Efendim, klasik şunu yiyin, bunu için tarzı gezi yazılarının dışında üretim biçimi ve sınıf çelişkilerini gözlemleyerek yaptığım hem turistik hem ekonomi politik gezi yazılarıma devam ediyorum. Küba’da sosyalizmi ve Chiapas’ta Zapatistaları ziyaret ettikten sonra son durağım kapitalizmin yerlileri ezdiği Orta Amerika oldu. Ülkeler küçük ve birbirine yakın olduğu için Guatemala, El Salvador, Honduras ve Belize […]
Efendim, klasik şunu yiyin, bunu için tarzı gezi yazılarının dışında üretim biçimi ve sınıf çelişkilerini gözlemleyerek yaptığım hem turistik hem ekonomi politik gezi yazılarıma devam ediyorum. Küba’da sosyalizmi ve Chiapas’ta Zapatistaları ziyaret ettikten sonra son durağım kapitalizmin yerlileri ezdiği Orta Amerika oldu. Ülkeler küçük ve birbirine yakın olduğu için Guatemala, El Salvador, Honduras ve Belize olmak üzere 4 ülkeyi kompakt bir şekilde gezdim.
Dağlarına ölürüm Antigua
İlk olarak Guatemala City havaalanına geldiysem de Guate City çok çirkin bir yer olduğundan direk 1 saatlik mesafedeki Antigua’ya geçtim. Kolonyal bir mimarisi olan Antigua enine kentleşmiş, uzun binaların olmadığı, evlerin rengarenk boyandığı Guatemala’nın tartışmasız en güzel ve en ‘‘hip’’ şehri. Benzetmek gerekirse Meksika’daki San Cristobal de las Casas ile Küba’daki Trinidad şehirlerine çok benziyor.
Antigua’dayken AirBnB’den bulduğum bir Guatemalalı kızın yanında kaldım. Her zamanki gibi ilk gecem kendimi şehre oryente etmekte geçti. Şehir merkezindeki parkın orijin olduğu rakamlı koordinat sisteminde kaybolmak neredeyse imkansız gibi bir şey, kolayca her yeri öğrenebiliyorsunuz. Ertesi günümü birbirine çok yakın olan Santa Catalina Kemeri’ni, La Merced kilisesi, San Jose Katedrali ve yeraltı dehlizlerindeki katakompları gezerek geçirdim. Sarı boyası, tepesindeki saat ve arka plandaki Agua Yanardağı ile Antigua kart postalların değişmez fotoğrafı olan Santa Catalina Kemeri’nin olduğu cadde şehrin en dikkat çeken yeri.
Ertesi gün en üst ligdeki Antigua GFC’nin futbol maçını izlemek için Estadio Pensativo’ya gitmeden evvel halk pazarından bir tane forma alayım dedim. Eleman formaya 240 quetzal (73 TL) çekti. Sıkı bir pazarlıkla formayı 100 quetzal’e aldım. Düşünün yani 240 nere 100 nere, yarısından fazla indirmişim. Tam seviniyordum ki ilerde aynı formayı 40 quetzal’e görünce Guatemala’da fiyat diye bir şeyin olmadığının farkına vardım. Tipine göre, kaça satarsa yani… Neyse formamı giyip tuk-tuk taksilerle stadyuma gittim. Biletler 30 quetzal (10 lira). Hemen biramı alıp taraftarların arasına karıştım. Guatemalalı olmadığı her halinden belli olan 50’li yaşlarda Jenaro isimli İspanyol bir dayıyla muhabbet sardı. İspanya’nın Oviedo şehrinden emekli bir İngilizce öğretmeni olan Jenaro’yla tanışmam Guatemala’daki gezimin seyrini tamamen değiştirdi. Ama önce futbol!!
