Geçtiğimiz hafta Putin’in Ankarayı ziyareti sırasında Avrupa’ya Karadeniz bağlantısıyla Bulgaristan üzerinden doğalgaz taşımayı hedefleyen, Güney Akım Projesi’ni iptal ettiği duyurup, bunun yerine Türkiye’ye yeni bir hat çekileceğini açıklaması, hem Türkiye’de hem de dünyada birbirinden farklı tepkilere neden oldu. Tepkilerin farklılığının arkasında yatan bir neden sürecin öncesi ile ilgili olan tartışmaların bir kısmının bellli ki Türkiye’de […]
Geçtiğimiz hafta Putin’in Ankarayı ziyareti sırasında Avrupa’ya Karadeniz bağlantısıyla Bulgaristan üzerinden doğalgaz taşımayı hedefleyen, Güney Akım Projesi’ni iptal ettiği duyurup, bunun yerine Türkiye’ye yeni bir hat çekileceğini açıklaması, hem Türkiye’de hem de dünyada birbirinden farklı tepkilere neden oldu. Tepkilerin farklılığının arkasında yatan bir neden sürecin öncesi ile ilgili olan tartışmaların bir kısmının bellli ki Türkiye’de yeterince bilinmemesi, bir diğer neden ise yeni yapıldığı duyurulan anlaşmanın nemenem bir şey olduğunun halen bile açıklığa kavuşturalamadığı, bir düzlemde yeralmasıydı.
Sürecin kısaca öncesine bakacak olursak, Avrupa’nın yıllık gaz tüketiminin yüzde 20’sini karşılamayı hedefleyen Güney Akım Projesi’nin durdurulmasının aktüel nedeninin Rusya’ya Batı tarafından halihazırda uygulanan ambargo olduğunu görürüz. Gerçekte projeyi iptal eden Putin değil, bu projeyi karşı olduğunu geçtiğimiz Eylül ayında alenen ilan eden AB oldu. Nitekim Rus medyasının yorumları bu yöndeydi. Putin’in hamlesini bir zorunluluk sonucu olarak görüyorlardı.AB’nin karşı çıkmasını belirleyen şeyler arasında ambargo sorununun yanı sıra, Güney Akım Projesi’nin geçeceği ülkelerin Rusya’nın etki alanına girme riski yer alıyordu. Bu ülkeler Bulgaristan, Sırbistan, Avusturya, Macaristan, İtalya, Bosna ve Hırvatistan’dan oluşuyordu. Bu durumun, bu ülkelerin çoğunun zayıf ekonomileri, Sırbistan’la Rusya’nın tarihsel ittifak olma hali ve Macaristan’da Türkiye’ye benzer tarzda hüküm süren neo-liberal diktatörlükle son dönem Rusya’nın geliştirdiği ilişkiler hesaba katılacak olursa AB açısından ciddi bir risk barındırdığı görülebilir.*
Batı basını ise Die Welt’in yorumuyla ifade edecek olursak: ‘Putin, Avrupa’yı dövmek için Türkiye’yi sopa olarak kullandı’ diye özetlenebilir. Bu durum batı için ambargonun delinmesi anlamına geliyordu. Petrol fiyatlarının düşürülmesi ve geliştirilen ambargo sonucu son dönemde Rusya’nın100 milyar doların üzerinde zarara uğradığı biliniyor. Kısmen Çin’le yapılan yeni anlaşmalar sonrası bu durum telafi edilmeye çalışılırken, Türkiye’ye satılan doğal gaz miktarının artırılması ve oldu bittiye getirilerek Rusya’ya sunulan Akkuyu nükleer santral ihalesi,** Rusya ve Türkiye arasındaki ticaretin üç katına çıkarılması, Rusya’yı kısmi de olsa rahatlatacaktır. Benzer bir şeyden Türkiye içinde söz edilebilir. Güneyde tıkanan meyve sebze ihracatına yeni bir kapı açılmış oluyor. Aynı zamanda Batı’ya karşı Rusya ile olan ilişkiler pazarlıkta bir koz olabilecek. Ama en genel anlamda Türkiye’nin AB, ABD ve NATO ile olan ilişkileri ve Suriye cephesi düşünüldüğünde bu gelişmelerin ne kadarının hayata geçirileceği belirsiz. Tek başına ayakta duramayan bu yüzdende sürekli ittifak arayışında olan, fakat bölgesel güç olma sevdasından bir türlü vazgeçmeyen sermaye kesimlerinin tutumunun/tercihinin ne yönde olacağı tayin edici önemde olacak.
Rusya ise Ukrayna krizi paralelindeki gelişmeleri Putin rejimine doğrudan bir tehdit olarak değerlendiyor. Bu durumun Rusya’yı daha sert politikalara zorlayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Abhazya ile yapılan güvenlik anlaşması ve Gürcistan’da iktidar değişikliğine dönük zorlayıcı hamleler bu yönde gelişmeler olarak ele alınabilir. Buna karşın yine geçtiğimiz hafta Grozni’de düzenlenen en az 20 kişinin öldüğü saldırıyı ise bir cevap olarak okumak mümkün.*** Ayrıca geçtiğimiz haftalarda Estonya ve Moldova’da yapılan seçimlerde Rus azınlıkların oy verdiği sosyalist partilerin göreli başarısı(Bu meseleye Litvanya’da dahil edilebilir pekala) şimdilik bir talep olmasa bile Rusya buralardaki “soydaşlarını himayesine alma” politikasını devreye sokabilir.
