Ülkemizde % 10 barajı gibi hususlar tartışılırken hep “böyle şeyler Uganda’da bile olmaz kardeşim!” denir ya hani, Uganda’ya da baktım; % 1.58 oy alan Uganda Halk Kongresi meclise 10 vekil göndermiş! Türkiye’de muktedirlerin gündemleri sayesinde aynı basit meseleler etrafında döne dolaşa konuşmak zorunda kalırız. Anadilde yayın/ eğitim, cemevlerine statü ya da Hanefi-Sünni inançtan olmayan insanlara […]
Ülkemizde % 10 barajı gibi hususlar tartışılırken hep “böyle şeyler Uganda’da bile olmaz kardeşim!” denir ya hani, Uganda’ya da baktım; % 1.58 oy alan Uganda Halk Kongresi meclise 10 vekil göndermiş!
Türkiye’de muktedirlerin gündemleri sayesinde aynı basit meseleler etrafında döne dolaşa konuşmak zorunda kalırız. Anadilde yayın/ eğitim, cemevlerine statü ya da Hanefi-Sünni inançtan olmayan insanlara eşit haklar vesaire gibi tartışma konusu edilmesi dahi zul addedilecek mevzular. Geçenlerde, twitter’da Kürşet Hoca’nın yazdığı gibi söylersek: “1996’daki Ateş Hattı’nda da bu mesele tartışılmıştı.”
İşte bu seçim barajı yahut “âdil bir seçim sistemi” tartışmaları da bu kategoride değerlendirilmesi gereken bahislerden biri.
Yani bir ülkede cunta bakiyesi, -muhtemelen- dünyanın herhangi bir köşesinde eşi olmayan % 10 gibi bir seçim barajı orta yerde duracak, bu bir türlü kaldırılamayacak ya da düşürülemeyecek ama sürekli münakaşa konusu hâline getirilmiş bir temcit pilavı olarak ısıtılıp ısıtılıp servis edilecek.
“Seçim barajını tartışıyoruz” kodlu “kıyamet”in, bilmem kaçıncı kez sur düdüğünün üflenmesine vesile olan işaretse, bu kez, Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya’nın AYM Başkanı Haşim Kılıç’la gerçekleştirdiği röportajla verildi. Seçim barajının kaldırılmasına ilişkin yapılan bireysel başvuru hakkında iki ila üç hafta içinde karar verileceğini söyleyen Kılıç, böylece, her an yoğun olan ülke gündeminin ekranına bir sekme daha açmış oldu.
Tartışmanın “asıl” tarafları
Bu tartışmada oldukça ilginç olan nokta şu; hemen herkes % 10’luk barajın anti-demokratik ve adaletsizliğe sebebiyet veren bir uygulama olduğu ve kalkması / düşürülmesi gerektiği hususunda “hemfikir”. AKP de, CHP de, MHP de, HDP de. Fakat yine de meclisteki bu partiler, alınacak tavır konusunda birbirlerinden ayrışabiliyorlar: “Kalksın” diyen, “düşsün” diyen ve “ama(n)” diyenler.
Davutoğlu, geçen grup toplantısında esip gürleyerek “bizim baraj korkumuz yok!” dedi. Fakat AKP kurmay ve destekçileri bir yandan barajın adaletsizliğe neden olduğunu teslim ederlerken, öte yandan bunun gündeme getirilmesinin “siyaseti dizayn etme” hamlesi olduğunu, seçime az zaman kala böyle bir değişikliğe gidilemeyeceğini de söyleyebiliyorlar. Hükümetin şakşakçılarından daha komik ve üstelik bazı korkuların da ipuçları olarak okunabilecek savunulara da şâhit oluyoruz, özetle: “baraj kötü ama istikrara yarıyor, AKP güçlü bir biçimde iktidar olamazsa ülke mahvolur!”
E madem öyle seçim meçim de yapılmasın, halk, iradesini süresiz ya da “problemler çözülünceye dek” AKP’ye ipotek ediversin?
Yakında bunları da söyleyeceklerdir, zaten (mealen) “meclis de, yürütme de, yargı da hikâye, asl’olan Erdoğan’ın ve hükümetin istek ve tutumlarıdır” demeye başladılar bile.
Despotperver medyayı takip edenler görüyorlardır, baraj tartışmalarında “siyaseti dizayn etme” amacı görenlerin hedefinde, bir süredir zaten “ayar olunan” Haşim Kılıç var. Ve Kılıç hakkında yürütülen bodoslama algı operasyonu da, barajda değişim ihtimaline dair saklanılamayan kaygı da AKP cephesinin önümüzdeki seçimle ilgili bir kuşku sarmalına düştüğü yönündeki iddiaları doğrular nitelikte duruyor. Türkiye’de iktidarın da, muhalefetin de çeşitli amaçlar için manipülasyon aracı olarak kullanadurduğu anketler güvenilmez olsa da, “seçim tahmini” performansı çoğu kez başarılı olabilen bazı şirketlerin anketlerinde de AKP’nin % 40’a ulaşamıyor görünmesi ise “tuz biber” klasmanında.