Lig sonuncusu Antigua GFC, Guate City takımlarından olan Universidad’la 2-2 berabere kaldı. Rakip takım 64. dakikada 10 kişi kalmıştı ama bizimkiler maçı çeviremedi. Yine de bol gollü güzel bir maç oldu. Profesyonel lig olmasına rağmen stadyum bizim amatör küme takımlarınınkinden hallice. Her yılın 4-5 ayını Antigua’da geçiren Jenaro bana Guatemalalıların futboldan zerre kadar anlamadıklarını söyledi. Ne taktik bilirler ne bir şey. İyi oyun diye bir şey yoktur, yenersen iyisin, yenilirsen kötü, nokta. Hatta doğru dürüst takım bile tutmazlar. Takımları 3-5 maç kaybetsin hemen başka takımı tutmaya başlarlarmış. Guate insanı günlük hayatında çok düzgün bir dil konuşur. Ama stadyumda öyle küfürler ediyorlar ki aklınız hayaliniz durur. Ve o kadar komik oluyor ki millet resmen ettikleri küfürlerle tribündekileri güldürme yarışına giriyor. Biraz tezahürat mantığı var, Amerika’dakinden daha fazla var en azından.
Kapitalizmin ezdiği yerliler..
Jenaro, emekli olduktan sonra kendini aktivizme ve sivil topluma vermiş bir İspanyol. Guatemala’da pek çok STK çalışıyor çünkü burada inanması ve tahammül etmesi güç bir sefalet var. Turistik mekanlarda gezerken en fazla biraz geri kalmış bir ülke izlenimi verirken madalyonun diğer yüzünü Jenaro sayesinde gördüm. Maçın ertesi günü Jenaro’nun gönüllü olduğu Asociacion Bendicion de Dios okuluna gittik. Antigua’ya 15-20 dakika mesafedeki San Juan Alotenango kasabasında olan bu okulda ilk ve orta seviye eğitim ve öğretim veriliyor. Tamamen bağış ve büyük oranda gönüllülük esasıyla işleyen okul 200’e yakın öğrenciyi barındırıyor ve her sene de kontenjanı arttırmaya çalışıyorlar. Bu öğrencilerin tamamına yakını maddi durumu olmayan öğrencilerden oluşuyor. Guatemala’nın bu yüzünde şartlar o kadar zor ki insanlar evde 3 öğün yemek dahi yiyemiyorlar. Bu yüzden okul öğrencilere öğlen yemeği de veriyor, ücretsiz. Sırf öğlen yemeği verildiği için okula gelenler var, çünkü öğlen evde yemek olmuyor. Yemek de ne biliyor musun? Süt ve mısır gevreği. Her gün. Sütü de ısıtıyorlar ki sıcak yemek yerini tutsun diye.
Okulda gönüllü olan bir diğer öğretmen olan Mercedes ve Jenaro’nun mısır gevreğini ve ısıttığımız sütü tabaklara koyup masalara yerleştirmesine yardım ettim. Çocuklar o mısır gevreğini nasıl yiyor görmelisiniz. Biz de oturup onlarla yedik. Çocuklardan birindeki Che Guevera bilekliği dikkatimi çekti. Yemekten sonra Jenaro bir 6. sınıf İngilizce dersine benim girmemi istedi. Ben de girip işte klasik tanışma faslından sonra Türkiye ve Galatasaray’dan bahsederek ilgilerini çekmeye çalıştım. Burada öğretmenlerin bazısı gönüllü, Jenaro ve Mercedes gibi; ama diğerleri ücretliler. Gönüllü öğretmenler aslında yardımcı ders gibi veriyorlar çünkü Guatemala milli eğitim bakanlığından onayları yok. O yüzden mecbur bir kaç tane bakanlık onaylı ve lisanslı öğretmen olması gerekiyor ki onlar da ücretli haliyle. Para tamamen bağışlardan geliyor. Mesela Jenaro her sene İspanya’dan gelirken komşularından ve arkadaşlarından 1000-1500 euro toplayıp öyle geliyorum diyor. Onun haricinde müdürün neredeyse bütün işi bağış toplamak. Okulun müdürü ile yaptığım görüşmede bana en büyük sorunun bağışların düzenli gelmemesi olduğunu söyledi. Mesela bir kurum her sene 1000 dolar gönderiyor ama bir noktadan sonra bağışı keyfi kesiyor. Dolayısıyla birkaç büyük bağış böyle kesilince bir sonraki sene okulun dönüp dönmeyeceği ip üzerinde oluyor. Bir öğrencinin bir yıllık bütün eğitim masrafları 150 euro. İsminden ötürü okulun inançla ve bir dinle alakası varmış gibi gözükse de bu tamamen o bölgenin dindar bir bölge olmasından kaynaklı. Yoksa müfredatta herhangi bir dini içerik yok, hocaların da çok dindar olduğu söylenemez. Ben taşın altına elimi koydum, siz de siteye girip e-mail yoluyla ulaşarak gönlünüzden ne koparsa yardımda bulunabilirsiniz. Hatta kardeş okul vs. gibi kampanyalara da girilebilir. Her sene muhitten daha fazla öğrenci bu okula gelmek istiyor ama imkanlar kısıtlı. Geleni de geri çevirmek çok zor oluyor diyor Jenaro.