Ukrayna’nın doğusunda ise geçen hafta tekrar gündeme gelen ateşkes sayesinde, sivil halk biraz rahat nefes alırken, bu kez kış şartları ile mücadele ediyorlar. Rusya’nın Donetsk ve Luhanks bölgelerine sevk ettiği yardımlarla fiilen bu bölgeleri kontrol ettiğinden sözetmek mümkün. Bu saatten sonra Kırım’ın pozisyonunda olduğu gibi Batı’nın itirazlarına rağmen bu bölgenin Ukrayna tarafından kaybedildiği ifade edilebilir. Rusya’nın geri adım atması halinde doğrudan Putin rejiminin sarsılacağı ise tartışma götürmez bir gerçek.
Kiev’de ise yeni bir koalisyon hükümeti kurulurken dışarıdan atanan üç bakanın yabancı uyruklu olmaları dikkat çekiyor. Batı’nın adeta bu ülkeye yeni bir hükümet atadığından söz etmek mümkün. Yeni hükümet ayrıca Rusya ile arasına bir duvar örme kararı aldı. Çok tartışma yaratması gereken duvarın uzunluğu 2 bin 295 kilometre olacak
Biraz da memleket basınına bakalım bu konuda. Ülkemizde özellikle yandaş basında Putin-Erdoğan anlaşması büyük bir zafer olarak lanse edildi. Neredeyse bu yeni enerji hattı aracılığıyla bütün problemleri çözüyorlardı. Hatta işi Karabağ meselesine kadar dayandırıp Rusya’nın yardımıyla Karabağ’ı Azerbaycan’a bile bağladılar. Olan bitenin Rusya’nın bir politik manevrası sonrası değil, Reis’in talebiyle şekillendiğine dönük bir çok haber yapıldı nitekim.
Radikal yazarı Cengiz Çandar ise olayı hemen arkasından yazdığı yazıda biraz ABD adına paniklemiş bir havadaydı. Daha sonrası ise Brüksel’de bu konuda yeni bilgilere ulaşmış olacak ki rutin “dalga boyu”nda takılmaya devam ediyor. Fetullahçı basın ise yine kraldan daha çok kralcılık yaparak, “acaba Türkiye ittifaklarını mı değiştiriyor” telaşını sürdürüyor. Burada daha çok görevlerinini yapamamış olmalarının verdiği telaşı okumak mümkün. Yazık….
Şimdilik paniklemelerine gerek yok, kolay kolay AKP Batı ile olan ilişkilerinden Batı rest çekmediği sürece vazgeçmez. Neticede varsa bir ahlakları tüccarlık üzerine kurulu.
Bizimse bu süreçte düşünmemiz gereken, kazananın kim olacağından çok, uluslar arası kapitalizmi bütün temsilci ve simgeleriyle birlikte nasıl tarihe havale edeceğimizdir.
*2014 başında Rusya ile Macaristan arasında Pakş nükleer santralinde iki yeni reaktör yapılmasına ilişkin anlaşma imzalandı. Macaristan’ın elektrik ihtiyacının yüzde 42’sini karşılayan ve ülkedeki tek nükleer santral olan Pakş‘taki reaktörlerin tamamlanmasının 2023’ü bulması öngörülüyor. Bu süreçte Moskova’nın Macaristan’a 10 milyar Euro kredi vermesi de gündeme gelebilecek. Bu Macaristan gibi ekonomisi küçük bir ülkenin gelecek onyıllarının ipotek altına alınması anlamına geliyor. Nitekim Tür kiye’ye benzer tarzda keyfi bir yönetimin hüküm sürdüğü bu ülkede Ukrayna Krizi’nde sağın bütün kesimleri öteden beri süregelen Rus düşmanlığını bir kenara bırakıp Rusya’yı desteklemeye başladı. Bu durum AB ve ABD tarafından Macaristan yönetiminin AB içinde bir Rus uzantısı olarak değerlendirilmesine yolaçıyor.
** Belçika’da Ağustos ayında, Ukrayna’da ise geçen hafta nükleer bir kaza meydana geldi. Belçika’nın Hollanda sınırında bulunan Doel 4 Nükleer Santrali’ndeki “kaza”nın oluş şekli bir terör saldırısı olarak yorumlandı. DAİŞ’e katılan eski bir çalışanın bu duruma yolaçtığı varsayılıyor. Avrupa büyük bir felakettin ucundan döndü.
Ukrayna’nın güneydoğusundaki Zaporizhye nükleer santralinde “kaza” ise beş gün kamuoyundan saklandı. Elektirik kesintileri sonucu duyuruldu. Avrupa’nın en büyük nükleer rektöründeki bu kazanın kontrol altına alındığı açıklandı. Bu durum ister istemez daha önce aynı bölgede meydana gelen ve hala bütün Karadeniz havalisinin bedelini ödemeye devam ettiği, Çernobil felaketini akla getiriyor.
Nükleer santrallerin bir çok felakete yol açma potasiyeli kamuoyu gözünden saklanamazken, Türkiye’deki neo-liberal diktatörlüğün nükleer reaktör yapmaktaki bu ısrarı, para uğruna insanlığın geleceğini yok etmekten başka bir şey değildir.
*** Hem Çeçenlerin hem de Uygurların elbette baskılara karşı kendilerince savundukları bir davaları olabilir. Bir davalarının olması, sık sivilleri hedef alan saldırılar yaptıkları ve uluslararası bazı güçlerin onları desteklediği, kullandığı gerçeğini değiştirmiyor. Bunun en somut kanıtı bugün Rojava’da savaştırılan Çeçen ve Uygur çetecilerin varlığıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.