Türkiye’de gelecek günler, emeğin sömürüye karşı mücadelesinin buralarda yoğunlaşacağı günler olacaktır
Ermenek’te, yazılı ve görsel basının yırtık ayakkabılarıyla tanıttığı madenci babası ‘Kimseden bir şey istemedim, istemem de’ diyor. Dilenme alışkanlığı yok, arazisi var. Borçlanmış, üretemez, geçinemez, ayağına kara lastik bile alamaz hale getirilmiş. Türkiye’de gelecek günler, emeğin sömürüye karşı mücadelesinin buralarda yoğunlaşacağı günler olacaktır. Görev, bu mücadelelerin emekçiler lehine gelişmesine taraf olup, örgütlenmelerine katkı sunup, desteklemektir
Şimdi, çiftçiye verilen destekler şunlardır:
Tarımın yüksek girdileriyle, destek dedikleri rakamlar karşılaştırılınca, köylünün kaybettikleri karşısında ‘devede kulak’ bile değil.
Bu uygulamalar sonucunda, fiyat ve girdi desteklerinin, yerli ve yabancı sermayenin menfaatleri için ortadan kaldırılmasıyla, çiftçi tüm aile fertleriyle yoğun çalışmasına rağmen üreterek zarar etme ile yüz yüze kalmıştır. Büyük, küçük tüm çiftçiler zarar etmek için çalışır hale gelmişlerdir. Birçok çiftçi tarımsal üretimleri dışında bir iş yapmadan varlıklarını sürdüremez, yaşayamaz hale gelmişlerdir. Kimisi şehirde ticaret-esnaflık vb. yolunu tutarken, kimisi de kömür madenlerinin yolunu tutmuşlardır.
Böylesi bir üretim sürecinde, çiftçiler tarımsal faaliyeti ancak borçlanarak sürdürmek zorunda bırakıldılar. Bu durumda da Devlet bankaları ve Tarım Kredi Kooperatifleri pasif hale getirilerek, özel bankalar sürece sokulmuştur. Şu anda özel bankalar zirai kredilerle oldukça meşgul durumdalar. Tabii ki bu borçlanmalar devlet ya da özel bankalarca tapu teminatı şartıyla yapılmaktadır. Bugün birçok çiftçinin tarımda faaliyet yapabilmesi borçlanmayı sürdürebilmesine bağlı hale gelmiştir.
Çiftçi yıllık geçim ve yeniden üretim için borçlanması dışında; AKP’nin çiftçilere kurduğu tarım aletleri satış tuzağı da borçlanmayı çeşitlendirerek artırmaktadır. Çiftçilerin ödeme gücüne bakılmaksızın, arazilerini ipotek ederek, birkaç kefille birlikte tarım aletleri satışını özendirmektedir. Bankalarla iç içe, ‘faizsiz’ 5 yıl vadeli kredilerle, son model traktör, mipser, ilaç makinası ve bilumum tarım aleti devlet eliyle pazarlanmaktadır. Devlet ve traktör firmaları ile bankalar, belirledikleri fiyatlarla para kazanmaktadırlar. Eski traktörünü ve tarım aletlerini elden çıkaran, geçimini zor sağlayan çiftçi ise yeni tarım aletlerinin borcunu ödeyememe sıkıntısıyla baş başa kalmakta, düştüğü borç tuzağından kurtulamamaktadır.
Bütün bu uygulamalar tarımda küçük üreticinin gerilemesine, tarımda istihdamın düşmesine, GSMH içinde tarımın payının azalmasına, kır nüfusunun şehre göç ederek azalmasına sebep olmuştur. Ciddi bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin tarımsal imkanlarını değerlendirerek halkının daha rahat ve refah içinde yaşamasına imkan verilmemiştir.
Buraya kadar olan gelişmeler çok ciddi ve ülke tarımını yok edici, halkını üretim kapasitesini yok ederek fakirleştiren, yerli ve yabancı tekellere hizmet eden bir tarım politikası olmasına rağmen iş bununla kalmıyor. AKP iktidarı 13 yıllık iktidarında, uluslararası sermaye kuruluşları ile (AB, IMF, Dünya Bankası vb.) birlikte altını oyduğu tarımda küçük üreticiyi yok etmek istiyor. Küçük üreticiyi piyasa şartlarından boğduktan sonra, mülkiyet ilişkilerine müdahale eden ekonomi politikalarını uygulamaya koyuyor.
AKP çiftçinin mülkiyet hakkına zorla müdahale ediyor.
