Başlıktaki soru, Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da belediye seçimlerini kazandığı ve böylece Türkiye siyasetinin önemli bir oyuncusu olacağının ortaya çıktığı 1994 yılından itibaren soruldu. İran, o yıllarda İslami siyasetin dünyadaki temsilcisiydi adeta. Türkiye ile geçmişlerinde seküler hayat tarzının dayatılması konusunda benzerlik bulunuyor ama başta mezhep olmak üzere birçok önemli farklar da var. ‘Türkiye İran olacak’ endişesini […]
Başlıktaki soru, Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da belediye seçimlerini kazandığı ve böylece Türkiye siyasetinin önemli bir oyuncusu olacağının ortaya çıktığı 1994 yılından itibaren soruldu. İran, o yıllarda İslami siyasetin dünyadaki temsilcisiydi adeta.
Türkiye ile geçmişlerinde seküler hayat tarzının dayatılması konusunda benzerlik bulunuyor ama başta mezhep olmak üzere birçok önemli farklar da var.
‘Türkiye İran olacak’ endişesini dillendirenler şeriatla yönetilmeyi ve devlet eliyle kadınlara örtü zorunluluğu, devlet eliyle içkinin yasaklanması gibi önlemleri kastediyorlardı. Bu tür yasakların, halkın desteğiyle gelen bir yönetim tarafından ama aslında halkın iradesine rağmen konulduğu düşüncesini güçlendiren şeyler var. İran’ı görmüş olanlar, özellikle büyük şehirlerde, örtü zorunluluğuna nasıl esnetile esnetile uyulduğunu, evlerde pekâlâ içki tüketildiğini ve rejimin benzeri sınırlamalarının direnişle değilse bile dirençle karşılandığını gözlemlemiştir.
Kazanılan birçok hak uygulanmıyor
Türkiye’de 12 yıllık AKP iktidarında kadınların hayatı üzerinde çok ciddi değişiklikler oldu. Kadın kurtuluş hareketinin birçok kazanımını korumak için mevzi mevzi direnmek gerekti, hala da gerekiyor. Bırakın kadınların kazanımlarını, cunta döneminde, tabii ki kadın özgürlüğünden farklı insiyaklarla, devlet tarafından tanınmış olan kürtaj hakkı bile saldırıya uğradı ve bu konuda karşılaştığı direniş, AKP’yi iktidarı boyunca geri adım attıran birkaç hareketten biri oldu.
Kadınlara yönelik şiddetle ilgili ciddi mücadeleler sonucu kazanılan birçok hak fiilen uygulanmıyor. Örneğin öldürülme tehdidi karşısında devletten hakları olan korumayı isteyen kadınların talepleri karşılıksız bırakılıyor.
AKP iktidarı bu toplumun çok iyi tanıdığı ama kadınların mücadelesi sonucu çözünmeye başlamış bir paradigmayı konsolide etti.
İktidar yasalara uyma zorunluluğunun olmadığı bir ortam yarattı
O paradigma en dolaysız biçimde şöyle özetlenebilir: Kadının bedeni, kimliği ve emeği onun üzerinde hak sahibi olan, ailesinin reisi erkeğin mülküdür. O erkek bunların üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir. Bedeninin bu erkek dışındaki erkekler tarafından ‘kullanılması’nı engellemek, kadına düşer. Nitekim geçtiğimiz günlerde bir özel üniversitenin ıssız bir alandaki yurduna ulaşırken tacize uğrayan kadın öğrencilere, “O saatte orada ne işiniz vardı?” cevabı verildi.
Bu bakış açısı, tecavüzü kadına yönelik bir suç olarak değil, kadının reisi olan erkeğin haklarına yönelik bir saldırı olarak telakki eder. Bunun bir sonucu olarak birçok tecavüz vakasında, aslında yasalarda bu yönde bir hüküm olmamasına rağmen hakimler, tecavüz mağdurunun tecavüzcüsüyle evlendirilmesi önerisinde bulundu. (Burada bir parantez açıp hatırlatayım: İktidar, devlet ve hükümet görevlilerinin yasalara uyma zorunluluğunun olmadığı bir ortam yarattı. Bunun daha çarpıcı örnekleri özellikle kent sorunlarında görülüyor. Örneğin; Validebağ korusu meselesi…)
Erken yaşta evliliklerin önü açıldı
Taciz ve tecavüz vakalarında suçun mağdurda aranması yönündeki eski ve kokuşmuş alışkanlık hem geri döndü hem de devlet katında destek buluyor.
Eğitim sisteminde yapılan değişikliklerle kız çocuklarının henüz okul çağında evlendirilmelerinin önü açıldı. Yine çocuk yaşta kızların, tabii ki ailelerinin iradesiyle örtünmeye alıştırılmalarının ve zorlanmalarının da imkanı yaratıldı. Ayrıca karma eğitim adım adım kaldırılıyor.
