Oscar Wilde, Doğa’nın sanat eserini taklit ettiğini söyler ve ekler, “…farkında mısınız son zamanlarda Doğa, Corot’nun peyzajlarına ne kadar benzemeye başladı.” Ancak bu anlamıyla doğa-kurgu/sanat ilişkisi bir ‘algı operasyonudur’, gerçekte ise ilişki çok daha derindir. Bu derinliği bütün katmanlarıyla Cervantes’in Don Kişot’unda bulabiliriz. Şövalyelerin kahramanlık hikâyeleriyle aklı bulanan kahramanımız yel değirmenlerine savaş açar. Birçok maceradan […]
Oscar Wilde, Doğa’nın sanat eserini taklit ettiğini söyler ve ekler, “…farkında mısınız son zamanlarda Doğa, Corot’nun peyzajlarına ne kadar benzemeye başladı.” Ancak bu anlamıyla doğa-kurgu/sanat ilişkisi bir ‘algı operasyonudur’, gerçekte ise ilişki çok daha derindir. Bu derinliği bütün katmanlarıyla Cervantes’in Don Kişot’unda bulabiliriz. Şövalyelerin kahramanlık hikâyeleriyle aklı bulanan kahramanımız yel değirmenlerine savaş açar. Birçok maceradan sonra tekrar evine döndüğünde ise artık kendisi de bir hikayedir/kahramandır. Böylece kitap kendi üstüne kapanır.
Niyetim sanat felsefesine dair bir yazı yazmak değil. ‘Paralel’lerle ilgili yapılan son operasyonda bir dizi filmin yapımcısının ve senaristinin gözaltına alınması iktidarın bu alanda ne kadar geniş ve detaylı bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor. Gözaltına alınan kişilere söz konusu dizilerden özellikle de, Tek Türkiye dizisinden yola çıkılarak sorulan sorular var. Soruların detaylarını bilmiyoruz ancak bir adli soruşturmanın gerçeklikle kurgu arasında gidip gelmesi nispeten yeni bir şey. Türkiye’de, birçok başka ülkede olduğu gibi sanat/kurgu yargılandı, yasaklandı, müellifleri hapse atıldı ama bu yine de bu yeni bir durum. İşin ilginç tarafı iktidarın bu alandaki duyarlılığı. Tabii ki bu duyarlılığın nedeni bu tekniğin/yöntemin kendi tekelinde olmasını garanti altına almak.
Bir ayrım yapmak için bundan sonra sanat kelimesini kaldırıp kurgu kelimesini kullanacağım. Sanat etki peşinde koşmaz, insanı ve yaşamı yüceltir, Hollywood-Pentagon ilişkisinin şablonu olan kurgular ise sadece hegemonik etki peşindedir, yaşamı ve insanı yüceltmezler, boyunduruk altına alırlar.
Bir süre adli mahkûmlarla beraber hapishanede yattım, koğuşlarda en tehlikeli gece Kurtlar Vadisi’nin yayımlandığı gecedir. Bu nedenle dizinin yayımlandığı geceler erkenden yatar ve ertesi sabah da saçma gerginliklerle- birçok ‘Memati’yle dolu bir koğuş düşünün, karşılaşmamak için pek ortalıkta dolaşmazdım.
Türkiye’de iktidarın algı operasyonlarının en güçlüsü ve en yaygın etki yaratanı sanırım Kurtlar Vadisi dizisidir. Bu dizi dış ve iç düşmanlarla dolu bir Türkiye kurgular. Bu düşmanlar güçlerini nereden alırlar pek belli değildir ama kurumlar ve yöneticileri bunlarla doludur. Biri gider daha kötüsü gelir. Bu düşmanlara karşı perde arkasında bitmeyen bir mücadele verilir. Her bölüm bir yengiyle biter ama düşman bitmez. Hiçbir çatışma cepheden verilmez daima örtüktür. İktidar nedeni belli olmaz bir biçimde kurumları bu düşmanlarla paylaşmak zorundadır. Verili doğa budur, perde arkasındaki iç ve dış düşmanlar ve onlara karşı verilen sonu gelmez üstü örtük bir savaş. Korkuyla beslenen iktidarlar için ne kadar uygun değil mi?