13 yıllık AKP iktidarı, tarım işletmelerini özelleştirip, devletin tarımdaki üretim alanlarını dağıtarak, ürünlere kota koyarak, tarım girdilerini artırıp, destekleri keserek tarımı güçsüzleştirerek, tekeller için piyasalaştırmaya hazır hale getirmiştir. Bu süreçte birçok küçük tarım üreticisi piyasadan çekilmek zorunda kalmış; yaşamak için ucuz iş gücü kervanına katılmıştır. Böylece İktidar yalnızca tarım ürün ve alanlarını değil küçük üreticinin işgücünü de piyasalaştırmıştır.
Diğer yandan AKP iktidarı, birçok yeni kanun ve düzenlemeler getirmiştir.
4342 Sayılı Mera Kanunu:
Köylülerin hayvanlarını otlatmalarına ayrılan mera ve otlaklar gibi ortak kullanım alanları hiç kimseye bilgi verilmeden, tekellere, büyük işletmelere kiralanabilmektedir. Köylüler genellikle bu kiralamaları, işlemler bittikten sonra öğrenmekte; bir sabah kalktıklarında meralarının kullanım hakkıyla donatılmış yandaş firmalarla, itiraz etmeleri halinde de onların güvenlik görevlileri ile karşılaşabilmektedirler. Bu kanunla köylünün ücretsiz olarak hayvanlarını beslediği otlara ve alanlarına göz dikilmiş oluyor. Köylülerin meralarını piyasalaştırıyor; otları ticarileştiriyorlar.
167 Sayılı Yeraltı Suları Kullanma Kanunu:
Devlet çiftçinin tarımda yeraltı sularını kullanmalarını teşvik ederek, daha iyi üretim yapmalarına yardımcı olacağına; yer altı sularını kullanmalarını zorlaştırarak suyu piyasalaştırıp ücretlendirmektedir. DSİ marifetiyle denetlediği sulama kuyularına su saati ve pano takılmasını (ücretini köylüden almak kaydıyla) mecburi hale getiriyor.
6292 sayılı 2B (Orman Vasfını Kaybetmiş Hazine Arazileri) Kanunu:
Bu kanunla devlet çiftçi ailelerinin atalarından beri kullandıkları, arazileri yüksek fiyatlarla satışa çıkararak; değerli yerleri yandaşlarına sunmuştur. Köylülerin tarımla geçimlerini sağladıkları birçok arazi imara açılarak, turizm alanı, ya da lüks yerleşim yerleri haline getirilmiştir.
6537 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu:
Bu kanuna göre, küçük köylü üreticiler miraslarını ‘yeter gelirli arazi’ olmadığı için paylaşamıyorlar. Mirasçılar hisselerini ya bir mirasçıya devredecekler, ya üçüncü bir şahsa satacaklar ya da bir anonim şirket kurarak işletecekler; bunlar da olmuyorsa devlet araziyi satarak hak sahiplerine paylarını verecek. Bu durumda küçük köylüler arazilerini kaybetmeyle karşı karşıya kalabilirler.
2942 Sayılı Acele Kamulaştırma Kanunu:
Son yıllarda ‘Milli menfaatler’ gerekçe gösterilerek, Bakanlar Kurulunun ‘aceleciliğine’ karar verdiği her mülk kamulaştırabiliyor. AKP iktidarının verdiği kamulaştırmaların çoğu özel sermayeye sömürü ve talan alanı açmıştır. Yerli ve yabancı şirketler için HES’ler, termik santraller, madenler gibi üretim alanları acele kamulaştırılmıştır.
AKP iktidarında, kamu Özelleştirme İdaresi eliyle mülksüzleştirilirken, köylülerde Bakanlar Kurulu tarafından, sermayeye kaynak aktararak, birikimleri artırma maksadıyla mülksüzleştirilmektedirler.
Açıklamalarında AKP iktidarının masum gerekçelerle sunduğu bu yeni kanunlar, yeni düzenleme ve yönetmeliklerle köylünün ürününden sonra, taşınmaz malına da göz koyup, çiftçinin mülkiyet hakkına müdahale etmektedir. Özellikle, Acele Kamulaştırma Kanunu; tarım arazilerinin diğer sektörler mülkiyetine geçirilmesinde en etkin role sahiptir.
Tarım arazileri enerji sektörüne…
AKP Acele Kamulaştırmayı en çok enerji sektöründe kullanmayı planladığı için; Bakanlar Kurulu yetkisini 2004 yılında, Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna (EPDK) devretmiş, bu kanun 2004-2012 yıllarında, EPDK tarafından uygulanmıştır. Tarım arazilerinin, enerji sektörüne transfer edilmesi en çok bu dönemde olmuştur. Neredeyse her çayın, derenin üzerine yüzlerce HES yapılması bu dönemin ürünüdür. Bugün arka, arkaya yüzlerce işçinin ölümüne sahne olan iş cinayetlerinin yaşandığı madenler de bu dönemin ürünüdür.
