Michael Brown’un ve Eric Garner’in ölümünün sebebi neoliberal kapitalizmin krizi. Aynı neoliberal kapitalizmin krizi bağlamında okunması gereken CIA Raporu, ABD’nin “teröre karşı savaş“da işkence, yalan ve psikolojik savaş yöntemlerinin yaygınlaştırdığını, Bush ile Obama arasında bu konuda hiç bir fark olmadığını gösteriyor. 1-Nefes yetmezliği ve artık-hayat Geçen yaz Missouri Eyaleti’nin Ferguson kentinde siyah, genç bir erkeğin […]
Michael Brown’un ve Eric Garner’in ölümünün sebebi neoliberal kapitalizmin krizi. Aynı neoliberal kapitalizmin krizi bağlamında okunması gereken CIA Raporu, ABD’nin “teröre karşı savaş“da işkence, yalan ve psikolojik savaş yöntemlerinin yaygınlaştırdığını, Bush ile Obama arasında bu konuda hiç bir fark olmadığını gösteriyor.
1-Nefes yetmezliği ve artık-hayat
Geçen yaz Missouri Eyaleti’nin Ferguson kentinde siyah, genç bir erkeğin beyaz bir polis memuru tarafından vurulmasının ardından başlayan eylemler Amerika Birleşik Devletleri’nin birçok bölgesine yayılmıştı.
Büyük Jürinin Michael Brown’un (Ferguson’da katledilen genç) katili polis Darren Wilson ve Eric Garner’ı gözaltına almaya çalışırken nefessiz bırakarak öldüren New York polisi Daniel Pantaleo hakkında dava açılmasına gerek olmadığı kararını almasının ardından eylemler tekrar alevlendi.
Michael Brown’un polis tarafından katledildiği bilinse de, bunun tam olarak nasıl gerçekleştiğini bilmiyoruz. Eric Garner’ın nasıl katledildiği ise kamera kayıtlarına geçtiği için herkesçe malum. Eric Garner, kapitalist düzenin krizi nedeniyle başka birçok insan gibi kayıtdışı ekonominin bir parçası haline gelmek zorunda kalmıştı ve geçimini sokakta kaçak sigara satarak sağlıyordu.
Garner, kendisini gözaltına almaya çalışan altı polisten hiçbirine yönelik bir tehdit teşkil etmiyordu. Polisler tarafından boğulurken son sözleri “Nefes alamıyorum!” olmuştu, ve bu sözler “Nefes alamıyoruz!” şeklinde genişletilerek, sistemin yapısal bir sonucu olarak sadece Afrikalıların değil, Amerika’nın yerlilerinin ve Güney Amerikalıların, özellikle de ezilen her ‘renkten’ insan grubunun yoksullarının ayrımcılığa tabi tutulması ve kriminalize edilmesine karşı büyüyen bir hareketin sloganına dönüştü.
Yeni ırkcılık, faili polis cinayetler ve hapishane sistemi
Söz konusu cinayetler sadece New York ve Ferguson’la sınırlı değil.
Son olayların peşinden basında çıkan haber ve raporlar, faili polis olan cinayet ve orantısız şiddet vakalarının ne kadar yaygın olduğunu gözler önüne serdi. Beyazların üstünlüğü Amerikan toplumunda kök salmış bir olgu ve ırkçılık mevcut düzeni sürdürmenin bir numaralı aygıtı olagelmiş.
Önce hukuken meşru köleliğin, ardından da fiili köleliğin ve ırk ayrımının (günlük toplumsal yaşamda farklı renkten insanların farklı uygulamalara tabi tutulması – Jim Crow Yasaları) Sivil Haklar Hareketi’nin mücadelesi sonucunda yasaklanmasına ve 1960’ların radikal mücadelelerine rağmen fiili olarak çok az şey değişti.
Kara Panter Partisi gibi dönemin radikal politik hareketlerine cevaben Amerikan elitleri “uyuşturucuyla mücadele” konseptini piyasaya sürdü ve bu şekilde beyaz olmayanlara ve alt sınıflara karşı savaş açarak toplu tutuklamalar yönetimine başvurdu.
