‘’Şok doktrinine inananlar, ellerine almaya can attıkları o engin, temiz tuvalleri sadece büyük bir kırılmanın-sel, savaş, terör saldırısı- sağlayabileceğine ikna olmuşlardır. Ruhen duygularımızı salıverdiğimiz ve bedenen çevremizden kopartıldığımız dolayısıyla da kolaylıkla tesir altına alınabileceğimiz bu anlarımızda, bu gerçeklik sanatçıları işe koyulur ve dünyayı yeniden yapmaya soyunurlar” […]
‘’Şok doktrinine inananlar, ellerine almaya can attıkları o engin, temiz tuvalleri sadece büyük bir kırılmanın-sel, savaş, terör saldırısı- sağlayabileceğine ikna olmuşlardır. Ruhen duygularımızı salıverdiğimiz ve bedenen çevremizden kopartıldığımız dolayısıyla da kolaylıkla tesir altına alınabileceğimiz bu anlarımızda, bu gerçeklik sanatçıları işe koyulur ve dünyayı yeniden yapmaya soyunurlar”
Naomi Klein
Charlie Hebdo katliamı, Fransa’nın hatta Avrupa’nın 11 Eylül’ü mü sorusunu akıllara düşürtürken muhtemelen uzun bir süre daha tartışılmaya devam edilecek. Bu yazının kaleme alınış nedeni ise içinde yaşadığımız kentlerden yola çıkarak katliam ertesinde bizi nasıl bir kentin/dünyanın beklediğini tartışmaya açmak.
Naomi Klein, felaketleri ve feci olayları, heyecan verici piyasa fırsatları olarak değerlendiren sermayenin kamusal alana yaptığı baskınları “felaket kapitalizmi’’ olarak tanımlıyor. Felaketlerin ertesinde veya felaket senaryolarının yazıldığı olağanüstü hal zamanlarında, küresel sermaye, olağan koşullar altında yapamayacağı atılımları gerçekleştirmekte ve/ya elde edemeyeceği fırsatlara kavuşmakta. New Orleans sel felaketinin ardından tahrip olan sosyal konut bölgelerinin sermayenin beş yıldızlı projelerine tahsisi de, Sri Lanka’da dev bir buldozer gibi sahili temizleyen tsunaminin girişimcilere sağladığı yatırım fırsatları da Klein’in sıraladığı felaket kapitalizmi örneklerinden. Bir girişimcinin belirttiği üzere ‘’Sosyal konutları nihayet New Orleans’dan temizledik. Biz bunu başaramadık ancak Tanrı başardı’’. Sri Lanka’da ise muhteşem güzellikteki sahil, yüz binlerce balıkçının yerleşimlerini tekrar deniz kenarına inşa etmelerine kapatılırken, turizm yatırımcılarına açılmıştı (Klein).
Klein’a göre korku ve kargaşa artık sermayenin her ileri hamlesi için birer katalizör görevi görmekte. 11 Eylül, Amerika’nın askeri gücünün dışarıda yayılması, içeride ise kentsel mekânların askerileştirilmeleri ile sonuçlanmış, ‘’Terörle Savaş’’ her iki cephede de çok karlı bir yatırım aracına dönüşürken Amerikan ekonomisinin de hayat öpücüğü olmuştu. Amerikan hükümeti 2003’de güvenlik şirketleriyle 3,512 kontrat yapmışken, 2006’ya gelindiğinde bu rakam 115,000’e fırlamış; 11 Eylül öncesi fazla önemi olmayan güvenlik endüstrisi 2007’de 200 milyar dolarlık bir sektöre dönüşmüş. Güvenlik endüstrisi, çok kar eden ve yıldızı giderek parlayan sektörlerden. Askeri teçhizatları, silahları ve gözetleme/gözetim ürünlerini imal eden küresel güvenlik şirketleri ise güvenlik teknolojileriyle askeri teknolojileri kaynaştıran ulus-aşırı sanayi komplekslerinin firmalarıdır. Ve enteresan olan, bu sanayi komplekslerinin bir elleri kentliler üzerindeyken, bir elleri de baskı kurmak üzere Filistin, Irak, Pakistan vb. halkların üzerindedir. Bu arada, saldırgan ve askerileştirilmiş polis güçleri, Londra, Paris gibi büyük kentlerdeki halkın yürüyüş ve nümayişleri ile toplumsal hareketlilikleri karşısında İsrail ordusunun Gazze veya Jenin’de kullanmakta olduğu öldürücü-olmayan silahların aynılarını kullanmaya başlamışlardır (Graham). Ancak her nasılsa bu silahlar öldürmektedir! Özellikle Gezi ve ertesinde Türkiye’nin yükselen sektörü olan güvenlik endüstrisi daha sonra Kobane eylemlerinin ardından Başbakan Davutoğlu’nun “Talimat verdim, yakılan her TOMA’nın yerine 5, gerekirse 10 TOMA alınacak’’ demeci ertesinde yatırımcılarını kazandırmış; TOMA ihalesini alan şirketin hisseleri yükselivermiştir. 40,6 milyon TL’lik bir TOMA alımı paketi (Toker 2014) ilgili şirketleri beklerken, birilerinin ölüleri üzerinden birileri-muhtemelen iktidara yakınlar-abad olacaktır!