Acele Kamulaştırma 1956 yılında yasal mevzuata girmiş, 1983 yılında yeniden düzenlenmiş; 1956-1983 arasında 5 adet, 1983- 2004 yılları arasında da 11 adet acele kamulaştırma yapılmıştır.
2004-2012 yılları arasında, Acele Kamulaştırmanın EPDK eliyle yapıldığı dönemde (Anayasa Mahkemesi Kanunu iptal edinceye kadar) 738 acele kamulaştırma kararı alınmıştır. Bugün çoğu enerji olmak üzere AKP’nin 857 acele kamulaştırma yaptığı gözlenmektedir.
İstatistiklerde de görüldüğü gibi, bugün kullanılan tarım alanlarının 3 milyon hektarın üstünde azalmasının sebepleri buradan yatmaktadır. Tarım alanları acele kamulaştırma yoluyla piyasalaştırılarak, sermayenin aşırı kar elde etmesi için diğer sektörlere aktarılmıştır. Bu uygulamalar ‘acele kamulaştırmaların’ gösterilmek istendiği gibi, kamu yararına istimlak değildir. Tam tersine piyasalaştırmadır; yerli ve yabancı tekellerin çıkarları için yapılmış istimlaklardır.
Tarımda küçük üreticiler açısından bu kötüye gidişe rağmen, AKP iktidarı tarımsal üretimde artış istatistikleri yayınlamaktadır. Artan üretim, küçük üreticilerin tarımdan dışlanıp, pazardaki talebin büyük tekeller tarafından karşılaşmasıyla oluşmaktadır. Artan üretim küçük üreticilerin yok edilmesinin üzerine kurulan merkezileşmenin ürünüdür. Üretimin arttığı doğrudur. Artması da doğaldır. Bu artışın küçük köylülerin, sermayeye aşırı kar sağlayan alanlar açmak maksadıyla üretim alanlarından dışlanmasıyla sağlandığı da doğrudur.
Kapitalizmin küçük köylülere, küçük üreticilere yapabileceği budur; bundan daha iyisini yapamaz, karakteri böyledir; aşırı karını nasıl ve kiminle temin ediyorsa öyle davranır; köylülerin bozulan hayatlarına, ailelerine, çocuklarının yaşam ve geleceklerine bir çözüm bulmaz; onların bu yıkılmışlığından da, işsizler ordusuna katarak faydalanmaya devam eder.
Sömürü sisteminin başlarına ördüğü çorabın farkında olamayan, köyün küçük üreticileri hemen pes etmediler. Yıllarca üretimlerini, mülklerini ve yaşamlarını korumak için yaşayamaz hale gelinceye kadar uğraştılar. Ermenek’te, yazılı ve görsel basının yırtık ayakkabılarıyla tanıttığı, göçük altındaki madenci babası buna güzel bir örnektir: ‘Kimseden bir şey istemedim, istemem de’ diyor. Dilenme alışkanlığı yok. Arazisi var. Son yıllara dek hayatını iyi, kötü çalışarak kazanmış. Hiç bu kadar yoksullaşmamış. Şimdi borçlanmış üretemez, geçinemez; ayağına kara lastik bile alamaz hale getirilmiş. Aç kalmış.
Mücadeleler gün yüzüne çıkarken…
Son yıllarda, Türkiye de 4 milyon civarında köylü tarımsal üretimden koparılmıştır. Bu dört milyon köylü taşeron uygulamalarının yedek ve en ucuz işi gücü olarak kullanılmaktadır. Bu yüzden AKP iktidarında taşeronların yüzü gülüyor. Bu yüzden birçok yandaş firma maden işletiyor, HES kuruyor.
Köylüler üzerinden yürütülen bu azgın sömürüye karşı mücadelelerde her geçen gün artarak ilerliyor. Suyu elinden giden köylünün HES’lere karşı mücadelesi, toprağının ‘Acele Kamulaştırma’ yoluyla yandaş firmalara peşkeş çekilmesine karşı mücadelesi gün yüzüne çıkıyor. AKP iktidarını bu güne kadar yaptıkları bir yana, bundan sonra 10 milyona yakın küçük köylünün ve köyden koparılan 4 milyona yakın ucuz işgücünün, bu yok oluşa karşı duruşunun daha da netleşmesiyle karşı karşıya kalacağı açıktır.
Türkiye’de gelecek günler, emeğin sömürüye karşı mücadelesinin buralarda yoğunlaşacağı günler olacaktır. Görev, bu mücadelelerin emekçiler lehine gelişmesine taraf olup, örgütlenmelerine katkı sunup, desteklemektir.
Önceki yazıları:
AKP tarımda küçük köylülüğü zorla mülksüzleştiriyor (I) – İbrahim Yalçın
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.