Aslında başlığın tersini söylemek belki daha doğru olur. Yani bir terör devletinden söz etmek aslında daha gerçekçidir. Bizim kuşak dünyayı tanımaya başladığında Diyarbakır, Ağrı, Dersim katliamlarını tartışırdı. Şimdi soykırım düzeyindeki bu büyük katliamları ele almaya neredeyse zaman kalmıyor. Çünkü 1970’den sonraki katliamlar çok daha fazla oldu. Son bir haftayı aşkın süredir haber bültenlerini izliyoruz. Neredeyse […]
Aslında başlığın tersini söylemek belki daha doğru olur. Yani bir terör devletinden söz etmek aslında daha gerçekçidir. Bizim kuşak dünyayı tanımaya başladığında Diyarbakır, Ağrı, Dersim katliamlarını tartışırdı. Şimdi soykırım düzeyindeki bu büyük katliamları ele almaya neredeyse zaman kalmıyor. Çünkü 1970’den sonraki katliamlar çok daha fazla oldu.
Son bir haftayı aşkın süredir haber bültenlerini izliyoruz. Neredeyse yarısı aralık ayında yapılmış katliamlar üzerine. Bunlardan birini alıp incelemek istiyorum. Ama hangisini yazayım. Bir değil, iki değil, öne çıkan üç büyük katliam var: Maraş Katliamı, 19 Aralık Cezaevi Katliamı ve Roboski Katliamı! Hepsi de devlet eliyle işlenmiş katliamlar. Peki bunları yapan terör devleti değil de nedir?
Maraş Katliamı 19-24 Aralık 1978’de gerçekleştirilmiş bir katliam. Yani otuz altıncı yıldönümü yaşanıyor. Otuz altıncı yıldönümünde katliamı kınamak için Maraş merkezinde yapılmak istenen protesto girişimlerini AKP Hükümeti yasaklıyor. Halbuki demokratik bir yönetim olsa yasaklama değil, tersine teşvik edici tutum içinde olur.
Maraş Katliamı’nın ayırt edici özellikleri nelerdi? Bilindiği gibi, katliam Alevi-Kürt toplumunu hedeflemişti. Yüzlerce Alevi-Kürt öldürülmüş ve yaralanmıştı. Amaç Maraş’ı Alevisiz ve Kürtsüz hale getirmekti. Yani bir tür soykırımdı. Birinci temel özelliği buydu.
İkinci özelliği ise, Maraş Katliamı ile aslında devlet yeni bir darbe sürecine girmişti. Nitekim katliam ile bazı alanlarda ilan edilen askeri yönetim devam ettirilerek sonunda 12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi gerçekleştirildi. Bu nedenle katliamı yapanlar 12 Eylül darbecileriydi. Yeni bir darbe sürecini başlatmak için kontrgerilla yüzlerce insanın ölümünü gerekli görmüştü.
Maraş Katliamı’nın otuz altıncı yıldönümünde tüm katliam şehitlerini saygıyla anıyor, Alevi Kürt toplumunu katliam gerçeğini iyi anlamaya, katliamın peşini bırakmayıp hesap sormaya ve sürgün edinilen topraklardan kopmamaya, geri dönmeye çağırıyoruz!
Cezaevi Katliamı 19 Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirilen bir katliam. F tipi cezaevlerini protesto eden tutsaklara yönelik “Hayata dönüş operasyonu” adıyla gerçekleştirilmiş bulunuyor. Vahşi saldırı yöntemleriyle gerçekleştirilen bu katliamda da onlarca tutsak öldürülüyor ve yaralanıyor. İnsanlar hayata bu yolla döndürülüyor!
Burada dikkat çekici önemli bir ayrıntı, söz konusu her iki katliamın da Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde gerçekleştirilmiş olmasıdır. Kuşkusuz bundan sadece Ecevit’i suçlamak istemiyoruz. Kaldı ki Maraş Katliamı’nın Ecevit’e rağmen yapıldığını iyi biliyoruz. Demek ki bu tür katliamı yapan güçler, Ecevit’i de zorlamak istiyorlar veya yönetim zayıflığı buna yol açıyor.
19 Aralık Cezaevi Katliamı’nın on dördüncü yıldönümü yaşanıyor. Bu vesileyle katledilen tüm devrimcileri saygıyla anıyor, anılarının halkımızın yürüttüğü demokrasi mücadelesinde yaşamakta olduğunu belirtiyoruz.
Söz konusu katliamların en yakın zamanlı olanı Roboski Katliamı. Dolayısıyla acısı da daha çok taze! Roboski Katliamı’nın 28 Aralık 2011 tarihinde gerçekleştirildiği biliniyor. Sınır ticareti yapan Uludere’nin Roboski köylülerinden 34 kişinin hava saldırısı sonucu vahşice katledildiği bir olay oluyor.