Öte yandan, David Harvey’in Tarık Ali ile yaptığı sohbette belirttiği üzere terörle savaş, kentleri, her şeyin giderek askerileştirildiği bir olağanüstü hal durumunun içine sokarken, siyaseten de en önemli sorunlarımızdan biri olmakta. İnsan hakları ve özgürlüklerin askıya alındığı, protesto yürüyüşleri gibi en demokratik hakların askeri hedef olmaya yettiği olağanüstü hal kentini Gezi’den bu yana bizler de deneyimlemekteyiz. Ayrıştırdığı, yoksullaştırdığı, yoksunlaştırdığı nüfuslar karşısında kendini tehdit altında hisseden neoliberal hegemonya, herhangi bir karşıt görüşlü örgütü ya da muhalif grubu ya terörizme yatkın ya da terörist olarak yaftalayarak polis şiddetini hatta katliamlarını meşrulaştırmakta. Dünya üzerindeki yönetici sınıflar, 2011’den bu yana kitlelerin meydanları doldurmaları karşısında irkilmekte; en gaddar polis müdahalelerinin en büyük kitlesel gösterilerin yer aldığı kentlerde uygulanması hiç şaşırtıcı değil. Agamben’in dikkat çektiği üzere, bugün, ekonomide mutlak surette liberal bir paradigma ile eşi benzeri görülmemiş ve bir o kadar da mutlak surette bir devlet ve polis kontrolü paradigmasının paradoksal bileşimini yaşıyoruz. Mutlak liberal ekonomi %1’e hizmet ettikçe, mutlak kontrol de %99 için uygulanacak. Nitekim Agamben, devletin disiplin devletinden kontrol devletine kaydığının altını çiziyor. Sebeplere odaklanarak sorunları çözecek ya da ortaya çıkmamalarını sağlayacak bir yönetim yerine sonuçlara odaklı bir yönetim karşısındayız. Yönetimler, yoksulluk, eşitsizlik, yabancılaşma, polis şiddeti ya da daha genel olarak temsili demokrasinin meşruiyet krizi gibi sorunlara el atmak yerine, bunların sonucunda ortaya çıkan sosyal çalkantıları yönetmeye ve arzuladıkları doğrultuya yönlendirmeye çalışmakta. Bu durumda, “…siyaset (sorunlarımızın nedenlerine nasıl hükmedebileceğimiz üzerine kolektif karar alma) polislik faaliyetine ( ulusal güvenlik ya da kamu düzeni adına bu sorunların etkilerinin şiddet dolu ya da manipülatif yönetimi) yol vermekte’’ (Agamben). Deleuze bunun kontrol devleti olarak tanımlanmasını öneriyor çünkü içinde yaşadığımız devlet artık disiplin edici devlet değil, düzeni sağlamak ve disiplin kurmak istemiyor, icabına bakmak ve kontrol etmek istiyor (Roos 2014). Böyle bir devlette, muhalif düşüncelerin içten geldiğince ve özgür bir şekilde alenen açıklanmaları çok -çok zorlaşmakta çünkü karşımızda duruma çok hızlı müdahale eden, çok seri gözetim teknikleri getiren ve gerektiğinde baskıcı teknikler uygulayan bir devlet mekanizması bulunuyor. Kapitalizm ve demokrasinin birbirleriyle iç içe olduğu, biri olmadan diğerinin var olamayacağı fikrinin geçersizliği de böylece ortaya çıkıyor (Harvey- Ali).
Güvenlik rejimi ne kadar kaygı verici ise, halkın demokrasiden vazgeçerek güvenlik rejimine teslim olması da aynı derecede kaygı verici. Tarık Ali, Boston maratonundaki terör saldırısı ertesinde yerel polisin, halka evde oturmalarını söyleyerek tüm kenti kolaylıkla ve etkin bir şekilde kontrol edebilmesi karşısındaki şaşkınlığını şöyle anlatıyor: ‘‘Evde oturun’ dendi ve onlar da buna riayet ettiler; hiçbir karşı çıkış olmadı. Bunu televizyonda izlediğimi hatırlıyorum, kendi kendime şöyle düşündüm: Aman Allah’ım bunu gerçekleştirmek bu kadar kolaysa, gelecek ne olacak?’’
Charlie Hebdo’dan bakınca gelecek ne olacak? Fransa, “şiddetin önüne geçmek!’’ için 10 bin askeri sokaklara salmaya hazırlanıyormuş. Hoş geldi Deleuze’un kontrol devleti! Avrupa çapında yapılacak güvenlik zirvelerinde tedbirler adı altında özgürlüklerin daha da kısıtlanmasına şahit olacağız, daha çok kontrol noktası, daha çok güvenlik kamerası, devriye, TOMA…”Meydanları, sokakları yok et, kitleleri yok et’’; neoliberal hegemonya fırsatı gökte ararken yerde buldu! 11 Eylül ertesinde Afganistan ve Irak işgallerini yaşadık, sıra Yemen’de mi? Felaket kapitalizmi dışarıda savaş, içeride güvenlik endüstrisi üzerinden obezleşirken, hak ve özgürlükler de tırpanlana tırpanlana yok edilecek, kamusal alanlar giderek daraltılacak.
Bizim ellere gelince, yeni güvenlik paketine meşruiyet sağlayacak daha elverişli bir gelişme olamazdı. Makul şüpheliden teröriste geçiş artık çok daha kolaylaşırken, TOMA, akrep, gaz, plastik mermi, kamera, insansız hava aracı… güvenlik endüstrisi yükselen sektör olacak.
Kaynak:
Stephen Graham (2011). Cities Under Siege.The new Military urbanism.Verso.
David Harvey ve Tarık Ali Tartışıyor: Açık Radyo Kentin Tozu 10.12.2014 http://acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=33345
Naomi Klein (2007). The Shock Doctrine. The Rise of Disaster Capitalism;Penguin Books:
Jerome Roos (2014). ‘’Managing disorder: towards a global state of control?’’; ROAR. http://roarmag.org/2014/03/authoritarianism-state-of-control/
Çiğdem Toker.’’Emniyet’e 65 Yeni TOMA’’; Cumhuriyet; 25.10.2014.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.