“Dikiliyorlar önüne orada duranın, bekçisi oluyorlar uyanık canlıların ve ölülerin.”* Donuk ifadesiz kaskatı kesilmiş yüzlerden, bedenlerden ibaret kaldık. Belki öldük de haberimiz yok. Çarptığımız, dokunduğumuz, bulandığımız her şey o sıvaşık vıcık vıcık ölüm olduğuna göre, hiçliğin içinde durasızca dolandığımıza, bir kabusu peşimiz sıra sürüklediğimize göre; kimbilir, belki de bir rüyada sayıklayan uyurgezerlerizdir sadece. Elle tutulmaz […]
“Dikiliyorlar önüne orada duranın, bekçisi oluyorlar uyanık canlıların ve ölülerin.”*
Donuk ifadesiz kaskatı kesilmiş yüzlerden, bedenlerden ibaret kaldık. Belki öldük de haberimiz yok. Çarptığımız, dokunduğumuz, bulandığımız her şey o sıvaşık vıcık vıcık ölüm olduğuna göre, hiçliğin içinde durasızca dolandığımıza, bir kabusu peşimiz sıra sürüklediğimize göre; kimbilir, belki de bir rüyada sayıklayan uyurgezerlerizdir sadece.
Elle tutulmaz bir boşluğun içinde salınıp dururken, kötü yürekli ürkünç terörist bir dünyadan intikam alırcasına hançeremizi sapladık dünyanın göğsüne. Sözgelimi, hiçbir anlamı olmayan nihilist bir dünyaya en yaraşır simge olarak gördüğümüzden olsa gerek ki, demir yığınından ibaret, çirkinlik abidesi, dinsel tapınmanın, iktidarın, itaatın, boyun eğmenin timsali olarak; züppemsi bir bakışın, demirden bir ağzın her şeyi içine alıp yutan Eiffel Kule’sini diktik bir zamanlar aykırı, “lanetli” düşünürlerin kol gezdiği dünyaya.
Marazi bir dünya
En sonunda; Tignous, Georges Wolinski, Jean Cabut, Charb, Bernard Maris gibi aykırılar da öldüler. Oysa Charlie Hebdo saldırısında ölen bu yiğit insanlar, bu korkunç kabus içinde soluk almamızı sağlayan, kalemlerinin keskin gücünü sıradanlıkla, doğmalarla sarıp sarmalanan insanın zincirlerinden, prangalarından bir nebze de olsa sıyrılabilmesi için kullanıyorlardı.
Charlie Hebdo’ya yapılan saldırının ardından Fransa’da gerçekleşen bir dizi saldırıyla birlikte karnından konuşan, insanların dini hassasiyetlerini gözeten sığ kalemşorlar, politikacılar, muhafazakârlığın bin bir çeşidi; kendini Batı’yı ya da Doğu’yu, bir bakıma köktendinci radikalizmi, savunmaya adayanlar tekmili birden sahnede yerlerini aldılar.
İlginç olan ise, kendisi adına konuşulmasına gerek bırakmayacak denli sözünü esirgemeyen cesur insanların ölümlerinin ardından bu katliamı gerçekleştirenler derin bir sessizlikle birlikte kendileri adına konuşulmasını kışkırtarak Batı’nın ölüm saçan iki yüzlülüğüne bürünerek duyarsız, hiç ses vermeyen, artık hiçbir anlamı olmayan eski zamanlara ait bir toplumsal sistematiği simgesel bir düelloya davet ediyorlar.
Roland Barthes, Eiffel Kulesi adlı denemesinde, Eiffel Kule’sini her şeyi söylemek isteyen, kendisinden kaçılması olanaksız, katışıksız bir gösterge; gören bir nesne, görülen bir bakış olarak betimler. “Kule anlamı çeker, tıpkı bir paranoterin yıldırımı çekmesi gibi; bütün anlamlandırma meraklıları için büyüleyeci bir rol oynar Kule,” der Barthes (1). Eni konu, insanı kahreden, yaşama olan inancı derinden sarsan ve kalemi, kağıdı, yazıyı yok eden, içinde bulunduğumuz zaman diliminde bizi git gide çölleşen düşünce yoksunu çorak diyarlara sabitleyen bu katliamın ardından dünyayı tamamen ele geçirecek olan; düşünceyi kötürüm bırakıp o her şeyi yutan demirden gözün içine hapsedildik. Artık ne farklı bir bakış açısının gezindiği ne de aykırı düşüncenin barındığı, ölümün hiç olmadığı kadar duyarsızlaşan tiranlığını ilan ettiği bu demirden mıknatıs tarafından yutuluyoruz.