Tek Türkiye dizisi de, adından da belli olduğu gibi, belli bir alanda düşmanlık-ayrılık yaratmak için yazılmış. Adını koyarsak Türkiye halklarının beraber yaşama iradesini eritmek, Kürt ve Türk halklarını birbirinden ayırıp, düşman haline getirmek ve bu düşmanlığın tepesine bir iktidar oturtmak için kurgulanmış. Dizi, herhangi bir Hollywood-Pentagon kurgusunda kullanılan bütün klişeleri, hiçbirini es geçmeden, kullanıyor. Sorsanız, “biz Kürt halkına değil ‘teröristlere’ karşıyız” diyeceklerdir. Kürt halkı da o kadar yetişkinlikten uzak ki kim kaval çalsa peşinden gidiyor gibi bir sonuç da çıkıyor. Dizide iyi Kürtler de var tabii, kurgunun olmazsa olmaz parçası. Bu iyi Kürtlerin de iyi olmalarının temel nedeni daha dindar olmaları. Şablon o kadar basit ve ilkel ki senaristin ve yapımcılarının seyircileri hakkında ne düşündüklerini ama Aziz Nesin gibi bunu açıkça ifade etmediklerini hemen anlayabiliyoruz. Ancak şablon iktidarın her tür toplumsal soruna yaklaşımının da bir özeti. Bütün kimlikleri dinsel olanla değiştir.
Bu ve benzer diziler suç mudur? Bence bu diziler toplumsal barış umudunu zehirlerler ve insanlık suçu işlerler. Özellikle bizim gibi eğitim kalitesinin bilerek düşük tutulduğu ve insana ait temel bilgilerin eğitimden ayıklandığı ülkelerde.
Bu operasyona bu dizinin de sokulmasının nedeni, Erdoğan’ın tekelinde tutmak istediği çok kirli bir yöntemi bu dizinin yapımcılarının da kullanması. Bu stratejik silahın düşman eline geçmesini istemiyor. Kendisi ise bütün devlet kaynaklarını, tabii TRT en başta, kullanarak bu yöntemle iktidarını pekiştirmenin yollarını arıyor.
TRT ekranlarında yakın zamanda ilk bölümü yayınlanan çok pahalı bir yapım var, Diriliş. Osmanlı’nın kuruluş hikâyesi. Tesadüf bu ki tam Osmanlıca tartışmalarının fişeklendiği bir dönemde bu dizinin ilk iki fragmanı ve hemen ertesinde ilk bölümü yayınladı. Fragmanından ortaya yayılan kötü kokular bile bu dizinin 2015 seçim kampanyasının en önemli harcama kalemlerinden biri olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Tabii parayı yine biz bastırıyoruz.
Diziden ortalığa düşen ilk replik şu: “Töreyi bilmeyen adamdan sultan olmaz. Bey de olmaz, adam da olmaz. Adam olmayanla da bizim işimiz olmaz.” Günümüz argosuyla konuşan bu ‘tarihi şahsiyet’ ise Süleymanşah. Biliyorsunuz şimdi Suriye sınırlarında olan türbesinin yakın zamanlarda ne tür entrikaların konusu olduğunu. Anlaşılıyor ki bu dizi de Erdoğan’ın tarihsel olayları bağlamından kopartarak güncel politikayla ilgili referanslara dönüştürme tekniğinin genişletilmiş versiyonu. Dizi Kurtlar Vadisi’nin bir başka bağlamda çekilmiş versiyonu olarak da görülebilir. Yaklaşık 700 yıl önce olup biten her şey bugünün dünyasına doğrudan referanslar içeriyor. Bugünkü kavga neyse dünkü de oydu diyor bu tür diziler ve bütün tarihi tek bir toplumsal düzeye; bugünün iktidar kavgasına oturtuyor.