Dersler bittikten sonra okulun öğrencilerinden Edy ve Fredy’nin ailelerini ziyarete gittik. Aman Allah’ım! Bu nasıl bir insanlık dramıdır, inanılır gibi değil. Alüminyumdan yapılmış bir kulübe. Anne baba okuma yazma bilmiyor. 7 kardeşler. Kulübenin içinde yere konmuş iki tane çifter kişilik şilte var, 9 kişi bu 2 şiltede yatıyor. Elektrik yok, su tesisatı yok, gaz yok, hiçbir şey yok. Odun ateşi yakıp üzerinde lapa pişiriyorlar kulübenin önünde. Evlerin numarası yok, adresi yok, çünkü ev yok aslında. Sadece Alotenango’da kasabada binlerce insan bu durumda. Çocuklar evde durmak istemiyor. Jenaro çocukların dersten sonra bile okulda kalmak istediklerini, hatta hafta sonları bile okula gelmek istediklerini söylüyor çünkü evde yapacak hiçbir şeyleri yok, bırakın yapacak bir şeyi insanı şartlarda yaşanacak bir ortam bile değil. Düşünebiliyor musunuz, bizler çocukken okuldan kaçmak için bin takla atarken, bu çocuklar okula gitmek için bin takla atıyorlar. Zaten okula gitmeseler bu sefer tarlada kahve ve kakao toplamaya gidecekler. Liseyi bitirmeleri bu hayattaki tek şansları. O yüzden de bu ve benzeri okullar çok önemli.
Ertesi gün yine Jenaro’yla ‘chicken bus’ dedikleri Amerikan sarı okul otobüslerinden çaktıkları otobüslerle tekrar Alotenango’ya gittik. Çocukları alıp Guate City’deki hayvanat bahçesine, bir iki devlet binasına bir gezi vardı programlanmış. Çoğu hayatında ilk defa kasabanın dışına çıkıyor. Antigua 20 dakika, Guate City 1 saat mesafede. Geziden sonra 6. sınıf öğrencilerinden Fernando’ya geziyle ilgili ne çok neyi sevdiğini sordum, ne dese beğenirsiniz?! ‘‘Otobüse binmeyi’’ dedi. Yani birçok insanın otobüsle seyahat etmeyi fakirlik belirtisi olarak gördüğü bir düzende otobüse binmek bu çocukların başına gelen en ilginç şey. Sadece 3 quetzal, yani 1 lira, ama onlar için çok büyük para. Hayatında hiç otobüsle bir yere dahi gitmemişler. Zaten bütün gün benim tabletle oynadılar. Bir tablet etrafında 20 tane çocuk, sırayla futbol oyunu araba oyunu oynuyorlar.
Baba ve 7-8 yaşındaki çocuklar Amerikan şirketlerinin ele geçirdiği kahve tarlalarında çalışıyorlar. Bir yetişkin günde yaklaşık 50 kilo kahve topluyor. Kahvenin ortalama piyasa kilo fiyatı 1,5 dolar, yani bir kişi günlük ortalama 75 dolar hasılat sağlıyor Amerikan şirketine. Günlük olarak aldığı ücret ise sadece 1 dolar. 75 doların sadece 1 doları işçiye veriliyor. Çocuklar daha az topladığı için onlara 1 dolardan da az veriliyor.
