AKP Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşcu mecliste yaptığı konuşmada Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı İmparatorluğuna 90 yıllık bir ara verdiğini açıklamış ve Osmanlının bu toplumun yöneticisi olduğunu bildirmiştir. Son dönemde AKP’li vekillerin, Davutoğlu’nun ve Erdoğan’ın ağızlarından çıkan her kelime Osmanlı ve Osmanlıcılık ile ilgili oluyor. Cumhurbaşkanlığı köşkünün isminden tutunda, üniversite kampüslerinin isimlerine, Osmanlıcanın zorunlu ders olmasından tutunda, Osmanlıcanın […]
AKP Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşcu mecliste yaptığı konuşmada Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı İmparatorluğuna 90 yıllık bir ara verdiğini açıklamış ve Osmanlının bu toplumun yöneticisi olduğunu bildirmiştir.
Son dönemde AKP’li vekillerin, Davutoğlu’nun ve Erdoğan’ın ağızlarından çıkan her kelime Osmanlı ve Osmanlıcılık ile ilgili oluyor. Cumhurbaşkanlığı köşkünün isminden tutunda, üniversite kampüslerinin isimlerine, Osmanlıcanın zorunlu ders olmasından tutunda, Osmanlıcanın öğrenilmesi için yapılan teşviklerden sonra Cumhuriyetin Osmanlı İmparatorluğuna ara verdiğine kadar.
Seçimler yaklaştıkça, toplum üzerinde bir algı operasyonu yapılmaya, insanlara yön vermeye çalışılmaktadır. Bunu kimi zaman, milliyetçi kesimin üzerinde, kimi zaman ise sosyal demokratlar üzerinde yapmaya çalışmakta ve bu yaparken insanların hassasiyet gösterdikleri durumlar göz önüne alınarak, onların bu hassasiyetleri kullanılmaktadır. Son dönemler, ortaya çıkarılan yeni Osmanlıcılık anlayışı ve topluma empoze edilmeye çalışılan ve edilen Osmanlı hiyerarşisi ile yönetim şekli, Osmanlı hayranlığı besleyen ve artık bitmiş olan bir Osmanlının yeniden insan ruhunda diriltmeye ve toplumu bu şekilde şekillendirmeye çalışılmaktadır. Bu argümanın kullanılıyor olması toplumun bölünmesine neden olacağı gün gibi ortada iken, bu bölünme üzerinde hükümet kendini ve hedeflediği toplum düzenini şekillendirmeye çalışmaktadır.
Bu şekilde, uygulanmak istenen “BÖL, PARÇALAİ YÖNET” taktiği tam anlamı ile hayata geçirilmek istenmemektedir aslında, AKP bu şekilde, karşısında bir türlü diz çökmeyen, onların her türlü yöntemini boşa çıkaran Kürt Özgürlük Hareketini de kontrol altına almaya çalışmakta, bunun için de müzakere masası argümanını kullanmaktadır.
Tayyip Erdoğan’ın bu Osmanlı ve Osmanlıcılık hayranı olması, aslında kendisini tek otorite, tek güç ve mutlak hakim olarak görmesinden kaynaklıdır. Toplum içerisinde ki zayıflıkları hedeflemekte, bunlar üzerinden kendisine yeni arenalar yaratmak istemektedir. Tayyip bunu yaparak hem gündemi değiştirmek istemekte, hem de “BAŞKANLIK” sistemine geçişi sessiz sedasız hayta geçirmeyi düşünmektedir. Seçim bitene kadar, Türkiye toprakları daha da ısınacak, insanlar arasında ki huzursuzluk daha da artırılacaktır.
Güç kontrol edilebildiği ölçüde güçtür. Sayın Selahattin Demirtaş’ın bir TV programında ki “PADİŞAH DELİ İBRAHİM” benzetmesi gerçekten tam yerine oturmuş bir benzetmedir. Tayyip Erdoğan herşeyin kontrolünün kendisinde olmasını istemekte, bunun içinde her yolu kullanmaktadır. 11 yıl boyunca birlikte hareket ettikleri, içtikleri su, yedikleri yemek ayrı gitmeyen geçmişin hoca efendisi şimdinin “pensilvanyalısı” Fethullah Güleni paralel yapılanma ile bertaraf etmeye çalışmakta, TSK’yı Ergenekon ile Balyoz operasyonları ile kontrol altına almak istemekte, Kürt Özgürlük Hareketini KCK operasyonları ile zapturapt altına almak istemesi tam da bundan kaynaklanmaktadır. Kendisinin kontrol edemeyeceğini bildiği veyahut da kontrol edemeyeceğini düşündüğü tüm muhalif kesimlere karşı yukarda bahsettiğimiz minvalde kontrolünü kolaylaştıracağını düşündüğü operasyonlar yapmaktan geri durmamış ve durmayacaktır.