Tarihsellik algısı olmayan bir düşünce yapısı kendi içinde bir tutarlılık peşinde de koşmaz. Dün neyse bugün de odur ve değişen hiçbir şey yoktur. Tarih her zaman olduğu gibi bugünün kavgasına paralel olarak tekrar yazılır. Erdoğan ‘Sultan’ olmak ister ve dünün ‘Sultan’ları bugünün Erdoğan’ının argosuyla konuşmaya başlar. Bu gerçekte ‘çok katlı bir pazarlama tekniğidir’. Otomobil satmak için yanına bir adet güzel kadın koymaktan bir farkı yoktur. Erdoğan’ın güzel kadınları ise Osmanlı’nın Sultanlarıdır.
Reklamın temel kurallarından birisi –sanırım her işte olduğu gibi, işi ucuza getirmektir. Bu nedenle yeni bir zihinsel izlek yaratmaktan ziyade var olan toplumsal-zihinsel izleklerin en yaygın olanını, en büyük ortak böleni kendi satacağınız ürünle bağdaştırmak zihinlerde kalıcı olabilmek için her zaman en ucuz yoldur. Reklam yeni bir dalga yaratmaya çalışmaz, var olan en büyük dalganın tepesine oturmaya çalışır. Batı’da bu cinselliktir. Doğu’da da böyledir. Erdoğan’da bu alanda çalışmasını tamamlamıştır. O, yandaşlarına cezadan bağımsız bir sapıklık bağışlamıştır. Türkiye pedofiller için bir cennettir. Eşiniz/leriniz küçük çocuklar olabilir ve onları, neyin ne olduğunu anlamaya başladıklarında, yaşları kemale erdiğinde öldürebilirsiniz. Bu alanda yapabileceği her şeyi yapmıştır. Şimdi yapılması gereken ise sapık-hasta sayısını arttırmak -zorunlu dinsel eğitim yaşını gittikçe daha aşağıya çekmek- ve böylece daha çok insanı kendi varlığına-politikasına bağlamaktır. Eğitim ve yasalar buna göre kurgulanmaktadır. Öyle ki Türkiye’de, diyelim 16 yaşında karşıt cinsten iki insanın cinsel olarak yakınlaşması yasak ama 50-60 yaşında bir erkeğin 14-15 yaşında bir çocukla evlenmesi yasaldır. Bu yaş makası ise emin olun her gün daha da açılacaktır ve açılmaktadır. ‘Doğal’ diye kabul ettiğimiz, ergenliğini tamamlamış insanların belli bir eşitlik temelinde yaşayacakları cinselliğin yasaklanması ise döngüyü tamamlayan adımdır. Bu ‘sağlıklı cinselliğin’ O’na kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Özgürlük talep eden, insan olduğunu iddia eden her kadının öldürülmesi ise ‘caiz’dir. Bu birçok açıdan gereklidir. Pedofil, yatakta ya da başka bir yerde eşit bir cinsel eşe tahammül edemez. Bu çarpıtılmış cinselliğin talebi karşı tarafın kendi cinsel eylemlerine koşulsuz tabi olması, bu birleşmeden cinsel partnerinin elde edeceği şeyin haz değil sadece acı olmasıdır. Çünkü hem eşit bir cinsel partner O’nun yetersizliğini hemen açığa çıkarır hem de ancak acı vererek kendi cinsel eğilimlerini tatmin edebilir. İşte size annelerin ayağının altındaki pedofili cenneti. Kısacası Erdoğan’la beraber gelen sadece bir otomobil değildir.
Erdoğan sadece kendisini pazarlayan ve hiçbir regülasyona tabi olmayan bir reklamcıdır. Tarihle de bunun dışında hiçbir ilgisi yoktur. Osmanlı ya da geçmişteki şanlı dönem de bir reklamcı-faşist için çok verimli bir alandır. Tek yapması gereken tıpkı cinsellikte yaptığı gibi bu alanı da çarpıtıp, sömürgesi haline getirmektir. O’nun ağzından konuşmaya başlayan Osmanlı Sultanları bu girişimin ilk öncüleridir.