Daha sonra Macadamia (bir çeşit yemiş) tarlası gezisi, müthiş bir Antigua ve yanardağ manzarası olan El Cerro de la Cruz, evde çikolata yapma eğitimi vs. gibi şeyler Alotenango tecrübesinden sonra pek bir şey ifade etmedi haliyle.
San Salvador üzerinden Copan’a yolculuk..
Antigua’da tahmin ettiğimden daha fazla kaldıktan sonra El Salvador’un başkenti San Salvador’da bir gün geçirip Honduras’daki Copan antik Maya kentine doğru yola koyuldum. Orta Amerika’da şehirler birbirine çok benziyor. Yani sınır geçmiyor olsanız Meksika’nın güneyinden Nikaragua’ya kadar hiç ülke değiştirmeden gittiğinizi sanırsınız. San Salvador da tıpkı Guate City gibi çirkin, pek bir olayı olmayan bir şehir. El Salvador’un güzel yanı güney sahilleri. Ancak benim oraya kadar inecek vaktim ve planım olmadı. Üstelik bu şehirler biraz tehlikeli. Mesela Meksika’daki suç oranları çok abartılı. İstatistikler Meksika’yı en tehlikeli ülke ilan ediyor fakat aslında buradaki suçun büyük çoğunluğu uyuşturucu kartelleri arasındaki iç hesaplaşmadan kaynaklı. Yani turiste yönelik suç oranında Amerika’dan fazla değillerdir. Fakat El Salvador, Honduras, El Salvador ve Belize’de zengin gözüken turiste yönelik ciddi bir tehlike söz konusu. Tabi biraz akıllı davranarak bu gibi şeylerin uzağında kalınabilir.
Copan Ruinas, Maya medeniyetinin yüzlerce yıl evvelki en büyük şehirlerinden. Açıkçası Palenque, Chichen Itza ve tabii ki Tikal’in çok gerisinde kalmış çünkü günümüze kadar güzel korunarak gelmiş kalıntı az. Copan’ın en göze çarpan önemli özelliği Maya medeniyetine ait heykel ve portrelerin hem boyut olarak hem de sayıca çokluğu. Aztek antik kenti Teotihuacan’dan bile daha fazla böyle tarihi eser var. Ancak yapılar diğer antik şehirler kadar çarpıcı değil. Yani Mesoamerica’da yapılacak geniş çaplı bir turun bir parçası olabilir ama özellikle gitmeye değmez, tercih Chichen Itza ve Tikal’den yana kullanılmalı.
Maya medeniyetinin beşiği Tikal
Copan’da da sadece antik şehir ziyareti yapıp tekrar Guatemala’ya, Flores şehrine geçtim. Tabi bu arada yolda geçen bomba maceraları filan atlıyorum. Flores, Peten Gölü’nün ortasında küçücük bir ada. Aynı zamanda El Peten eyaletinin de merkezi. Biraz Arnavutluk’un Kotor şehrini anımsatıyor. Genelde Tikal turistleri burada konaklıyor, Tikal de buradan takribi 1 saat uzaklıkta, zaten adada bir sürü seyahat acentası Tikal turları düzenliyor. Flores’i çok beğendim. Çok sakin, çok sevimli bir ada. İlk işim hemen postanesini bulup, daha önceki her şehirde yaptığım gibi Türkiye’ye kartpostal yollamak oldu. Açıkçası Flores’te yapacak çok aktivite, görecek pek bir şey yok ama sakinliği insanı çekiyor. Bu arada şunu belirtmek isterim. Onca ülke gezdim; evlerde, hostellerde, motellerde kaldım. Gezginlerin çok önemli bir kısmı Avrupalı işsizler. İş piyasasında umudu kalmayan yeni mezun öğrenciler sosyal devletten 12-18 ay işsizlik maaşını alıp 1 sene ucuz ülkelerde gezip duruyorlar. Yani öyle eskisi gibi zengin turistler yok, turizmde ciddi bir duraklama var. Sonuçta son 30 yılda uçak teknolojisinin ucuzlamasıyla seyahati birikmiş bütün insanlar gezdi durdu ancak bir yerden sonra bitti, insanlar da aynı yerlere tekrar tekrar gitmiyor, gidemiyor. Yeni jenerasyon da ekonomik krizden ötürü gelen meteliksiz hippi gençler, yani hacimli bir turizm ekonomisi yaratacak insanlar değil. E tabi ülkeler bu düşük turist havuzu için yarışıyorlar. Hepsi teker teker vizeleri kaldırıyor, tüketimi ucuzlatıyor yeter ki turist gelsin diye aşağı doğru bir yarış başlıyor. Mesela bu yarışta Chichen Itza, Cancun’a yakın olduğundan ötürü Tikal ve Flores’e epey darbe vurmuş. Üstüne bir de 2014 Brezilya Dünya Kupası gelince buraya gelen turist sayısı iyice azalmış. Esnaf kan ağlıyor, bir dokun bin ah işit… Flores’teki Ramada oteli sinek avlıyor; müşterisizlik ve bakımsızlıktan sıvaları çatlamış artık.