Az önce yukarda bahsettiğimiz kesimlerden Tayyib’e karşı en iradi duruşu sergileyen Kürt Özgürlük Hareketine yılmaz savunuculuğunu yapan HDP’ye karşı seçimlerde hezimete uğrama korkusundan kaynaklı buna karşı geliştireceği cephe olarak seçtiği milliyetçi cephe ve Yeni Osmanlıcılık anlayışı çerçevesinde topluma Osmanlının daha iyi olduğu, onun için Osmanlı’ya dönüşün kaçınılmaz olarak gerektiği ve bu olmaz ise Türkiye’nin daha da kötüye gideceğini, kendi milletvekillerine anlattırmakta, bunun için kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadır. Tülay Babuşçu’nun yaptığı açıklama da bu eksende yapılmış bir açıklamadır.
Gelin görün ki;
Bu yapılan açıklama öyle kolay yapılabilecek bir açıklama olmamakla birlikte, tüm halkları zan altında bırakmakta ve zorlamaktadır. Kadınları birer ev eşyası statüsüne indirgemekte, çocukların her hangi bir inisiyatiflerinin olmadı birer birey olarak yetişmelerine vesile olacak, LGBT bireylerin toplum dışına itilerek adeta birer cüzzamlı gibi muamele görmelerine vesile olacaktır.
Türkiyeli halklar cephesinde onlara yaşatılan bu dezenformasyonu kabul etmek kolay değildir. Birey kendi iktidarı için dezenformasyon yönetimi ile halklar arasında ayrımcılık yapmakta, onları bu kirli kara propaganda yöntemleri ile birbirlerine karşı düşmanca duygular beslemelerine ve geliştirmelerine neden olmaktadır.
Bizim bunları görüp yapılan bu dezenformasyonu boşa çıkarmak gibi bir yükümlülüğümüz ve sorumluluğumuz bulunmaktadır. Çocuklarımıza, torunlarımıza karşı en büyük sorumluluğumuz ve yapmamız gereken, başımızın üstünde Demokles’in Kılıcı gibi sallanan, sorumluluktan kaçamayız. insanlığımıza ve onurumuza sahip çıkmalı ve onları yitirmemek için bu ve benzeri her durumla mücadelemize bir ivme daha katmalıyız.
Bir de bunu anlayabilsek;
Halkların özgürce, ortaklaşarak, kardeşçe yaşamalarının imkanı varken, buna yönelik değil de gücü kontrol edebilmek için, her şeyin, herkesin ve her kesimin ona danışmadan, izin almadan adım atmasını istememek, haklılıklarını savunmamasını istemek, kimin haklı kimin haksız olduğuna onun karar gücü olarak belirlenmesini istemek, onların gücü değil, gücün onları kontrol ettiği gerçeğini önümüze koymaktadır. Bu, o gücü kontrol etmek isteyen kişinin nezdinde, kişilik erozyonuna, kişilik bozulmasına neden olacaktır. Ki gözle görülebildiği ölçüde yeterince şizofren davranışlar sergilediği açıkken, bu adam tek yaptığı bugün doğru bildiğini, yarın işine gelmediği için inkar ederken ki pişkinliğidir. Siz daha önce ki metinleri de önüne çıkarsanız sanki bunları söyleyen kendisi değilmiş gibi inkar etmesi ve kabullenmemesidir. Ve buna ilgi duyan kimse de şu soruyu soramamaktadır ‘sen dün böyle dedin de, bugün ret ediyorsan ne oldu da fikrin değişti’ diyememektedir.
Çook yakında
Cumhurbaşkanlığının AK Külliyesinde, yabancı devlet başkanları veya yetkilileri ile yapılacak görüşmeler veya resepsiyonlarda “PADİŞAHIM ÇOK YAŞA” naraları attırılacaktır. Ve inanıyorum ki bunu yapacak binler vardır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.