratik bir sistemin kurulmasını da aşmış, aynı zamanda rejimin bir bütün olarak İslamcılaştırılmasının ön koşulları hazırlanmış bulunuyor. Sistem İslamcılaştırılırken, olası toplumsal tepkileri ve muhalefeti bastırmak için El Kaide, IŞİD ve Hüda-Par/Hizbullah gibi örgütler çok aktif olarak kullanılacaktır. Onların, bu çabalarında başarılı olup olmamasından bağımsız olarak, toplu katliam yapan bu tür örgütlere destek verilmesi, Türkiye toplumunun ne tür bir tehlikeyle kaşı karşıya olduğunu da gösteriyor.
Olası tehlikelere karşı toplumsal refleksin güçlü tutulmasına paralel olarak, İslam dininin köklü bir reforma tabi tutulmasının artık bir zorunluluk haline geldiğini vurgulamak gerekiyor. Bu değişimin sadece İslamcılar arasında bir tartışma ve mücadele olarak görülmemesi gerekiyor. Bunun da ötesinde, aynı zamanda devrimci-demokratik güçlerin de sürece katılmaları ve düşünsel bazda çok kapsamlı bir ideolojik-felsefi mücadele yürütmeleri gerekiyor.
Demokratik ve ilerici-devrimci güçler, ideolojik ve politik düzlemde kararlı duruşunu sürdürürken, aynı zamanda olası fiziki saldırılar karşısında da, mutlaka kendi öz savunma tedbirlerini almak durumundalar.
Hem İslamcı politik düşünce mantığı ve pratik yönelimleri bütünüyle şiddet üzerinde şekilleniyor, hem de artık devletleşiyorlar, devletleri ele geçiriyorlar.
Dolaysıyla olası saldırılara karşı güçlü bir mücadele yürütülmezse, gerekli önlemler yerinde ve zamanında alınmazsa, çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınacaktır. Dahası, en son Paris Katliamı pratiğinde ortaya çıktı ki, esasında bu tür saldırılar, ilerde daha bir üst aşamaya da çıkıp devam edecektir. Türkiye bu tür olaylara sahne olmaya en uygun ülkelerden biridir.
Çok açık olarak ifade etmek gerekirse; İslamcı ideoloji hoşgörüsüzdür, tahammülsüzdür ve üstelik de düşünce özgürlüğüne karşı hem saygısızdır ve hem de saldırgandır. Bunu böyle somut olarak ortaya koymayıp da, başka gerekçeler etrafında dönmek asla doğru değildir. Cesur olmak gerekiyor. Özellikle de bilim insanıyım, aydınım, yazarım diyenler açısında bu böyledir. Gelinen bu tarihsel aşamada şu çok net olarak ortaya çıkmıştır ki, İslam dininde çok köklü bir reforma gidilmeden, İslam’ın ılımlısı ile radikalı arasında çok fazla bir fark olmayacaktır.
Örneğin Türkiye’de iktidar olan AKP, Mısır’da hükümet olan Müslüman Kardeşler Hareketi, Afganistan’da Taliban, Filistin’de Hamas, Irak ve Suriye’de El Kaide ve IŞİD, Nijerya’da Boko Haram gibi İslamcı örgütlerin iktidar olanlarının ve olmayanların pratik eylemleri her zaman çakışıyor, buluşuyor. Kürdistan’ı ve Fransa Paris’i vuranların aynı kafa yapılarına sahip olduğunu bir an dahi unutmadan politikalar geliştirmek gerekiyor. Buradaki resim, İslam’ı referans alanların toplumsal yaşamda neler yapabileceklerini ortaya koyuyor.
Bir kez daha altını çizerek belirtelim ki, İslamcılık adına hareket edenlerin Rojava’da ne tür katliam yaptıklarını biliyoruz. Aynı şekilde Paris’te yapılan katliam ile Rojava’da, Şengal’da, Musul’da, Kobanê’de yapılan katliamlar aynı politik düşüncenin bir sonucudur. Türkiye bunu Sivas’ta 33 aydının diri diri yakılmasında yaşadı. Bu bakımdan biraz sıkıcı da olsa, sık sık tekrar ediyoruz ki, İslam’ın reforme edilmesi gerektiğini vurgulamak ve bu yönlü çabaları desteklemek bir tarihsel sorumluluktur.
Besbelli ki bu bir mücadele biçimi oluyor. Tek düze ve tümden karşıya almak akıl kârı değildir. Bunu derken, asla ılımlı ile radikal diye aralarında bir ayrıma gidilmemesi gerekiyor. İslamcılığın her türüne karşı çok yönlü bir mücadeleyi örgütlemek bir zorunluluktur. Düşünce özgürlüğünü garanti altına almanın önceliklerinden biri, insanlığa düşman olan ‘radikal’ İslamcı hareketlere karşı mücadelenin çok boyutlu örgütlenmesinden geçer.
Nitekim Batı dünyasının ulaştığı mevcut yaratıcı zihniyet düzeyi ve düşünce özgürlüğünün sırrı, belli ki zamanında din reformunu layıkıyla yapmış olmalarında saklıdır. Yoksa başta cadı avı diye bilinen tarihsel süreç olmak üzere, Batı’nın da nice korkunç din ve mezhep savaşlarını yaşadığını, çok kan akıttıkları bilinmiyor değil.
alihidir20@hotmail.com
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.