Efendim vaktiyle Guatemala’nın kuzeydoğusundaki yağmur ormanlarının içinde kurulmuş olan Tikal, Maya medeniyetinin en önemli bir kaç şehrinden biri. İnce uzun yapısıyla diğer piramitlerden ayrılan Tikal tapınağını birçoğunuz Star Wars filminden hatırlayacaktır. Buradaki piramitlerin yayvan değil de uzun olmasının sebebi ise yağmur ormanlarındaki ağaçların uzunluğu. Dönemin kralları piramitlerin tepesindeki odaların ağaçların üzerinden olmasını istemişler anlaşılabilir şekilde.
Sabahın 4’ünde Flores’ten çıkıp 5’te Tikal Milli Parkı’nda müthiş rehberimiz Jose ile turumuza başlıyoruz. Sabahın körü, her yer zifiri karanlık, deli gibi yağmur yağıyor. Fenerlerle yolumuzu aydınlatarak 4 numaralı piramide doğru gidiyoruz. Amacımız gün doğumunu piramidin tepesinden izlemek. Günün en erken kafilesiyiz. Ben normalde turist rehberli, kafileli, hop-on hop-off tur otobüslü gezileri sevmem; ne o öyle safari gibi. Fakat burası kesinlikle tek başınıza gidilecek bir yer değil, yağmur ormanı bir kere. Sağda solda jaguarlar filan var. Tam vaktinde 4 numaralı piramidi bulup tepesine çıkıyoruz. İşte burası Star Wars 4’ün çekildiği yer. 1, 2 ve 3 numaralı piramitler gözüküyor. Gün doğumunu takiben bütün banal fotoğrafları çekip diğer piramitlere doğru yürüyoruz. Gün doğarken maynunlar ve jaguarlar güne bağırarak başlıyorlar. Yerlerde tarantulalar, zehirli yılanlar vs.
Kayıp Dünya, yer altı odaları, top sahası gibi bölümleri de gezip Tikal turumuzu tamamlıyoruz. Maya tarihi dikkatle incelenmesi gereken müthiş zenginlikleri olan, ekonomik üretim biçimi ve hem doğayla hem insanla verdikleri mücadelenin dinamikleri açısından çok önemli bir tarih. Kalburüstü bütün Maya antik kentlerini gezdikten sonra benim kriterlerime göre Tikal ve Chichen Itza’ya birincilik koltuğunu paylaştırıyorum, onları Palenque takip ediyor, Copan ise ancak 4. oluyor. Yine gördüğüm Tulum, Yaxha, El Rey gibi daha küçük ve iyi korunamamış yerleri ise değerlendirmeye bile almıyorum. Bir Aztek kenti olan Teotihuacan ise Tikal ve Chichen Itza ile aynı dereceye girer.
