Dilbilimsel kriterler açısından Osmanlıca diye bir dil yoktur. Biraz Türkçe, biraz Farsça ve biraz da Arapçanın karışımından Osmanlıca diye bir dil çıkmamıştır
Dilbilimsel kriterler açısından Osmanlıca diye bir dil yoktur. Nasıl ki biraz Rusça, biraz Çince, biraz Türkçeden özel bir dil çıkaramayacaksak; biraz Türkçe, biraz Farsça ve biraz da Arapçanın karışımından da Osmanlıca diye bir dil çıkmamıştır
Herhangi bir konudaki şûralar niye yapılır? Buna verilecek yanıt kestirme ve açıktır: O alandaki mevcut sorunları aşmak, bir adım daha ilerlemek ve koşabilmek içindir. Hemen anlaşılmış olmalı; Mili Eğitim Şûrası’ndan bahsetmiş olduğumuz. En azından son on yılın eğitim politikalarının bu alanda nasıl bir gerileme ve gözle görülür bir esaret ortamı oluşturduğunu söylemeye bile gerek yok. Dışı başkalarını, içi ışığı karartılan öğretmenleri yakıyor!
Aynı şekilde bu eğitim şûralarında geriye gidişte ya da cumhuriyetle birlikte sağlanan çağdaş kazanımların, değerlerin yok edilmesinde gericiler daha hızlıca yol almaktalar. 8 yıllık eğitimin parçalara ayrılması, parçalar arasında imam hatip eğitimine önemli alan açılması, baş bağlama konusundaki zırvalıkların çocukların saçlarının kapatılmasına varmasının hızını bu açıdan göz önüne getirmek gerek.
Gerici, ırkçı ve asimilasyoncu eğitimin dindarlaştırılmasına, Sünnileştirilmesine yönelik birçok öneri 19. Eğitim Şûrası’nın komisyonlarında, kurullarında konuşulup, tartışıldı ve önemli bir kısmı kabul edildi. Kendi açılarından şimdilik kabul edilmeyen şeyler ise Bakanlıkça zaten dert edilecek şeyler değil! Önemli olan bazı şeylerin tartışılıyor olmasıdır. Zaten Bakan da “bunlar uygulanacak anlamına gelmiyor, sadece tavsiye niteliğinde” gibi şeylerle bazı önerilerden rahatsız olanları veya öneriler karşısında kaygılanan kamuoyunu sözde rahatlatmaya çalışıyor. İşin gerçeği, bakanlığın kamuoyunu, ilerici-demokrat eğitimcileri taktığı filan yok. Önemli olan yandaş eğitimcilerle birlikte karma eğitimin kaldırılması, Osmanlıcanın zorunlu olması gibi konuları tartışmış olmalarıdır. Gericiler öne değil geriye bakıp, arkadan gelen seslere koşarlar… İlkokul ve anaokulu için gündemimizde türban yok denilmişti ama bunun sorulmuş olması bile uygulaması için yeterli olmuştu.
Latin harflerine giden serüven
Şûranın gündemindeki konularından biri Osmanlıcanın liselerde zorunlu hale getirilmesiydi. Öneriyi getirenler mağdur rolünde dedelerinin mezar taşlarını okuyamamaktan dolayı ağlamaklıydılar! Halkın ve kamuoyunun karşısında ‘olur’ almak amacıyla gericiler için bundan iyi ya da buna benzer nedenlerden daha makul bir gerekçe olamazdı ki, böyle bir gerekçe ve buna dayalı tartışma eğitim alanındaki geriliğin ta kendisini de yansıtıyordu.