Olayın bir de hukuki polemik yönü var. Eğer ki AYM, barajın adaletsiz olduğuna kanaat getirirse ne olur? AKP’ye göre pratikte bir şey olmaz, diğerlerine göre barajın kaldırılması gerekir. Biz hukukçu değiliz, hiçbir konuda anlaşamayan hukukçulara ise, onlar bu konu üzerinde de fikir birliği içinde yanıtlar veremediği için satırları bırakamıyoruz. Ancak AYM’de AKP’nin istemediği yönde bir karar çıkar ise, % 10 barajının devamıyla düzenlenecek bir seçime “meşruiyet sorunu gölgesi” düşeceği açıktır -burjuva demokrasisi sınırları içinde konuşuyoruz.
MHP’ye gelince. Onlar yine bir hayli “tuhaf” bir hatta mevzuyu yorumluyorlar. “Seçim arifesinde usûl değişikliğini doğru bulmuyoruz” diyen Bahçeli, özetle “AKP’nin en haşin muhalifi olmayı kimseye bırakmadan ona ‘koltuk değneği’ olma siyasetimizi kararlılıkla sürdüreceğiz” demiş oluyor. Üstelik bunu “bu AKP’nin bir oyunudur” diyerek yapmayı da beceriyorlar. Yoksa tabii ki “normal”de “herkes” gibi onlar da “baraja karşı.”
CHP ise, seçim barajının % 3’e indirilmesi için teklifini sundu bile. Yani (re)aksiyoner bir tavır, bu meselde ilk olarak CHP’den gelmiş oldu. % 3 seçim barajını siyaset belgesinde “makul” diye kodlayan “aslan sosyal demokratlar”, bunu da hayli tanıdık bir lügati kullanarak; “Anayasamız ‘temsilde adalet’ derken, öte yandan ‘yönetimde istikrar’ demiştir. Yönetimde istikrar makul bir barajı gerektirir. Sıfır baraj çok parçalı bir parlamento yapısı demektir, bunu biz uygun bulmayız” diyerek savunuyorlar.
% 10’luk barajın kuşkusuz en büyük mağduru olan HDP’yle yazının bu safhasını kapatalım. Baraj olmasa çıkardığı vekil sayısının en az iki katını meclise sokacak olan HDP, elbette ki açık bir biçimde % 10 baraja karşı. Ancak burada HDP’nin duruşunu, meclisteki diğer partiler içinde “sui generis” bir konumlanma hâline getiren şey, söz konusu partinin, baraja tümden karşı olması ve ayrıca AKP’nin -eğer baraj olmazsa- savunduğu “dar bölge” uygulamasına da muhalefet etmesi. Üstelik bu “dar bölge” uygulaması AKP’nin yanı sıra HDP’nin de işine geliyor. Hâlbuki AKP’nin bu önerisi, “HDP’nin ağzına bir parmak bal çalma” taktiği olarak da yorumlanmaktaydı.
Başkaları nasıl seçiyor?
% 10 barajın seçim yarışında adaleti ortadan kaldıran bir unsur olduğu, nice haksız sonuçlu seçimlere zemin hazırladığı gerçeği, üzerine uzun uzun münazara edemeyeceğimiz kadar net bir olgu. Fakat Türkiye’de yaşadığımız için böyle abidik gubidik mevzulara kafa yormak zorunda bırakıldığımız da sarih.
Şimdi isterseniz başka ülkelerden örnekler vererek, bir tür “burjuvazi şenliği” olan seçimlerin -grafikleri tâkip etmek gerçekten çok zevkli değil mi ama?- nasıl yürütüldüğüne ve yürütülebileceğine kısaca bir göz atalım.
Memleket erkinin “örnek” aldığı Avrupa’da Türkiye’deki % 10’dan yüksek bir baraj bulunmuyor. Bizdekinden sonra en yüksek baraj çoğumuzun yaşamak için can atacağı dünya güzeli minyatür ülke Liechtenstein’da (Lihtenştayn): % 8. Sonra % 7 ile Putin’in Rusya’sı geliyor. Bu iki ülkeyi % 5’lik barajlarıyla Belçika, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Almanya, Gürcistan (yerel seçimde % 7), İzlanda (“sadece telafi koltuklar için” deniyor), Polonya, Ukrayna, Ermenistan… gibi ülkeler var.
“Karmaşık” sistemler uygulayan ülkeler de mevcut. Örneğin İtalya’da genel seçimde % 4, yerel seçimde ise % 8 baraj konuluyor. Fakat genel seçimlere koalisyon olarak giren partilere tek tek % 2, toplamda ise % 10 baraj uygulanıyor. Bitmedi, Senato’da % 3 baraj var fakat ittifak kuracaksanız % 20 barajı geçmeniz gerekir.
