Bu kavga hukuksuzlukların, adaletsizliklerin hırsızlıkların üstünü örtme kavgasıdır Türkiye’de alışık olduğumuz bir tablo dün sabah biçimsel olarak tekrardan yaşandı. Ülke tarihimizin alışık olduğu operasyonların büyük bir bölümü muhalifler, devrimciler ve Kürtlere yapılmakta. Operasyonlar ülkesi olması yönüyle diğer yaşanan süreçlere benzeyen bu tablo aynı kampta yer alan kesimlerin birbirine karşı yaptığı operasyonlar olması nedeniyle de ayrı […]
Bu kavga hukuksuzlukların, adaletsizliklerin hırsızlıkların üstünü örtme kavgasıdır
Türkiye’de alışık olduğumuz bir tablo dün sabah biçimsel olarak tekrardan yaşandı. Ülke tarihimizin alışık olduğu operasyonların büyük bir bölümü muhalifler, devrimciler ve Kürtlere yapılmakta. Operasyonlar ülkesi olması yönüyle diğer yaşanan süreçlere benzeyen bu tablo aynı kampta yer alan kesimlerin birbirine karşı yaptığı operasyonlar olması nedeniyle de ayrı bir yerde duruyor.
Twitter fenomeni Fuat Avni’nin Cemaat’e operasyon yapılacak iddiası dün sabah itibariyle iddia olmaktan çıkıverdi. Gülen Cemaati’ne yönelik başlatılan operasyon sabah saatlerinden itibaren birçok medyanın baş haberi olarak yayınlanıyor. Soruşturmanın yasal dayanağını oluşturan nedenlere ilişkin şu aşamada fazla anlam çıkarmak her ne kadar pek gerçekçi olmasa da Türk Ceza Kanunu’nun ‘Anayasayı İhlal’ başlıklı 309. Maddesi veya ‘Hükümete Karşı Suç’ başlıklı 312. Maddesi altında başlatıldığı düşünülebilir. Günün ilk ışıklarıyla polis ekipleri İstanbul Yenibosna’daki Zaman gazetesi binasına geldi. Burada polis bugüne kadar bizlerin sıkça duyduğu ve kullandığı sloganla karşılandı. Bu slogan ”özgür basın susturulamaz” şeklindeydi. Düne kadar tutuklanan gazeteciler için ”terörist” ya da ”darbeci” başlığını atanlar bugün ”özgür basın susturulamaz” şeklinde slogan atıyorlar. Belirtmeliyim ki bu slogan hiçbir zaman bir grubun dilinde bu kadar eğreti durmamıştı.
17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla resmiyette bittiğini anladığımız Cemaat ve Hükümet koalisyonunun bu hale gelmesinin en önemli nedenini iktidarı paylaşma gayretleri oluşturmakta. Bugün yapılan karşı operasyonla dağılan koalisyonlarının vardığı korkunç boyut bir kez daha gözler önüne serildi. AKP hükümetinde birleşen koalisyonun en büyük parçalarının bu denli büyük bir savaşa girişmelerinin diğer nedenlerini ise emperyalistlerle kurdukları ilişkiler, Kürt sorunu ve Alevi meselesinde tarafların takındıkları tutumun farklılıklar göstermesinden kaynaklandığını söylemek yeterli olacaktır.
17 Aralık operasyonunun ardından geçtiğimiz Mart ayında yapılan seçimlere kilitlenen AKP hükümeti yolsuzluk operasyonunun üstünü seçimlerle örteceğini düşünmüştü. Yapılan seçimlerin ardından sandıktan galip çıkan hükümet’ ‘halk sözünü söyledi” tarzında cafcaflı cümleler kurarak yaşanan sürecin üstünün örtülebileceğine ilişkin politikasını bu zeminde gerçekleştirdi. Ama bilmedikleri bir şey vardı ki yolsuzluğun üstü balkon konuşmalarıyla örtülemezdi. Türkiye’deki gerçek muhalif medya ve Gezi direnişinin bileşenleri her fırsatta yolsuzluğu anlattı.
Yolsuzluk haberlerine ilişkin getirilen yasaklar uygulanmadı, halkın haber alma özgürlüğü engellenemedi. İktidara ilişkin masa başı projeler hazırlayan Cemaat 17 Aralık’ta yolsuzluğun üzerindeki gizli perdeyi kaldırsa da AKP’nin iktidar olmasına Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesine engel olamadı. Masa başı projelerle iktidara verdikleri zarar belirli ölçülerde kaldı. Erdoğan’ın Gezi direnişiyle başlayan halk hareketi korkusu Kobane protestolarıyla tavan yaptı. Soma’da yürüyenler Yırca’da direnenler Erdoğan’ın korkusunu haklı çıkardı. İktidar bir yandan yeni güvenlik paketi yasasıyla bu korkusunu aşmaya çalışırken bir yandan da Cemaat’e operasyon başlatarak sarsılan iktidarını korumaya çalışıyordu. 17 Aralık’tan bu yana görevden almalar ve yerleri değiştirilen polislerle dinlenmesini ve yaptıkları kirli işlerin açığa çıkmasını önlemeye çalışan AKP hükümeti hala dinlenmeye ve izlenmeye devam ediliyordu. Fuat Avni tarafından defalarca duyurulan operasyon başlıklı tweetler bunun açık bir göstergesiydi.
Sürdürdükleri koalisyonun bedelini ağır biçimde ödeyen her iki taraf da dişlerini bilemiş durumda. Bizler açısından ise mesele dışarıdan izlemekle yetinilemeyecek ve ”keser döner sap döner ya da etme bulma dünyası” şeklinde atasözleriyle açıklanamayacak kadar ciddi bir durumdur. Rejimin bu yönetememe krizi nedeniyle yaşadığı sıkışma ve çatlamaların ciddi bir teşhir yapma olanağı sunduğu açık. Bu kavgalı ortamda yıllardır bizlerin ifade ettiği gerçeklerin ortaya saçıldığı ve saçılacağı da bir gerçek. Yapılan operasyonla demokrasinin ilişkisini kurmaktan vazgeçip hiçbir zaman memlekette demokrasinin yerleşmediğini anlatmak boynumuzun borcudur. Yapmamız gereken iki grup arasında süren kavgaya müdahale etmektir. Bu kavga hukuksuzlukların, adaletsizliklerin hırsızlıkların üstünü örtme kavgasıdır. İki taraf da suçludur.
Ayakkabı kutusunda çalınan bizim paramızdır. Gezi direnişinde Zaman gazetesinin attığı manşetler bizlere karşı söylenmiş sözlerdir. Adliye koridorlarında kaybedilen adalet en çok bizleri yaralamıştır. Adana’da iki ay önce sokak ortasında katledilen gazeteci Kadir Bağdu’nun failleri hala bulunmamıştır. Kavgaya girişenler işçilere emekçilere karşı ortak tavır içerisindeler ve bu tavırları sınıfsal kökenlerinden kaynaklıdır. Derinleşen rejim krizine karşı sokağa çıkma ve adaleti tesis etme davasını bizler sürdürmeliyiz. Her iki grubu da emirleri aldıkları okyanus ötesine göndermeden bizim kavgamız bitmeyecektir. Aksi halde taraflardan hangisi kazanırsa kazansın kazanan taraf eskisinden çok daha güçlü olacaktır.
* Burak Şefkat
TarsusOlay Gazetesi Editörü
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.