Türkçenin Latin harfleriyle okunup yazılması Cumhuriyet döneminin bir yeniliğidir. Üstelik bu yenilik birden bire ortaya çıkmış da değildir. Tanzimat’la birlikte 19.yüzyılın ikinci yarısında başlayan Batılılaşma hareketleri içinde halkın %90’lık oranının okur-yazar olamaması önemli bir sorundu. Bunda Arap harfleriyle okuma yazmanın, öğrenimi güçleştirdiğini Osmanlının ileri gelenleri, aydınları da fark ediyordu. Hatta II.Abdülhamit’in Siyasi Hatıratım adlı anı kitabında “Halkımızın büyük cehaletine sebep, okuma yazma öğrenimindeki güçlüktür. Bu güçlüğün nedeni ise harflerimizdir. Belki bu işi kolaylaştırmak için Latin harflerini kabul etmek yerinde olur” dediği dahi belirtilir. Bundan önce ise 1862 yılında Maarif Nazırı Münif Paşa eğitimle ilgili hazırladığı bir raporda yazı şeklinde reform yapılması gerektiğini belirtmiştir. İlerleyen yıllarda Türkçenin seslerine uygun bir yazı şekli olmayan; dönem dönem üzerinde çeşitli işaretlemeler yoluyla değişiklikler yapılan Arap harflerinin değiştirilmesine ilişkin tartışmalar yapılmıştır. II. Abdülhamit’in yazı konusundaki fikri de bu gelişmeler üzerinedir. Otoriter, baskıcı bir politika izleyen Abdülhamit’in ise böylesi bir yeniliğe imza atması, Arap harflerini kaldırması doğrusu çok şaşırtıcı olurdu.
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra kendisi mebus olan Musullu Davut Latin harflerine geçilmesi için meclise bir öneri sunmuştur. Bunu takip eden süreçte başka mebuslar tarafından da aynı içerikte önergeler verilmiş olsa da o zamanın yoğun gündemi arasında dikkati bile çekmeden unutulup gitmişti. Yani Türkçeye uygun bir alfabe bulma çalışması gericilerin nem kaptığı üzere M.Kemal Atatürk’ün özel bir marifeti değildir. Eğitimin sorumluları ve aydınlar da bundan rahatsızdır.
Bunun yanında I. Dünya Savaşı sırasında bile Osmanlı Devleti’nin ittifak halinde olduğu ülke askerleriyle cephelerde yaşadığı iletişim zorluğu nedeniyle de Latin harflerine geçilmesi önerilmiş ama savaşın öneminden dolayı sorun ertelenmiştir. Buna karşın savaşın Avrupa cephesindeki Osmanlı askerleri telgraf yazışmalarında Latin harfleri kullanmışlardır. Yine 1911 yılında Manastır’da Türkçe yayımlanan Eças gazetesi Latin harflerini kullanıyordu. Daha birçok yerde benzer uygulamalar vardır. Arap harflerinde yazımı kolaylaştırmak için kimi harflerin bitişik olarak yazımı yerine ayrı ayrı yazılarak kolaylık sağlanması çabası da başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 1923’te İzmir’de yapılan I. İktisat Kongresi’nde işçi temsilcisi olarak İzmirli Nazmi’nin Latin harflerine geçilmesi yönündeki önergesi, kongre başkanı Kazım Karabekir tarafından “Hıristiyanlaşmak” şeklinde yorumlanıp, kınanmıştır.
Bütün bunlar Arap harflerinin Türkçe okuma yazmanın gelişiminin önünde nasıl bir engel oluşturduğunu pratik deneyimlerle kanıtlandığına işaret etmek içindir. Ayrıca belirtmek gerekir ki dilbilimsel kriterler açısından Osmanlıca diye bir dil yoktur. Nasıl ki biraz Rusça, biraz Çince, biraz Türkçeden özel bir dil çıkaramayacaksak; biraz Türkçe, biraz Farsça ve biraz da Arapçanın karışımından da Osmanlıca diye bir dil çıkmamıştır. Osmanlıca diye tabir edilen şey, Osmanlı Devleti’nin ve devletin politikasına bağlı kurumlarda kullanılan, halkın anlamadığı zorlama-yapay bir oluşumdur. Öğrenilmesi ise oluşumu gibi güçlüklerle doludur.
Karahanlı Devleti döneminden başlayıp resmikabulle Arap harflerini kullanan Türklerin bu yazıyı kullanmalarının tek nedeni İslamiyet’i kabul etmeleri, İslam kültürü etkisi ve egemenliğine girmiş olmalarıdır. Gerici faşist, asimilasyoncu AKP iktidarının derdi de Osmanlıcadan öte İslam ve Arapçadır, Kuran’dır; eğitimde bilimsel, akılcı programları unutturup yerine biat kültürüyle yoğrulmuş bir nesil çıkarmaktır.