Bunun sonucunda, cezaevindeki mahkumların sayısı bir anda 2,5 milyona çıktı ve çoğunlukla beyaz olmayanların başı yargıyla belaya girdi. Çoğu dava asgari düzeydeki uyuşturucu suçunun çok yüksek para cezasına çarptırılmasından ibarettir.
Toplumun beyaz ve beyaz olmayan kesimlerinde uyuşturucu satışı ve kullanımı aynı oranda olduğu istatistiki olarak kanıtlanmış olsa da, soruşturma ve tutuklamalar ağırlıklı olarak beyaz olmayanları hedef aldı. Bunun yanısıra, Amerika’daki cezaevi sistemi de başlı başına çok kârlı bir sektör, ve CCA ve GEO gibi özel cezaevi işletme şirketleri bu pastadan büyük bir pay alıyor.
Neoliberal düzenin yarattığı “artık-hayat“
En önemlisi de, şiddet kültürünün yaygınlaşması, ve özellikle de yoksul ve beyaz olmayan kitlelerin genç yaşlardan itibaren kriminalize edilmesi kapitalizmin neoliberal dönemine denk geliyor.
Emekçi sınıflara yapılan saldırılar, hak gaspları, sanayinin kârlılık oranının daha yüksek olduğu bölge/ülkelere kaydırılması, taşeronlaşma, ücretlerin düşürülmesi ve sosyal hizmetlerde kesintiye gidilmesi, doğal olarak kitlesel işsizliği, gettolaşmayı ve geleceğe dair ümitsizliği beraberinde getirdi. Milyonlarca insan sistemin isteğine ve ihtiyacına göre kullanılabilir hale getirildi.
Bir başka deyişle, sistemin içinde ve emrinde bir “artık-hayat” oluştu.
Michael Brown, Tamir Rice, Eric Garner ve nicesinin polis tarafından katledilmesinin, ve katillerin de yargılanmamasının sebebi tam da bu. Obama’ya yüklenen anlam ve ümitlerin parça parça olması, kapitalizmin doğurduğu sorunlarla mücadelede (ekonomik, siyasi ve toplumsal bütünlüğü kavramadan) yalnızca politik olana odaklanmanın yapısal sınırlarını gözler önüne serdi.
Şimdi, temiz hava almak isteyen ve siyahların (ve tüm ezilen ‘renklerin’) yaşamlarının önemli olduğunu haykıran büyük bir hareket doğuyor.
2- Bir işkence ve yalan hikayesi: Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA)
Amerikan İmparatorluğu’nun hem içerde hem de dışarıda daimi savaş durumunda bulunması geçenlerde kendini bir kez daha ve iki farklı biçimde gösterdi: içerde polis şiddetine ve yapısal ırkçılığa karşı düzenlenen eylemler ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın düzenli bir şekilde uyguladığı işkenceyi teşhir eden, Senatör ve aynı zamanda senatonun İstihbarat Komitesi Başkanı Dianne Feinstein tarafından hazırlanan rapor.
“Büyük sürpriz!” Elbette, son yıllarda önümüze koyulan “teröre karşı savaş” kavramını biraz yakından takip edenler için en ufak bir sürpriz yoktu. Peki bu rapor nedir ve ne değildir? 6000 sayfadan oluşan raporun yalnızca 500 sayfası ifşa edilirken gerisi, yani CIA’nin 11 Eylül’den sonraki faaliyetlerini inceleyen kısmı gizli kaldı – yani muhtemelen en çarpıcı bulguların olduğu bölümler henüz gizli.
CIA Raporu bize neyi gösteriyor?
Gün ışığına çıkan sayfalar ise şunu gösterdi: CIA’nin “gelişmiş sorgulama teknikleri” adını taktığı uygulamalar – resmi Amerikan politikası standartlarında dahi – işkenceden başka hiçbir şey değil. Dahası, bu “teknik”ler CIA’nin öne sürdüğü gibi ele geçirilen bilgilerin çok kritik olduğu yalanıyla bile meşru kılınamayacak nitelikte. Rapor ayrıca bu “teknik”lerin iki psikolog tarafından “teröre karşı savaş” sürecinde geliştirildiği ve bu psikologlara milyon dolarlar kazandırdğı gerçeğini de gözler önüne seriyor.