En önemlisi, kadınların evlenmek, çocuk doğurmak, çocuk, yaşlı, hasta bakmak, evde durmak gibi ‘esas görevlerini’ ihmal etmeyecek şekilde, neredeyse yok pahasına ücretli de çalışmalarını sağlayacak düzenlemeler yapıldı.
Şeriatı getirmedi ama şer’i kararnameler çıkarttı
Ve bütün bunların yanında çok çarpıcı bir gerçek daha var: Daha sonra gerilese de, kadınların ailelerindeki erkekler tarafından öldürülmeleri anlamında kullanılan kadın cinayetleri, geçtiğimiz yıllarda yüzde 1400 arttı. Bu, süreci anlamak açısından üzerinde durulması gereken bir nokta. Kadınların çoğu ayrılmak istedikleri için kocaları, sevgilileri, nişanlıları tarafından öldürülüyor. Yani kadınlar, canları pahasına özgürleşmeyi seçiyor. Ama devlet politikaları onların değil, katillerinin tarafında.
AKP iktidarının sonunu getirecek dinamiklerden biri bu çelişkide yatıyor.
Hükümet şeriatı getirmedi ama pek çoğu şer’i bir felsefeyle düzenlenmiş kararnameler çıkarttı, bu felsefeyle düşünen hukukçular atadı. Ve yıllar içinde uyguladığı sosyal politikalarla, örtünmeyen, itaat etmeyen, kamusal alanda yer almakta ısrar eden kadınların her türlü şiddete maruz kalmasının onaylandığı ve desteklendiği bir ortam yarattı. Bugünkü AKP-Cemaat çekişmesinin bütün taraflarının kadınlarla ilgili politikalar konusunda benzer noktada durduğunu da hatırlatayım.
Bugün yargı sadece kadınlara değil, eşcinsellere ve translara yönelik cinayetleri de soruşturmaya yanaşmıyor, bu cinayetler katilin yanına kar kalıyor.
Kadın düşmanı örgütlerle işbirliği yapıyor
AKP, 12 yıllık iktidarında sosyal devleti lağveden adımlar atarak, yerine cemaat temelinde bağış/sadaka politikaları getirdi. Bunlar da hep aile temelinde dağıtılıyor. Yani kadınlar için aile dışındaki bir yaşam gitgide zorlaşıyor.
Oysa İran’da eğitim ve sağlık hizmetleri devlet tarafından ücretsiz olarak sunuluyor ve çok kaliteli. Kadınlar parlamentoda çok az temsil edilmekle birlikte yükseköğrenim öğrencilerinin yarısı kadın. 2012 yılında, dünyada mühendislik eğitimi alan kadınların en yüksek oranı İran’da görülüyor. Aynı yıl bilim dalında İranlı kadınlar ABD’nin ardından ikinci sırada yer alıyor.
İran, başta Afganistan olmak üzere birçok ülkede, kadın özgürlüğünü işgalin bahanesi olarak kullanan ABD emperyalizmine tavır alıyor, Türkiye emperyal amaçlarla, bölgede, en son IŞİD olmak üzere açıkça kadın düşmanı olan, kadınları esir alıp satan, tecavüz eden örgütlerle işbirliği yapıyor.
Bugün değişen iki nokta var
Yani ‘Türkiye İran olacak’ diye endişelenenler haksız çıktı ama geldiğimiz noktada İran’dan çok daha iyi bir durumda olduğumuzu da söylemek zor.
Türkiye’de yaşayan erkeklerin kadınlara yönelik tahakkümü AKP iktidarından önce de vardı. Hükümetler ve devlet, daha önce de erkeklerin yanındaydı. Bugün değişen iki nokta var. AKP iktidarının kadın kurtuluş hareketinin serpilip olgunlaştığı bir döneme denk gelmesi, bir kutuplaşmaya yol açtı. Öte yandan AKP, sadece mirasçısı olduğu Türkiye sağından değil, başta ABD olmak üzere farklı muhafazakâr siyasi geleneklerden de el alıyor. Bu iki etmen sebebiyle de kendinden önceki iktidarlara göre daha bilinçli ve sistemli hareket ediyor. İkincisi, kadınların özgürlük bilinci ve talebi geçmişte bugünkü gibi değildi. O yüzden, AKP’nin kadın düşmanlığı ve bu özgürlük bilinci arasındaki çelişkinin bu iktidarın sonunu getirecek etmenlerden biri olduğunu görmek zor değil. İstanbul’un meydanlarından, Kobanê’nin mevzilerine, evlerden işyerlerine, okullara kadar kadınlar, canları pahasına görüyor, biliyor, bileniyor ve savaşıyor. Bu, sadece AKP zihniyetinde olanları değil, tüm erkekleri değiştirecek.