Osmanlıca bağımsız bir dil değildir. Farsça ve Arapçaya hakim olmayı gerektirir ki karşımızda yabancı bir dil öğretme becerisini gösteremeyen bir eğitim sistemi vardır. Geçmişte medreselerden mezun olanların bile Osmanlıcayı tam olarak bilmedikleri dahi söylenirken şimdi liselerde birkaç saatlik dersle öğretileceğini düşünmek de buna göre saçmalıktır ve altında başka nedenler yatmaktadır. Bir tarih profesörü şûradaki tartışma üzerine çıkıp “ben bile o mezar taşlarını okuyamıyorum” diyorsa mezar taşının bahane, Osmanlıcılığın şahane demeye getirildiğini söyleyebiliriz.
Latin harfleri 1 Kasım 1928 yılında kabul edilmiştir. 1 Ocak 1929 tarihinden itibaren ise eski harflerle yayın yapmak yasaklanmıştır. Osmanlının tüm zorlamalara rağmen arttıramadığı okuma yazma oranı Latin harfleriyle birlikte hızla yükselmeye başlamıştır. Düşünün bir yanda öğrenilmesi yıllar alan Arap harfleri okuryazarlığı, diğer yanda, öğrenilmesi birkaç ay süren Latin harfleri okur-yazarlığı. Yeni harfler büyük ölçüde köylü toplumu olan halk arasında okuryazarlık oranını arttırmaya başlamıştır.
Böyle bir durumda geçmişle olan bağların tamamen koparıldığı öne sürülmektedir. Bilimsel bakış açısından bu tamamen saçmadır. Eğer böyle bir şeyi gerçekten geçerli görecek isek o zaman geçmişiyle, halkıyla bağlarını koparıp saray çevrelerinde okuyup yazan, kendi çalıp kendisi oynayan Osmanlı, Selçuklu ve öncesindeki hanedanlıkları suçlamak gerek. Çünkü halkla saray farklı dillerden konuşmuşlardır. Ama bilim, geçmişi araştırıp sentezleyerek geleceğe bakar. Geçmişte olumlu olumsuz bütün yaratıları, eserleri çözmek anlamak için de akademiler kurar, akademisyenler yetiştirir. Tıpkı artık kullanılmayan Sümerceyi, Göktürkçeyi, Latinceyi vs. vs. anlamak ve yorumlamak için yaptığı gibi.
Ülkemizde de 1928 öncesi yazılı-basılı belgelerinin okunması, yorumlanması için üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, Dokümantasyon ve Enformasyon, Arşivcilik, Arap ve Fars Dilleri bölümlerinde Osmanlıca dersleri bulunmaktadır. Çünkü geçmiş bir döneme ait olgular ne olursa olsun bilimin alanından çıkarılamaz ve bu ölçüde eğitim alanında uzmanlık amacıyla kalmaya devam eder. Gerici iktidar ise temel ve orta eğitimde ortalığı kararttıkça karartıp, bulandırdıkça bulandırıp RTE’nin yeni değerler dediği eski ve karanlık değerlerin yeşereceği daha uygun bir zemine adamakıllı oturtmaya çabalıyor.
‘Neden Latin harfleri?’ diye bir soru da sorulabilir. Bunu tahmin etmek zor değildir. Osmanlı Devleti’nin dağılmaya başlamasından sonra yüzünü Batıya dönmüş bir toplumun, tüm eleştirilerimize karşın çağdaş değerleri, bilimsel seviyeyi anlayıp örnek alması açısından Avrupa ülkelerinin çoğunun kullandığı Latin harflerini seçmesi bu bakımdan da yerindedir. Üstelik Arap harflerinden kurtulma serüveni başladığında onun yerine illa ki Latin harfleri olmalı diye kesin bir yargı da yoktu. Latin harflerine geçilmesinden önceki süreçte değişiklik için çalışma başlatan aydın ve yazarlardan kurulu komisyonun birçok yazı şeklini incelemiş olduğu ve Türkçedeki ses değerlerine uygulanması daha kolay olan Latin harflerinde karar kıldığı belirtilmektedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.