Ancak CIA’nin bilim insanlarıyla – özellikle de psikologlarla – ortak çalışma yürütmesi yeni bir şey değil. Aksine, CIA özellikle 1945’ten sonra Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen mücadelede sıkça bu tür yöntemlere başvuruyordu.
Aslında raporda ifşa edilen bilgi ve bulguların çoğu kamuoyu tarafından çok önceden beri biliniyordu; Irak’taki Ebu Garip’ten Doğu Avrupa’daki “kara bölge”lere, Guantanamo’da su işkencesi ve başka birçok mide bulandırıcı işkence yönteminin CIA tarafından kullanıldığı herkesçe malumdu.
Raporda resmi makamlarca ilk kez ortaya koyulan gerçek ise işkencenin düşünülenden çok daha yaygın bir şekilde sistematik olarak kullanıldığı, CIA’nin tutarlı bir şekilde yalan söylediği ve ilgili kurumlardan birçok bilgiyi gizlediğiydi.
Şu ana kadar raporun Bush, Cheney ve Rumsfeld gibi bu uygulamalardan sorumlu kişilerin yargılanmasına yol açmak gibi pratik sonuçlar doğuracağına dair en ufak bir ipucu yok.
Liberal yanılsama: problem sistemik değil
Raporun (kısmen) yayınlanmasının yol açacağı sonuçlar konusunda dikkatli olmak zorundayız. Zira egemenler liberal bir manevra yaparak bu tür “pürüz”leri yapısal bir meseleden ziyade (ve tabii ki Rusya, Çin, Küba ya da başka bir “düşman” ülkedeki sistematik insan hakları ihlalinden farklı olarak) münferit ve/veya istisnai durumlar olarak kavramakta ve göstermekte fazlasıyla ustalar. Bu durum, işkencenin mevcut kurumlarca şimdiye kadar (sadece) eleştirilmiş olmasında kendini bir kez daha gösteriyor, ve düzenin tıkır tıkır işlediğine işaret ediyor.
Raporun sunumunu yaparken Feinstein de bu tutumu tüm incelikleriyle sergiledi: “Ancak böylesine büyük bir ülke kendi hatalarını bu şekilde gözler önüne serebilir ve onların üstesinden gelmeye çalışabilir”, vs…
Bush, Obama: İkisinin de farkı yok!
Muhtemelen birçok demokrat suçu Bush idaresine ve Cumhuriyetçilere atarak işin içinden sıyrılmaya çalışacaktır. Tam da bu noktada Bay Obama’nın yürüttüğü insansız hava aracı politikasının Bush dönemine kıyasla katbekat fazla insanın canına mal olduğunu ve CIA’nin Obama döneminde de küresel çapta bir cinayet listesini hayata geçirmeye devam ettiğini hatırlatmak gerekiyor.
Buradan bakıldığında Obama’nın en azından belli bir dereceye kadar raporun yayınlanmasını engellemeye çalıştığını, belgelerin gizli kalmasına gayret ettiğini, ve CIA yönetimini korumayı hedeflediğini görmek şaşırtıcı değil.
Obama iki şeyi fazlasıyla iyi biliyor: Birincisi, raporda teşhir edilen dehşet verici gerçekler kendisinin göreve gelmesiyle kesinlikle son bulmadı. İkincisiyse, gövdesini gençlerin oluşturduğu büyüyen protestolar ve muhalif hareket, kendisinin de mensubu olduğu siyah egemenler sınıfını da tehdit ediyor. Obama işte bu yüzden eylemleri evcilleştirmeye önem veriyor.
Burada aklımıza gelen en önemli nokta, CIA’nin ve polisin “iç düşmanlara” – yani çoğunlukla siyahlara – nasıl davrandığını sorunsallaştırmak, ve geniş kitleleri feda edilebilir ve emre amade gören toplumsal düzenin tümünü sorgulamak olacaktır. Büyümekte olan hareket, yalnızca iki sağ kanattan oluşan Amerikan tek parti düzeninin politik duvarlarına hapsolmayarak bu kritik bağlantıyı ortaya çıkarmak için çok önemli bir potansiyel barındırıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.