Geçmişteki güzel günlere duyulan özlem, her türden, özellikle de ‘hastalıklı’ olarak tanımlayabileceğimiz cinselliğin yasalarla korunmuş tatmini ve şiddet boşalımının yine otorite tarafından onaylanmış serbestliği Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı iktidarın temel öğeleridir. Bu sacayak O’nun ve her faşist iktidarın kaidesidir. Hitler faşizmini de incelersek benzer izleklere rastlayabiliriz. Bu süreçte mini mini Riefenstahl’lerin ortaya çıkması da rastlantı değildir tabii.
Şiddet boşalımının meşrulaştırılmasına dair açıklama ise herkesin bildiği gibi bundan kısa bir süre önce geldi. Ali İsmail Korkmaz’ı döverek öldüren polis ve esnafların yargılandığı gün Erdoğan’ın yaptığı açıklama ile Türk usulü SA’lar görev başına çağrıldı. Konuşma metnini buraya alıntılıyorum:
“Bizde esnaf ve sanatkar demek, ticaret yapan, alan – satan sırf ekonomik faaliyette bulunan insan demek değildir.
Bizim medeniyetimizde, milli ve medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkar gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır.
Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir hakemdir, gerektiğinde de şefkatli kardeştir.
Taksici deyip şoför deyip geçemezsiniz. O mahallenin eminidir, ağabeyidir, mahallenin bekçisidir.
Bakkal deyip kasap deyip manav terzi deyip geçemezsiniz. O mahallenin adeta ruhudur. Sokağımızın semtimizin vicdanıdır. Esnafı çıkartıp aldığınızda Türkiye tarihinden geriye hiçbir şey kalmaz.”
Bu açık bir öldürme yetkisidir. Ali İsmail Korkmaz bir linç kurbanıdır ve Türkiye’deki en yetkili organ bu ve benzeri linçleri meşrulaştırmıştır. Bu açıklama faşizmin belli türden iktidar alanlarını kendi yandaşlarıyla paylaşma gereksinimine en iyi örneklerden biridir sanırım.
Böylece sacayak tamamlanmıştır. Bastırılmış ve kışkırtılmış cinsellik, şiddet-öldürme güdüsünün tatmini ve geçmiş güzel günlere günlere duyulan özlem.
Bu kışkırtmanın gerçekleşebilmesi için insan hakkında en önemli temel bilgilerin toplumsaldan özenle saklanması gerekir. İlki Evrim Teorisidir ikincisi ise Freud’un çözümlemeleridir. Bu bilgi alanlarının yasak, dahası tabu olması insana-topluma kendini anlamaya giden yolu kapamak içindir. Böylece bu bilgi karanlık ellerde faşist bir iktidarı yüceltmek için kullanılabilir.
Erdoğan bu bilginin öznesi midir? Yoksa nesnesi midir? Bu apayrı bir sorun. Yine de kısaca yanıtlamak gerekirse hem öznesi hem de nesnesidir, ancak bu bilgiyi ‘son derece profesyonelce’ ve şimdiye kadar -sanırım bunu söyleyebiliriz- hiç kimsenin cesaret edemediği bir sertlikte kullandığı açıktır.
İnsanlar düşünen değil düşünmeyi içeren biyolojik varlıklardır. Konuşma yetenekleri onları dilin hakimi yapmaz çoğunlukla kölesi yapar. Bu nedenle her din bir metinle gelir. İncil ‘Önce söz vardı’ diye başlar. Musa elinde tabletlerle halkının karşısına çıkar. İslam ‘Kuran’dır, bir kitaptır. Her biri yeni düzenin manifestolarıdır, reklam metinleridir.
Senaristlerimizden ortalığa yayılan replikleri de sanırım böyle algılamalıyız. Bu replikler insan aklının yeni zincirleridir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.