Memleket olsa sevilmeyecek ülke: Belize
Geliş biletimi Guate City’ye dönüşümü de Belize City’den almıştım, sonra yine başladığım noktaya dönmek zorunda kalmayım diye. Nasıl bir hata yapmışım. Belize ne ya?! Hani dedik eski İngiliz sömürgesidir, anadil İngilizce, Karayip sahilleri filan biraz gelişmiştir belki. Yok arkadaş, keşke Antigua’da birkaç gün daha kalsaymışım. Nasıl rezil bir yer. İşsizlik tavan yapmış, halk sokaklarda yatıyor, sefalet, evsizlik, fakirlik, dilencilik, gelir dağılımı bozukluğu almış başını gitmiş. Evler binalar yıkılıyor, dökülüyor. Suç oranı yüksek. Tek avantajı turizm ama turizmle bu geminin dönmediğini Yunanistan bize gösterdi. Yani hakikatten Belize değince böyle insan Bahamalar ayarında olmasa da ona yakın bir şeyler tasavvur ediyor ama yok.
Sadece 2 tane cazip ada var: San Pedro ve Caye Caulker. San Pedro biraz lüks. Caye Caulker daha ucuz işi. Deniz, sahil, dalgıçlık, zıpkınla balık avlama, tekne turu vs. için ikisi de güzel adalar ama Belize’yi kurtarmaya yetmez. Belize City’den zaten uzak durun. İçinde hiç bir şey olmayan bir şehir hayal edin, işte orası Belize City. Neyse. Bir de dünya mirasları listesinde bulunan ve dünyanın 7 yeni harikası adaylarından olan The Great Blue Hole görmeye değer. Tabi Belize ait bir şey değil, sonuçta denizin ortasında bir delik, Honduras’tan da gidilebilir.
Efendim Guatemala, El Salvador, Honduras ve Belize dörtgeninde yapmış olduğum geziyi böyle özetlemiş olayım. Ölçek ekonomisi düşük olan tarımsal üretime mecbur bırakılmış muz cumhuriyetleri bu ülkeler. Amerika bu ülkeleri, bu ülkelerdeki Maya yerlilerini sömürüyor. Geziyorum ama böyle keyifli seyahatler değil daha ziyade dramatik seyahatler oluyor benimkisi. Kafamı çevirdiğim her yerde ezilen halkları ve sistemin bu halkları nasıl sömürdüğünü görüyorum. Orta Amerika daha da bir böyle. Çünkü sistem yerli halkları, Maya halkını yabancılaştırıp daha kolay ezebiliyor. Mesela Bolivya’da devlet, Dünya Bankası ve IMF’nin talimatları doğrultusunda suyu bile özelleştirmişti borçlarını ödemek için. Pahalılaşan suyu satın alamayan yerli Bolivya halkı ise çareyi kanallar açıp yağmur suyunu yaptıkları rezervuarlara biriktirmekte bulmuşlardı. Fakat Bolivya hükümeti, özel su şirketinin güvenlikleriyle birlikte Allah’ın yağmur suyunu kullanan yerli halkın kanallarını yıkmışlardı o dönem. Gael Garcia Bernal ve favori aktörlerimden Luis Tosar’ın oynadığı Tambien La Lluvia (Yağmuru Bile) filmi işte bu Su Savaşları diye geçen kapitalist hükümetin Bolivya’da yağmuru bile özelleştirmesini anlatan nefis bir film. Bolivya halkı cevabı sosyalist Evo Morales’i iktidara taşıyarak verdi. Ama tabi çok kan döküldü bunun için. Meksika’daki yerliler sistemin içinde çözüm bulamayınca gerilla mücadelesi verip Zapatista hareketiyle otonom bir kurtarılmış bölge oluşturmuşlardı. Guatemala, Honduras ve El Salvador’daki sol ve halkçı mücadele henüz çok zayıf. Münferit destekler bir yere kadar. Ama en nihayetinde büyük dönüşümler ve kazanımlar Zapatista örneğinde olduğu gibi, Bolivya örneğinde olduğu gibi ezilen halkların sisteme karşı verdiği sınıfsal mücadeleyle elde edilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.