Macaristan’da normalde % 5 olan baraj, ikili ittifaklara % 10, çoklu ortaklıklara ise % 15’le canavarlaştırılıyor. Yine % 5 baraj koyan Kosova, ulusal azınlıklara baraj koymuyor (Sırp Koalisyonu, Türk Demokratik Partisi, Demokratik Aşkali [bir Çingene topluluğu] Partisi, Vakat Koalisyonu [Boşnak], Kıpti [Çingene] Liberal Partisi, Entegrasyon için Aşkali Partisi, Gora Koalisyonu, Yeni Roman Partisi. Fakat bazı Türk, Çingene, Boşnak ve Gorani partileri de meclise girememiş).
AB’nin görece yeni üyelerinden Polonya da % 5 olan seçim barajını, ittifaklar için % 8’e yükseltiyor, etnik temsilcilere ise baraj koymuyor (“Alman Azınlığı” adlı parti % 0.09 oyla 1 vekil çıkardı. Fakat diğer küçük etnik grupların temsilcileri yok: Silezyalı [Almanlardan çoklar], Beyaz Rus, Ukraynalı, Litvan, Rus, Çingene, Ermeni, Yahudi, Kaşubi, Yunan, Çek, Slovak, Tatar, Ruten [Lemk]). Normalde baraj koyup (% 5) etnik partilere koymayan bir diğer ülke ise Sırbistan.
Farklı uygulamalardan birkaç örnek daha sunalım: Moldova; baraj % 5, bağımsızlara % 3, ittifaklara % 12. Slovakya; baraj % 5, ikili ittifaka % 7, çoklu ittifaka %10. İsveç; baraj % 4 fakat bir bölgede % 12’yi geçene “baraj var” demiyorlar -benim sıkıldığım zaman yaptığım Lazistan Aşırı Demokratik Halk Cumhuriyeti’ndeki seçim sistemine benziyor bu: Baraj % 1, ama bir seçim bölgeside % 5’i geçersen vekil çıkarırsın. Ayrıca seçilen vekiller dışında Hemşinlilerin 5, Türk, Gürcü, Kürt ve Poşa azınlıkların birer sandalyelik sabit kontejanları var. Örnek olsun diye söylüyorum, dalga geçmek yok!-.
Avrupa’daki en düşük barajlar ise Hollanda’da % 0,67, (Güney) Kıbrıs’ta % 1.79 (KKTC’de % 5) ve Danimarka’da % 2 ile göze çarpıyor. Kıtada baraj uygulaması olmayan, değişik sistemlerle seçim yapan ülkeleri de sayalım: İngiltere, Fransa, Portekiz, Bosna, Lüksemburg, Belarus, Finlandiya, Makedonya, İrlanda, İsviçre, Malta.
Avrupa dışından bazı örneklerle kapatalım mevzuyu artık. en.wikipedia’da her nedense (?) sadece yedi ülkeden örnek veriliyor: Arjantin, Kolombiya % 3, Endonezya % 3.50, İsrail % 3.25, Yeni Zelanda ve Tayvan % 5 ve Filipinler % 2 (fakat sandalyelerin % 20’si Hare kontenjanına göre partilere tahsis edilir http://en.wikipedia.org/wiki/Hare_quota).
Bu yedi ülke dışında yakın zamanda “Arap Baharı” sonrası seçim sonuçlarını araştırdığım Kuzey Afrika örneklerinden de örnek verebilirim: Fas’ta ve Tunus’ta baraj yok, Mısır’da son seçimde yoktu, Cezayir’de eğer varsa bile kesinlikle % 1’in altında, Libya’da ise son seçimde, diğer bütün % 0’lık dilimli partilerde olduğu gibi % 0.09 oy alan Wadi as-Shati’nin bölgesel partisi bile meclise tek vekil sokmuştu. Fakat her nedense % 3,45 oy alan Vatan Partisi sandalye kazanamamış, bu da orada özgün bir uygulama olduğunu gösterir -dar bölge sistemi gibi.
ABD’de bir yıla yayılan enteresan -ve hemen her zaman çift partili- özgün seçim sistemi için ayrı bir yazı yazmak gerekir ama illa ki Amerika’dan Arjantin dışında da örnek ver diyorsanız söyleyeyim: Kanada’da 2011’de % 3.91 altında oy alan partiler sandalye kazanamamış, Meksika’da anladığım kadarıyla, mecliste olmayan baraj, senatoda küçük bir oranda bulunuyor, Brezilya’ da % 0.19 ve altında oy alanlar meclise girememiş, Uruguay’da ise % 1.17 altında oy alan iki parti parlamentoya kapağı atamamış.
Ülkemizde % 10 barajı gibi hususlar tartışılırken hep “böyle şeyler Uganda’da bile olmaz kardeşim!” (ya da “ancak orada olabilir!”) denir ya hani, Uganda’ya da baktım; % 1.58 oy alan Uganda Halk Kongresi meclise 10 vekil göndermiş (her partide de % 30 kadın kontenjanı varmış)!
Not: Yazıda en.wikipedia (bilhassa http://en.wikipedia.org/wiki/Election_threshold) ve tr.wikipedia dışında, Listelist’teki şu derlemeden de faydalandım; http://listelist.com/ulkelere-gore-secim-barajlari/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.