Bu demirden mıknatıs etrafında dönüp duruyoruz. Örneğin, Fransa’da meydanları dolduran insanların sanki hiçbir şeyden sorumlu değillermişçesine “Je suis Charlie” derken nasıl bir samimiyet içinde oldukları günü geldiğinde “Je suis Le Pen” deyip demeyeceklerine bağlı değil elbette; çünkü iktidar adlı aygıtın bilincin hiçbir kırıntısı ile ilintisi yoktur, ki her daim bir aptal ya da halkın kendisini suçsuz hissetmesi için bir günah keçisi ona talip olacaktır. Gelgelelim, artık televizyon ekranlarında dahi izlemedikleri, kendilerinden uzak savaş diyarlarında yaşanan vahşi ölümleri duyargalarının hiçbir tarafına değmeden yok sayan bu insanların Charlie Hebdo üzerinden kendilerini yeniden vaftiz etmelerinde insanı öğürten bir yan var. Oysa, Charlie Hebdo bir yandan tüm tabulara karşı durup düşünceyi kışkırtarak umarsızca dönüp duran sarkastik bir dünyanın eksenine çomak sokarken, öte yandan da umutsuz ve uyumsuzca varolmayı sürdürdüğümüz anlamdan yoksun bir dünyayı direngen bir alaycılıkla yok sayıyor; değerler dizgesini, politik kurnazlıkları, tanrısal iktidarı da içine alan her türden iktidar biçimlerini deviriyor, hapsolduğumuz bu kuleden çıkabilmek için alaycı fırçasını kaçış çizgileri için kullanıyordu. Artık onlar da yoklar. Ölümcül, tatsız tuzsuz bir oyunda, fersiz gözlerle kalakaldık. Daha da yalnızlaştık.
Ölümcül bir oyun
Kitle, iktidar, ölüm üzerine oldukça çarpıcı romanlar, denemeler, günceler yazan, daha çok Körleşme adlı yapıtı ile tanınan, Kitle ve İktidar gibi bir çalışmayı uzun yıllara dayanan gözlemlerinin sonucunda tamamlayan; İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşananlara, sıradan insanın nasıl radikal bir kötülüğü içinde barındırabileceğine ve bir faşiste dönüşebileceğine tanıklık eden, insanın dinsel ritler ve iktidarlar altında nasıl kişiliksiz bir varlığa dönüştüğünü gören Elias Canetti, The Numbered adlı tiyatro eserinde kimsenin bir isme dahi sahip olmadığı ve herkesin önceden belirlenmiş ölüm anına göre adlandırıldığı totaliter bir dünyayı tasvir eder.
Bu dünyada herkes doğumundan itibaren göğsünde taşıdığı mühürlenmiş bir kapsülle yaşar. Bu kapsül uyarınca insanlar Yetmiş, Otuziki, Elli, On gibi isimlere sahiptirler. Kutsal Kanunun bekçisi olan bir kapsülcünün dışında kimsenin içine bakamayacağı bu kapsülü kaybetmek ya da içine bakmaya cüret etmek yasaktır. Toplumsal düzen ve bu düzenin devamı herkesin kendi ölüm anını sorgusuz sualsiz beklemesine bağlıdır. Kapsülü açmak ise ölüm demektir. Kimsenin düşünmediği, sorgulamadığı bu dünyada kutsal kanuna baş kaldırmadıkça kimsenin ölüm anından önce başına bir şey gelmeyecektir. Öyle ki, Annesi Otuziki’nin ağaca tırmanmış olan oğlu Yetmiş’in düşmesinden korkması boşunadır. Ancak; içine kıstırıldığı bu kapsülden çıkabilmek için didinen, bir kaçış arayan Elli, bu kapsülleri kırıp parçalamayı göze alır ve içinde hiçbir şeyin olmadığını fark eder.
The Numbered, birçok okuma, alımlama biçimini kışkırtır. Sözgelimi, öleceğinin bilincinde olan bir varlık olarak insanın bu dünyada nasıl, niçin yaşadığını sorar ve cevaplar arar. Belki de yaşamayı en uç noktasına vardırasıya sürdürerek insan, her daim uyumsuz ve hiçlikten ibaret kalacak bir dünyada en büyük başkaldırısını her türden iktidarın buyruklarını hiçe sayarak gerçekleştirmektedir.
Ölümcül bir oyun yeri buralar ve bekçiden geçilmiyor. Muhtemeldir ki, Paris’te Charlie Hebdo için yapılan yürüyüşe Marine Le Pen’den tutun da Ahmet Davutoğlu’na kadar birçok isim katılacaktır. Hatta, aykırı olan hiçbir düşünceye tahammülü olmayan, felsefe sözcüğünü ağzına en son alması gereken Erdoğan dahi bir zamanlar Georges Bataille, Michel Foucault, Jean Baudrillard gibi sayısız “lanetli” filozofların, şairlerin, romancıların kol gezdiği yerlerde yürürse sakın şaşırmayın. Hem de sanki, sayısız yazarı, çizeri, düşünürü, sanatçıyı yakan, öldüren bir dünyanın bekçileri değilmişçesine. Sanki; itiraz eden, başkaldıran herkesi sessizliğe gömen bir dünyanın bekçisi değilmişçesine pişkinlikle.
Bilge Karasu Gece adlı kitabına“Gece yavaş yavaş geliyor. İniyor. Çukur yerlere dolmağa başladı bile,” diye başlayıp; Sait Faik’e atıfla “Bunları yazmakla çıldırmaktan kurtulunur mu?” diye sorarak bitirir. Sahi, yazmakla çıldırmaktan kurtulmaya mı çabalıyoruz ki? Ya da niçin yazıyoruz ki?
*Herakleitos, Çev. Samih Rifat, YKY.
1)Eiffel Kulesi ve Açılış Dersi, Çev. Mehmet Rifat – Sema Rifat, sf.15, YKY
2)The Numbered, Elias Canetti, Marion Boyars Publishers
3)Bilge Karasu, Gece, Metis Yayıncılık
(Editör için not: Sözcük kullanımında bir yanlışlık yoktur ya da imlasal bakımdan da. Belirli bir tercihi yansıtır.)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.