Bu otuz dört kişi arasında her yaştan insan var. Ama çoğunluğunu gençler ve çocuklar oluşturuyor. Tabi, bu katliamı gerçekleştiren AKP hükümeti. Otuz dört Roboskili’yi katleden hava saldırısı emrini bizzat Genelkurmay Başkanlığı veriyor. Elbette dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın da onayını alıyor.
Kürt halkını ve dostlarını derin acılara boğan bu katliama karşı Roboski halkı üç yıldır çok yoğun bir mücadele vermiş bulunuyor. Tüm Kürtlerin ve demokratik güçlerin de bunu desteklediği biliniyor. Fakat buna rağmen, katliamın iç yüzünün yeterince aydınlatılamadığı da bir gerçek.
Kuşkusuz katliamı yapanlar ve yaptıranlar belli. Bu konularda herhangi bir muğlaklık yok. Hatta hava saldırısına onay veren Tayyip Erdoğan’ın bunu neden yaptığı da önemli ölçüde belli. Bunu katliam sonrası yaptığı ilk açıklamada ifade etmişti. “Biz teröristleri vurduk” demişti. Yani hava saldırısı talimatını Tayyip Erdoğan, “Teröristlerin vurulması için” vermişti.
Söz konusu bu bilginin doğru olduğuna elbette ki inanmalıyız. Yoksa bile bile Tayyip Erdoğan’ın söz konusu otuz dört kişiyi katletme talimatını vermesi için aklından zoru olması gerekirdi. Böyle olmadığına göre, Tayyip Erdoğan’a “Teröristler geliyor” bilgisi verilmişti. Hatta HPG Komutanlarından Bahoz Erdal’ın “Grubun içinde olduğu” iletilmişti.
Belirttiğimiz tüm bu bilgileri biliyoruz. Fakat söz konusu istihbaratı Tayyip Erdoğan’ın kimden aldığını bilmiyoruz. Doğal olarak “MİT vermiştir” denebilir. O durumda “MİT’in bu istihbaratı kimden ve nasıl sağladığı?” sorusu öne çıkmaktadır. İşte anlaşılamayan bu sorunun cevabı olmaktadır. Acaba bu noktada da Tayyip Erdoğan için bir darbe düzenlenmiş olmasın diye insan düşünüyor.
Roboski Katliamı dördüncü yılına giriyor. Son yılların en vahşi Kürt katliamlarından biri olan Roboski Katliamı’nın şehitlerini saygıyla anıyoruz. Dün Roboski, bugün Şengal ve Kobanê! Dikkat edilirse Kürtlerin katliamı devam ediyor. Kürtlerin de tüm bu katliamlara karşı kahramanca mücadelesi gelişerek sürüyor ve artık zafer aşamasına girmiş bulunuyor. Söz konusu Kürt direnişlerini de selamlıyoruz.
Aslında yazmak istediklerimiz bunlar değildi. AKP yönetimi altında her gün yaşanan devlet terörüne dikkat çekmek istiyorduk. Her yerde halka düşmanca saldıran vahşi polis terörünü lanetlemek istiyorduk. Denebilir ki, ortada bir terör devleti varken, devlet ve polis terörünün de sözü mü olur? Ama yine de üzerinde durmak ve teşhir etmek gerekiyor.
Yeni çıkan terör yasası temelinde polisin halka saldırısında, öldürme ve tutuklama olaylarında ciddi bir artışın olduğu görülüyor. Ekimden bu yana geçen üç ay içerisinde tutuklananların sayısı bini aşmış bulunuyor. Halkın evleri şafakta vahşice basılıyor ve daha gözaltına alınırken insanlar zaten ciddi bir işkenceye ve hakarete uğramış oluyor.
Diğer yandan, özellikle Kürdistanída polis kurşunuyla gençlerin katledilmesi olayları devam ediyor. Yüksekova’da yaşanan öldürme olayından sonra, şimdi de Diyarbakır’da bir genç polis kurşunuyla öldürülmüş bulunuyor. Artık polis ciddi bir gözetim bile yapmadan hemen silahını ateşliyor. Bu durumda kimsenin can güvenliği kalmadığı gibi, çatışmalı sürecin de artacağı görülüyor.
Dahası polisin sokakta estirdiği vahşi terördür. Faşistlerin ve dincilerin dışında herkese düşmanca saldırıyor. Genç, kadın, barış annesi, öğretmen, işçi, memur ve benzeri ayrımı yapmıyor. Yine sokağa çıkan insanların ne yapmak istediğine bakmıyor. İsterse basit bir basın açıklaması veya oturma protestosu olsun, hiçbir ayrım gözetmeden hepsine vahşice saldırıyor ve göz önünde dövüp işkence yapıyor.
AKP yönetimi altında devlet teröründe ciddi bir artış olur ve ortaya somut bir terör devleti çıkarken, tüm bunları görmeksizin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan neredeyse herkesi “Terörist” olmakla suçluyor. Peki demezler mi, “Terörist görmek istiyorsan bir aynaya bakıver” diye!